ZORLU PSM MAG. 06

37
ZORLU PSM MAG. 1 Kasım-Aralık ZORLU PSM MAG. 06

Transcript of ZORLU PSM MAG. 06

Page 1: ZORLU PSM MAG. 06

ZORLU PSM MAG. 1 Ka s ım -A ra l ı k

ZORLU PSM MAG. 06

Page 2: ZORLU PSM MAG. 06

ZORLU PSM MAG. 3 Ka s ım -A ra l ı k

Facebook.com/ZorluPerformansSanatlariMerkezi

Twitter.com/ZorluPSM

Youtube.com/ZorluCenterPSM

Instagram.com/Zorlu_PSM

Pinterest.com/ZorluCenterPSM

Oz Diyarı'na yepyeni bir bakış getiren, ödüllü Broadway müzikali Wicked, 11 Ekim-5 Kasım 2017’de Zorlu PSM’de!

06sahne, tiyatro, müzikal, sergi

DÜNYA SAHNELERİNDE NELER OLUYOR?

16 ne var ne yok

MÜZİK DÜNYASINDAN HAVADİSLER

22 türlü hikâye eşliğinde

ROMEO VE JULIET

26 bir ustanın izinde

JEROME ROBBINS

30 Wicked müzikali öncesiEDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN

ÜNLÜ CADILARI

34 bilmedikleriniz

AUDIOFLY

36 romantizme mahkûm edilmiş bir ses

MADELEINE PEYROUX

40 bilmedikleriniz

WEVAL

42 elektronik tınıların kalesi

HOLLANDA VE ELEKTRONİK MÜZİK KÜLTÜRÜ

46 bilmedikleriniz

ACTRESS

48 Actress’in bas müziğine armağanı

WERKDISCS

52 bas gitarı 50, elleri 52 yaşında

VICTOR WOOTEN

56 Godot’yu şimdiki zamanda beklerken

ŞAHİKA TEKAND

60 bilmedikleriniz

COLA & JIMMU

62 ses ve görüntünün epik randevuları

MOVIES IN CONCERT

66 sahne arkası

KURUMSAL İLETİŞİM

68 #studio

ZORLU PSM’NİN YENİLENEN YÜZÜ

06 16

48 52

22 26

56 62

36 42

66 68

Page 3: ZORLU PSM MAG. 06

ZORLU PSM MAG. 5 Ka s ım -A ra l ı k

Oz Büyücüsü evreninin daha önce anlatılmamış hikâyesini

ustalıkla ele alan, yüzden fazla uluslararası ödüle sahip, Broadway’in gişe

rekortmeni Wicked müzikali, 11 Ekim-5 Kasım 2017’de,

31 gösteriyle Zorlu PSM’de! Detaylar zorlupsm.com’da.

Page 4: ZORLU PSM MAG. 06

ZORLU PSM MAG. 7 Ka s ım -A ra l ı k

Les Liaisons dangereusesİhtiras dolu klasik hikâyesiyle Les Liaisons

dangereuses, başrollerindeki Tony ödüllü Janet McTeer ve Liev Schreiber’ı Broadway sahnesinde

buluşturuyor. Geçtiğimiz yıl Londra’da büyük başarı yakalayan prodüksiyon, Oscar ödüllü yazar Christopher Hampton’ın meşhur uyarlamasının

üçüncü kez sahneye uyarlanışı ve Donmar Warehouse’un Olivier ödüllü sanat yönetmeni

Josie Rourke tarafından ele alınıyor. Pierre Choderlos de Laclos’un 1700’lerin sonunda

skandallarla yayınlanan bu romanı, 18. yüzyılın Fransa’sında genç bir aristokratı ayartmak gibi

tehlikeli bir uğraşa soyunan iki eski sevgili Marquise de Merteuil ve Vicomte de Valmont’un

tutku, rekabet ve intikam dolu öyküsünü konu ediyor. Ekim sonunda açılacak olan oyun, Ocak’ın

sonuna kadar New York sahnesinde görülebilir.

DÜNYA SAHNELERİNDE NELER OLUYOR?

2016 sezonunun sonuna yaklaşırken dünya sahnelerinden dikkat çeken tiyatro, müzikal, sergi ve sahne performanslarına göz atıyoruz.

Yazı Leyla Aksu

sahne, tiyatro, müzikal, sergi

Page 5: ZORLU PSM MAG. 06

ZORLU PSM MAG. 9 Ka s ım -A ra l ı k

The Red BarnLondra’daki National Theatre’ın bu sezon sahnelediği yeni oyunlardan The Red Barn, David Hare’in (Skylight, Pravda) Belçikalı polisiye roman yazarı George Simenon’un La Main adlı romanından yaptığı son uyarlama. Londra sahnesinde prömiyerini gerçekleştirecek olan bu gerilim dolu parçanın başrollerinde ise Mark Strong (A View from the Bridge), Hope Davis (God of Carnage) ve Elizabeth Debicki (The Night Manager) gibi isimlerin başını çektiği deneyimli bir kadro görüyoruz. 1969 yılının Amerika’sında, soğuk ve karlı bir kış gecesinde şık bir partiden sonra eve dönerken iki evli çiftin başına gelenleri oldukça ağır ve durgun bir dille anlatan The Red Barn, hayatıyla ilk defa yüz yüze gelen bir adamı ve sessizliğin içinde büyüyen kıskançlık ve nefretlerin gün yüzüne çıkışını inceliyor. Olivier ödüllü yönetmen Robert Icke (1984, Oresteia) tarafından aralıksız olarak sahnelenen ve tekniğiyle biraz da sinemaya göz kırpan bu yapım, Ocak’ın ortasına kadar sahnede.

Oh, Hello on BroadwayÜnlü komedyenler Nick Kroll ve John

Mulaney’nin uzun yıllardır hayat verdiği Oh, Hello adlı skeç komedisi, sonunda

Broadway sahnesindeki yerini alıyor. İkilinin ilk olarak komedi kulüplerinde ve

televizyon ekranlarında hayata geçirdiği bu karakterleriyle off-Broadway’de

yakaladıkları başarı ve bir de ülke turunun ardından şekillenen oyunları, her seferinde

biraz form değiştiren, hem geleneksel karakter komedisi, hem de stand-up ve

doğaçlama barındıran eğlenceli bir gösteri. İkisi de yetmişli yaşlarında olan ve New York’un Upper West Side mahallesinde

beraber yaşayan Gil Faizon ve George St. Geegland adlı iki arkadaşın maceralarına

odaklanan Oh, Hello, her gece seyirci arasında boy gösteren Lena Dunham,

John Oliver, Bill Hader, Marcia Clark veya Seth Meyers gibi isimleri de oyunun bir

parçası hâline getiriyor. Ekim’de başlayan Oh, Hello on Broadway, Ocak sonuna kadar

Broadway’de.

LazarusDavid Bowie’nin ellerinden sevenlerine kalan en son çalışmalardan bir tanesi, Tony ödüllü Enda Walsh ile beraber hayata geçirdiği müzikal Lazarus, Broadway’in ardından ana kadrosuyla West End sahnesine taşınıyor. Son birkaç sezonun vazgeçilmez ismi Ivon van Hove’nin yönetmenliğinde gerçekleşen ve Walter Tevis’in The Man Who Fell to Earth adlı romanından yola çıkan bu müzikal, Nicolas Roeg’in aynı adı taşıyan 1976 yapımı kült filminde Bowie’nin canlandırdığı ve hâlâ dünyada takılı kalmış bir hâlde bekleyen, bir türlü ölemeyen Thomas Newton’ı yeniden karşımıza çıkarıyor. Michael C. Hall (Dexter, Hedwig and the Angry Inch), Michael Esper (Frances Ha, American Idiot) ve Sophia Anne Caruso’nun (The Sound of Music Live!) başını çektiği yapım, Bowie’nin hem daha önce yayınlanmış hem de yeni parçalarına yer veriyor. Şimdiye kadar izleyenleri görüntüsü, müziği ve hikâyesiyle hem şaşırtmış ve kafalarını karıştırmış, hem de güzelliğiyle hayran bırakmış Lazarus, Ocak ayının sonuna kadar devam edecek.

Oh,

Hell

o on

Broa

dway

Lazarus

Page 6: ZORLU PSM MAG. 06

Luluİngiltere’nin Ulusal Operası (ENO),

Hollanda Ulusal Operası ve New York’un Metropolitan Operası’nın ortak yapımı

Lulu, Güney Afrikalı yönetmen William Kentridge’in yönetmenliğinde ve soprano Brenda Rae’nin önderliğinde Londra’daki

Coliseum sahnesine geliyor. Avusturyalı besteci Alban Berg’in Alman yazar Frank Wedekind’in iki oyunundan yola çıkarak

hazırladığı, hayatı boyunca uğraştığı ve ölümünde bile hâlâ tamamlanmamış

olan Lulu, bir aşktan öbürüne koşan bir kadının yükselişi, inişi ve Karındeşen

Jack ile karşı karşıya geldiğinde son bulan zorlayıcı hikâyesini anlatıyor. Müzikal yapısı, tekniği ve konusu itibariyle en

özgün modern operalardan biri olarak bilinen, kırk yıl boyunca tamamlanmamış

hâliyle sahnelendikten sonra Friedrich Cerha tarafından tamamlanarak ilk

defa 1979 yılında seyirci karşısına çıkan bu yapım, Kentridge’in ellerinde

ilişkilerdeki güç dinamiklerine odaklanan, basit anlatımdan kaçan ve

arzunun mantıksızlığıyla boğuşan bir işe dönüşüyor. Yönetmenin artık çok tanıdık

gelen, el yapımı siyah-beyaz mürekkep çizim ve animasyonlarıyla biraz da

Weimar döneminin havasını taşıyan Lulu, Kasım’ın ilk iki haftası boyunca

sahnede.

Francis Picabia: Our Heads Are Round so Our Thoughts Can Change Direction Dada hareketinin başını çeken, fakat çok geçmeden akımla yollarını ayıran Fransız avangart sanatçı Francis Picabia’nın tüm kariyerine odaklanan ilk Amerikan sergisi “Our Heads Are Round so Our Thoughts Can Change Direction,” MoMA’da düzenleniyor. Resim, şiir, yayıncılık, performans sanatı ve film dahil olmak üzere ortamdan ortama ve stilden stile atlayan Picabia’nın kariyeri boyunca empresyonizm, puantilizm, kübizm, sürrealizm ve gerçekçilik dahil olmak üzere birçok farklı akımla kesişen çalışmaları, Kunsthaus Zürih işbirliğiyle düzenlenen ve Cabaret Voltaire’in 100. yılına denk getirilen bu retrospektifte yer alıyor. Sanatçının ressam olarak üzerinde çalıştığı 125 kadar tabloyu, kâğıt üzerine çalışmalarını, illüstrasyonlarını, sinema ve tiyatro için yazdığı senaryoları, bir filmini ve dergilere yazdığı makaleleri dahil eden sergi, sürekli olarak üretim hâlinde olan, sanat dünyasını sorgulayan ve şekil değiştiren bir sanatçının hikâyesine ışık tutuyor. Küratörlüğünü Anne Umlaud ve Cathérine Hug’un üstlendiği Our Heads Are Round... Kasım’ın sonunda açılıyor ve 2017’nin bahar aylarına kadar MoMA’da kalıyor.

Lulu

Geçen sene ilk kez düzenlenen İstanbul’un moda filmleri festivali Fashion Film

Fest Istanbul, bu sene de dünyanın dört bir köşesinden büyük moda evlerinin

ve markalarının, genç ve bağımsız tasarımcıların film gösterimlerinin yanı

sıra konuklarına söyleşiler, atölyeler, sanat enstalasyonları ve partilerle de

özel bir deneyim yaşatıyor. 26-27 Kasım tarihlerinde Zorlu PSM ev sahipliğinde

gerçekleştirilecek olan festival, Tuna Yılmaz tarafından düzenleniyor.

Fashion Film Fest Istanbul bu yıl tam dört farklı kategoride ödül dağıtacak.

Moda editörleri, fotoğrafçılar, oyuncular, tasarımcılar ve moda haftası direktörleri gibi farklı disiplinlerden önemli ve ünlü isimleri

bir araya getirecek olan uluslararası jüri, festivalde En Iyi Moda Filmi, En Iyi Türk

Moda Filmi, Genç Keşif ve En Iyi Müzik Videosu ödüllerinin sahiplerini belirleyecek.

Festivalin önemli konukları arasında Londra Moda Filmleri Festivali kurucusu Beatrice Blom, Fashion Clash Festival kreatif direktörü Branko Popovic, dünyanın en önemli tasarım okulu Central-Saint Martins’in Moda Bölüm Başkanı Hywel Davies, yönetmen Senio Zapruder, Runway Manhattan Yayın Direktörü Nicolas Greghorieff, fotoğrafçı Michael Daks ve King Kong dergisi yayın yönetmeni ve fotoğrafçı Ali Kepenek gibi isimler yer alıyor.

Festival ayrıca Madrid, Lahore, Brüksel, Berlin, Kanada ve Avustralya moda film festivalleriyle imzalanan bir içerik ve ortaklık anlaşmasıyla Türkiye’den çıkan moda filmlerinin yıl içerisinde bu festivallerde yer almasını sağlıyor. Böylece Türkiye’den modacıların ve markaların küresel tanıtımına da destek veriyor.

moda ve sinema ikinci kez bir araya geliyor

FASHION FILM FEST ISTANBUL ZORLU PSM’DE

Fashion Film Fest Istanbul, moda ve film dünyalarını bir araya getirecek olan içeriği, büyük sürprizleri ve şaşırtıcı isimleriyle

26-27 Kasım 2016 tarihlerinde Zorlu PSM’de.

FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FA

SHIO

N FI

LM F

EST

ISTA

NBUL

FAS

HION

FIL

M FE

ST IS

TANB

UL F

ASHI

ON F

ILM

FEST

ISTA

NBUL

FAS

HION

FIL

M FE

ST IS

TANB

UL F

ASHI

ON F

ILM

FEST

ISTA

NBUL

FAS

HION

FIL

M FE

ST IS

TANB

UL F

ASHI

ON F

ILM

FEST

ISTA

NBUL

FAS

HION

FIL

M FE

ST IS

TANB

UL F

ASHI

ON F

ILM

FEST

ISTA

NBUL

FAS

HION

FIL

M FE

ST IS

TANB

UL F

ASHI

ON F

ILM

FEST

ISTA

NBUL

Page 7: ZORLU PSM MAG. 06

ZORLU PSM MAG. 13 Ka s ım -A ra l ı k

Page 8: ZORLU PSM MAG. 06
Page 9: ZORLU PSM MAG. 06

ZORLU PSM MAG. 17 Ka s ım -A ra l ı k

The Weeknd

Starboy

Crocodiles

Dreamless

Jean-Michel Jarre

Oxygène 3

Leonard Cohen

You Want It Darker

Martha Wainwright

Goodnight City

The Radio Dept.

Running Out of Love

Rolling Stones

Blue & Lonesome

Justice Woman

Alicia Keys

Here

Kate Bush

Before the Dawn

ne var ne yok

MÜZİK DÜNYASINDAN HAVADİSLER

Yeni çıkan heyecan verici albümlerden bir seçkiyi ve müzik dünyasından dikkat çekici haberleri sizin için derledik.

Yazı Leyla Aksu

Ed O

'Brie

n

Yeni albümlere kulak verin

Crocodiles – Dreamless (Zoo Music)

Üretken garage punk grubu Crocodiles, yankılı gitarları, synth’ler aşkına biraz daha

arka plana aldığı altıncı albümünü yayınladı.

Leonard Cohen – You Want It Darker (Columbia Records)

Romantizmini kenara bırakmadan hayat ve ölümle boğuşmaya devam eden Leonard

Cohen, You Want It Darker’da prodüktörlüğü oğluna bırakıyor.

The Radio Dept. – Running Out of Love (Labrador Records)

Altı yıllık bir aradan sonra geri dönen İsveçli grup, “ters yönde ilerleyen her şey” ile ilgili bir

albüm hazırladıklarını söylüyor.

Justice – Woman (Ed Banger/Because Music)

Üçüncü albümlerini Kasım’da yayınlayacak Fransız ikili Gaspard Augé ve Xavier de

Rosnay, Woman’ı “keyifli ve dinlendirici” olarak tanımlıyor.

Kate Bush – Before the Dawn (Fish People/Concord Records)

Bush, 1979’dan sonra ilk defa seyirci karşısına çıkarak 2014’te verdiği unutulmaz canlı

performansların üç albümlük kaydını çıkarmaya hazırlanıyor.

The Weeknd – Starboy (XO/Republic Records)The Weeknd, R&B’den popa doğru yönelmeye devam ederken, yeni albümü için Prince, the Smiths, Talking Heads ve Bad Brains’den ilham alıyor.

Jean-Michel Jarre – Oxygène 3 (Sony Entertainment)Jarre’ın 2016’da yayınlayacağı ikinci albüm, kırk yıllık tarihî elektronik üçlemesini Aralık’ta sonlandıracak olan Oxygène 3.

Martha Wainwright – Goodnight City (PIAS Cooperative)Yarısı Wainwright’a ait orijinal parçalardan oluşacak albüm, Merill Garbus, Beth Orton, Glen Hansard ve Michael Ondaatje’den şarkılara da yer verecek.

Rolling Stones – Blue & Lonesome (Polydor/Universal Music)Üç günde kaydedilen, tamamı klasik blues cover’larından oluşan ve iki parçasında Eric Clapton’ın boy gösterdiği yirmi beşinci Rolling Stones albümü yolda.

Alicia Keys – Here (RCA Records)On beş Grammy’li şarkıcı ve şarkı yazarı Alicia Keys, on altı parçalık altıncı uzunçalarını Kasım başında yayınlıyor.

Page 10: ZORLU PSM MAG. 06

Tom

Wai

ts

Radiohead gitaristi Ed O’Brien’dan solo çalışmalar

Thom Yorke, Philip Selway ve Jonny Greenwood’un ardından bu sefer

Radiohead üyelerinden bir dördüncüsü, Ed O’Brien da solo çalışmalarını dinleyenlerle paylaşacak. Grubun

dünya turnesi sonrasında, 2017’de ilk solo albümünü yayınlayacağını BBC’ye

açıklayan O’Brien, beş yıl kadar önce ailesiyle Brezilya’da geçirdiği bir yıl süresince yazdığı şarkılardan oluşan

bir seçki hazırlayacak. Brezilya’da kaldığı zaman boyunca ülkenin kırsal

kesiminde oldukça basit bir hayat yaşadıklarını söyleyen O’Brien, Rio’daki Sambradrome’da gerçekleşen Karnaval’a

gittikten sonra yazdığı parçaların şekil değiştirdiğini, orada gördüğü toplu

atmosfer, insanlar ve müzikten, çoklu ritimlerden oldukça etkilendiğini ve

hissettiği coşkuyu da müziğine taşıdığını söyledi.

Fransız sirkinin Tom Waits ile başı dertteTom Waits, geçtiğimiz aylarda kendisine yaraşır ilginçlikte bir haberle gündeme geldi; şarkıcı, bir Fransız sirkiyle davalık hâlde. Avangart Fransız sirk yıldızı Bartabas the Furious’un (Clément Marty) sahnelediği son gösterisi, atlı opera On Achève Bien Les Anges, Tom Waits’in on altı kadar parçasına yer veriyor. Şarkılarının izinsiz olarak ve uygunsuz bir şekilde kullanıldığını söyleyen ve bu günlerde ikinci defadır sirki kapatmaya uğraşan Waits, Fransa’daki gösteriyi engelleyememiş olsa da şu günlerde sirkin İngiltere’yi turlamasını durdurmaya çalışıyor. Waits, uzun yıllardır müziğini hiçbir reklama vermediğini ve Bartabas’ın işlerinin bütünlüğünü zedelediğini söylerken, Bartabas ise Waits ile irtibata geçmeye çalıştığını ve şarkıların telif haklarını ödediğini savunuyor.

Müzik Dünyasından Havadisler

Page 11: ZORLU PSM MAG. 06

Otuz sekiz yıllık bir aradan sonra yeni Chuck Berry albümü yoldaGeçtiğimiz günlerde doksanıncı

yaşını kutlayan efsanevi rock‘n’roll sanatçısı Chuck Berry, doğum gününde, otuz sekiz yıllık bir aradan sonra ilk uzunçalarını

yayınlayacağını açıkladı. Chuck ismini taşıyacak olan kayıt, Berry’nin

elli sekiz yıllık eşi olan Themetta Berry’ye adanacak ve albümde Berry’nin çocukları Charles ve

Ingrid’de enstrümanlarının başında boy gösterecek. Açıklamaya

göre Dualtone etiketiyle yayınlanacak olan Chuck, Berry’nin

prodüktörlüğünü üstlendiği ve kendisi tarafından yazılmış yeni

parçalardan oluşuyor ve muhtemelen de Chuck Berry’nin son albümü

olarak karşımızda duruyor. Bundan önce sanatçının “Johnny B. Good”

adlı parçası uzaya gönderilmiş, kendisi de 1979 yılında en son Rock

It adlı uzunçalarını çıkarmıştı.

Chess Records’ın kurucularından Phil Chess aramızdan ayrıldıChicago blues’unun efsanevi isimlerini dünyayla buluşturan Chess Records’ın kurucularından Phil Chess, doksan beş yaşında hayatını kaybetti. 1928 yılında Amerika’ya geldikten sonra bir kilisenin duvarlarının ardında duyduğu müzik seslerinden etkilenerek abisi Leonard ile beraber Chicago’nun güneyinde plak şirketini başlatan Chess; Muddy Waters, Etta James, Chuck Berry, Bo Diddley, Howlin’ Wolf, Buddy Guy ve Little Walter dâhil olmak üzere onlarca ismin müziğini yayınlamış, daha sonraki dönemde rock‘n’roll’a ve İngiltere’deki British Invasion’a ilham olacak blues akımına kapıları açmıştı. 1951 yılında da Jackie Brenston and His Delta Cats’in tarihteki ilk rock kaydı sayılan Rocket 88’ini yayınlayan şirket, aynı zamanda caz, gospel, soul, rockabilly ve country türlerine de kucak açmıştı.

Phil

Chess

(sold

a), ş

arkı

cı Et

ta Ja

mes

ve p

rodü

ktör

Ral

ph B

ass i

le bi

rlikt

e.

Page 12: ZORLU PSM MAG. 06

ZORLU PSM MAG. 23 Ka s ım -A ra l ı k

Prokofiev’in balesiRus besteci Prokofiev’in Romeo ve Juliet’i, anlattığı trajedinin kendisi

kadar dramatik ve zorlu bir süreçten geçerek sahnedeki yerini aldı.

Sıklıkla Sovyet sansürüne uğrayan ve Prokofiev’in hayal ettiği mutlu

son ve çeşitli deneysel unsurları zorla değiştirilen proje, uzun

uğraşlar sonunda, bugün bildiğimiz hâliyle ilk olarak 1940 yılında

Leningrad’da Leoniad Lavrovsky’nin koreografisiyle seyirci karşısına çıktı.

O dönemden bu yana birçok kez farklı koreograflar tarafından yeniden ele alınan, klasik repertuvarların artık

vazgeçilmezlerinden olan bu balenin en çok konuşulan prodüksiyonlarından bir tanesi, 1965 yılında Margot Fonteyn ve

Rudolf Nureyev’i bir araya getirmişti. Müzikolog Simon Morrison’un

yardımlarıyla da Prokofiev’in gerçek vizyonu, orijinal hâliyle ilk defa 2008

yılında New York’ta sahnelendi.

West Side StoryRomeo ve Juliet’i Verona’dan New York sokaklarına taşıyan West Side

Story, 1957’de Broadway sahnesindeki yerini aldığında hem müzikallerin

gidişatını değiştirdi, hem de bir daha dünya sahnelerinden eksik olmadı.

1950’lerde, şehrin Upper West Side mahallesinde yaşayan Portorikolu

Sharks ve beyaz Jets çetelerinin çatışmalarını ve genç Maria ile

Riff ’in arada kalan aşklarını anlatan müzikal, ele aldığı güncel ve politik

içerikle de büyük yankı uyandırdı. West Side Story’nin müzikleri Leonard

Bernstein, sözleri ise Stephen Sondheim tarafından kaleme alınmış,

müzikalin koreografisi de Jerome Robbins tarafından yapılmıştı. Sahneye

çıkışının dört yıl ardından beyaz perdeye taşınan müzikal, Natalie

Wood ve Russ Tamblyn’i rollerinde ölümsüzleştirmekle kalmayıp on tane

de Oscar ödülüne layık görülmüştü.

Romanoff and JulietPeter Ustinov’un uzun yıllar kenarda unutulmuş Soğuk Savaş taşlaması Romanoff and Juliet ise hikâyesini diplomatik ilişkiler üzerinden şekillendiriyor. 1958 yılında sahne için yazılan (ve iki Tony ödülüne aday olan), üç yıl sonrasında ise başrollerinde Sandra Dee ve John Gavin ile sinemaya uyarlanan Romanoff and Juliet, Concordia adında, Doğu Avrupa’da bulunan, uydurulmuş ufak bir ülkede geçiyor. Sovyet ve Amerikan Büyükelçilerinin ülke başkanını yanlarına çekme uğraşlarının anlatısı politik gündeme göndermelerle dolup taşarken, hikâyenin aşk tarafını da bu büyükelçilerin biri kapitalist biri komünist olan çocukları ekrana getiriyor.

Romeo + JulietAvustralyalı yönetmen Baz Luhrmann’ın 1990’ları birbirine katan bu Shakespeare uyarlaması, Leonardo DiCaprio ve Claire Danes’i genç âşıklar rolünde, klasik oyunu da MTV estetiğine uyarlanmış hâliyle ekranlara taşıdı. 1996 tarihli bu yapım oldukça uzun bir aradan sonra Shakespeare’in lisanını modern bir düzenlemede, Verona sahilinde, silahlar, arabalar ve dövmeler eşliğinde yepyeni bir nesle sundu. Film, Radiohead, Garbage ve the Cardigans gibi gruplara yer veren soundtrack’iyle de bir hayli ses getirdi.

türlü hikâye eşliğinde

ROMEO VE JULIET

William Shakespeare’in klasik trajedisi Romeo ve Juliet ve savaşan aileleri yüzünden çocuklarının ölümle sonuçlanan aşkları, yüzyıllardır farklı şekillerde canlandırılan, anlatılan ve okutulan hikâyelerden. Bu uyarlamaların en sevilenlerinden biri olan West Side Story 1-18 Mart 2017 tarihleri arasında Zorlu PSM’ye gelirken, bu eski dramın şekil değiştirmiş formlarına ve en ilginç, unutulmuş yapımlarına göz atıyoruz.

Yazı Leyla Aksu

*West

Sid

e Sto

ry, 1

-18

Mar

t 201

7’de Z

orlu

PSM

Ana

Tiy

atro

’da.

West

Sid

e Sto

ry

Page 13: ZORLU PSM MAG. 06

ZORLU PSM MAG. 25 Ka s ım -A ra l ı k

Tromeo and JulietAynı yıl Troma Entertainment tarafından hazırlanmış ancak bahsi çok daha az geçmiş bir uyarlama da; Tromeo and Juliet. Düşük bütçeli bir B-filmi tadında, punk, anarşi, cinsellik, vahşet ve Shakespeare’i çarpıcı bir karışımda sunan film, Manhattan’da yaşayan Capuletler ve Queler arasında yaşanan çekişmelerin üzerine inanılmaz bir uygunsuzluk ve Motörhead grubundan da Lemmy’i katıyor. Aslında beklenmeyen bir başarı yakalayan bu yeraltı yapımı, arthouse sinemalarda ve Cannes Film Festivali dâhil olmak üzere dünyanın birçok yerinde uzun süre gösterildi.

Romeo Must Die2000 yılında sinemalara gelen Romeo Must Die ise âşıklarının hikâyesini aksiyon türüyle harmanlayan onlarca adaptasyondan yalnızca bir tanesi. Romeo ve Juliet’ten çok West Side Story’e gönderme yapan ve başrollerinde Jet Li ve Aaliyah’nın yer aldığı film, intikam gütmek için Çin’den Amerika’ya gelen eski bir polise odaklanıyor. Filmin kendisi çok büyük bir başarı yakalayamasa da dövüş sahnelerinin koreografisi ve Destiny’s Child, Timbaland, Magoo ve Ginuwine gibi R&B ve hip-hop sahnesinden büyük isimlere yer veren müzikleri büyük ilgi gördü.

Ha-Buah (The Bubble)Eytan Fox’un yönetmenliğini yaptığı 2006 tarihli İsrail bağımsız yapımı Ha-Buah ise iki gencin trajik hikâyesini yeniden beyaz perdeye, bu sefer günümüz Tel Aviv’ine taşıdı. Romantik komedi ve politik dram arasında seyreden bu yapım, yirmili yaşlarında bir grup genci, İsrailli Noam ve Filistinli Ashraf ’ın aşkını ve yaşadıkları nahif yaşamlardan uzaklaşarak yavaş yavaş gerçeklerle yüzleşmelerini konu ediyor. Bir yandan farklı cinsel kimliklere ve ırklara karşı ayrımcılığı ele alan, bir taraftan da kin ve şiddetin kısır döngüsünü inceleyen film, 2007’de !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde gösterilmişti.

The People vs. Friar Laurence, the Man Who Killed Romeo

and Julietİki saatlik bir müzikal olarak yazılan

bu komedi adaptasyonu, orijinal oyunun bittiği yerden başlayarak iki genci evlendiren ve akabinde tiyatro

boyunca ölümlerinden sorumlu tutulan kederli Friar Laurence’ın

yaşadıklarını anlatıyor. Bir mahkeme salonunda geçen bu hararetli devam

oyununda, bahtsız papaz, kızgın Veronalılar karşısında suçsuzluğunu kanıtlamaya çalışıyor. Phil Swann ve

Ron West tarafından yazılan ve hiciv, klasik trajedi ve skeç komedisini bir

arada sunan yapım, Second City ve Chicago Shakespeare Tiyatrosu

tarafından sahnelendi.

Warm BodiesBilim kurguyla klasik edebiyatın sık sık karşılaştığı günümüzde Shakespeare klasiğini zombilerle buluşturan Warm Bodies, çoğunlukla yaşayanların hüküm sürdüğü bir dünyada, yaşayan bir kızı kurtaran ve yavaş yavaş insanlaşmaya başlayan zombi R’ı takip ediyor. Isaac Marion’un 2010’da yayınlanan romanından 2013 yılında beyaz perdeye uyarlanan hikâye, ikilinin arasında gelişen ilişkiyi komik bir dille anlatıyor. Nicholas Hoult, Teresa Palmer, John Malkovich ve Dave Franco gibi oyuncuları kadrosunda toplayan Warm Bodies’in devam filmi de yolda.

Still Star-CrossedScandal ve Grey’s Anatomy dizileriyle televizyon ekranlarının vazgeçilmez ismi Shonda Rhimes’ın prodüktörlüğünü üstlendiği bu yepyeni dizi, yine Romeo ve Juliet’in ölümünün ardından yaşananları, 16. yüzyıl Verona’sına geri dönerek ele alıyor. Melinda Taub’un kitabından uyarlanan ve önümüzdeki sezon seyirciyle bulaşacak olan bu yapım, Juliet’in kuzeni Rosaline’in, iki aile arasında barışı sağlamak için Benvolio ile evlendirilmesiyle açılışı yapıyor.

Rom

eo M

ust D

ie

Romeo + Juliet

Page 14: ZORLU PSM MAG. 06

ZORLU PSM MAG. 27 Ka s ım -A ra l ı k

JEROME ROBBINSYazı Yetkin Nural

2017 Mart ayında Zorlu PSM sahnesinde izleyeceğimiz, 20. yüzyılın en önemli ve ünlü müzikallerinden olan West Side

Story’nin arkasındaki deha Jerome Robbins’in altmış yıllık bereketli kariyerine göz atıyoruz.

bir ustanın izinde

Amerika sinema, tiyatro ve dans sahnesinin en önemli isimlerinden biri olan Jerome Robbins, 1918 New York doğumlu. Yirmili yaşlarında hem bale

hem de Broadway şovları ekseninde dans kariyerine atılan Robbins,

otuzlarına girmeden de ilk koreografi işlerini üretmeye başlamış. Dansçı,

balet, yönetmen ve tiyatro yapımcısı olarak üretim gösteren, çıkardığı iş ve performanslarla başta beş Tony ve iki

Oscar olmak üzere sayısız ödül kazanan Robbins’in 1930’lardan 1990’lara

uzanan kariyerine dans, bale, müzikal ve beyazperde eksenlerinden bakıyoruz.

Dans ve BaleFinansal sebeplerle yarıda bırakılan

bir kimya eğitiminin hemen ardından lisede başladığı dansa tam zamanlı

olarak geri dönen Robbins, 1930’lu yıllarda zamanını bale, modern dans,

İspanyol dansları, Asya dansları ve dans kompozisyonu eğitimi alarak geçirdi.

1937’de Camp Tamiment isimli bir tatil beldesinde sahne almaya başlayan ve buradaki eğlence programı için ufak

rutinler üreten Robbins, bir diğer yandan da Broadway’de koro dansçısı olarak ilk performanslarını göstermeye başlamıştı.

Broadway’de gösterdiği performanslarla Amerikan balesinin babası olarak bilinen

George Balanchine’nin dikkatini çeken ve 1940’da o zamanlar Ballet Theatre

olarak bilinen Amerikan Ballet Theatre’de kadroya giren Robbins kısa sürede baş

solocu seviyesine yükselerek Antony Todor’un Romeo ve Juliet’i, Michael Fokin’in Bluebeard’ı gibi balelerdeki

rolleriyle yıldızını iyice parlattı.

1944 sezonunda Ballet Theatre için Fancy Free isimli bir bale koreografisi

hazırlayan Robbins, bu balenin müzikleri için o dönem henüz çok tanınmayan ve

daha sonra West Side Story de dâhil olmak üzere pek çok projede beraber çalışacağı

klasik müzik dehası Leonard Bernstein ile ilk işbirliğine de imza atmış oldu. Fancy Free prömiyerini yaptığı 22 Nisan 1944 akşamı izleyicilerden inanılmaz bir beğeni toplayarak bale kadrosunun alkışlarla yirmi iki defa perde önüne çağrılmasına sebep verdi.

1940’lar bale dünyasının etkisinde kaldığı folk hikâyelerini ve bu hikâyelerin karakterlerinin teatral yönlerini takdir etse de, kendi farklı arayışlarını daha serbestçe deneyebildiği Broadway şovları ile bağlarını hiç koparmayan Robbins, 1944 yılında On the Town isimli Broadway müzikalinin koreografisini üstlendi.

1940’ların sonunda Ballet Theatre’dan ayrılarak George Balanchine ve Lincoln Kirstein’in yeni kurduğu New York City Ballet’de sanat direktörü olarak göreve başlayan Robbins, 1950’lerin ilk yarısında da aktif olarak devam ettirdiği dans ve bale kariyerini 1960’lara doğru yavaş yavaş terk ederek yönetmen, şov doktoru, koreograf ve yapımcı olarak sahne arkasına odaklandı.

Koreografi ve sahne arkası1944’de Fancy Free balesi ve On the Town müzikaliyle sahne sanatlarının geleceğini etkileyecek bir kariyerin başlangıcını işaretleyen Robbins, farklı disiplinlerin tekniklerini birleştirerek yarattığı kendine has tarzıyla hem bale hem de sahne şovlarının temel dokularında iddialı bir değişimin de öncülüğünü yapmış oldu.

“Bana hakkında dans edecek bir şey verin ve onun dansını edeyim.” - Jerome Robbins

Page 15: ZORLU PSM MAG. 06

Aralarında Fancy Free, Interplay (1945), The Guests (1949), Age of Anxiety (1950) ve The

Guests (1951) gibi hem New York Balesi’nin hem de dünyanın dört bir yanından bale

kumpanyalarının repertuvarında bulunan altmışın üzerinde bale eserine imza atan

Robbins, özellikle balenin klasik tekniğini modern hikâyelerle birleştiren eserleriyle

takdir topladı. 1950’lerin sonunda Ballets: USA adı altında kendi şirketini kuran

Robbins, 1961’de bu grubu dağıtarak araya giren çeşitli projeler sonrasında 1969’da

New York City Ballet’ye geri döndü.

Kariyerinin Broadway ayağında da en az bale kadar üretken olan ve Amerikan

müzikallerinin stilize müzik ve dans antolojilerinden, konu, karakter ve mesaj

içeren şovlara evrildiği bir dönemin yıldız isimlerinden biri hâline geldi. Ayrı bir başlık

altında detaylarına bakacağımız West Side Story (1957) Robbins’in dünya çapında

bir üne kavuşmasını sağlamış olsa da, koreograf veya yönetmen olarak yer aldığı

klasikler bu efsanevi müzikalle sınırlı değil. Robbins’in En İyi Koreografi dalında ilk

Tony Ödülü’nü kazandığı High Button Shoes (1947) müzikalinden, beş Tony ve üç Drama

Desk ödüllü yönettiği son oyun Jerome Robbins’ Broadway’e (1989) uzanan prestijli eser listesinde The King and I (1951), Gypsy

(1959) ve Fiddler on the Roof (1964) gibi pek çok unutulmaz modern klasik yer alıyor.

Yarattığı eserlerle talepkâr, mükemmeliyetçi zihniyetini de ortaya koyan, bir koreograf

ve yönetmen olarak kök söktüren, sert tarzıyla bilinen Robbins’in provalardaki haşin tavırları da dans çevrelerinde bir efsane hâline geldi. Kendi eserlerinde sahne alan dansçıların tüm rolleri ve koreografileri öğrenmesini isteyen ve rolleri ancak herkes her şeyi öğrendikten sonra dağıtan Robbins’in sahnesinde, ünü ve ismi ne olursa olsun, koreografiyi öğrenmekte zorlanan hiçbir dansçı ve oyuncuya yer olmadı.

Jerome Robbins’in kendi ismiyle imza attığı bale ve Broadway eserlerinin yanı sıra isimsiz olarak destek sağladığı, sektörün terimiyle “şov doktorluğu” yaptığı pek

çok yapım da bulunuyor. Dönemin eğlence sektöründe hem reddedilen, hem de kendi haricinde yapılan, şehir dışı denemelerinde yeterli izleyici toplayamayan veya negatif eleştiriler alan pek çok şovun radikal değişiklerle yeniden yaratılmasında büyük paya sahip olan Robbins, bu “şov tedavilerinden” genelde kredi almamayı tercih etti.

Sahnede ve Beyazperdede: West Side StoryJerome Robbins’in başyapıtı olarak bilinen West Side Story 1957 yılında Broadway’de sahnelendiğinde, karanlık teması, sofistike müziği,

uzun dans koreografileri, sosyal mesajları ve etnik çeşitliliğe sahip oyuncu kadrosuyla Amerika müzikli tiyatro geleneğinde önemli farklılıklar gösterdi.

1957’deki orijinal prodüksiyonuyla koreografi ve set tasarımı dallarında iki Tommy kazanan West Side Story, Jerome Robbins ve Robert Wise yönetmenliğinde beyazperdeye uyarlandıktan sonra da aday olduğu on bir dalın onundan Oscar ödülüyle döndü. Sinema tarihinin en önemli müzikallerinden biri olan bu uyarlama, Robbins ve Wise’a kendilerinden sonra bir de Coen Kardeşler’in kazandığı iki kişiye verilen ilk En İyi Yönetmen Oscar’ını kazandırdı. Böylece Robbins, aynı zamanda, tarihte ilk filmiyle Oscar kazanan çok az sayıda yönetmenin arasına da girmiş oldu.

“Ben her formun içinde biçim olarak ona ait olan şeyleri ters çeviriyorum.

Konu ve pantomimler bir ihtiyaç olabilir, ancak bale

onlarsız da olur.” - Jerome Robbins

“Zor olduğumu biliyorum. Hislerinizi inciteceğimi de biliyorum. Fakat ben böyleyim.” - Jerome Robbins

“Dans, sanatların totem direğinde aşağılarda kalıyor çünkü bittiğinde elinizde kalan bir resim, sizinle kalacak bir kitap, bakabileceğiniz bir skor yok.” - Jerome Robbins

ZORLU PSM MAG. 29 Ka s ım -A ra l ı k

Page 16: ZORLU PSM MAG. 06

ZORLU PSM MAG. 31 Ka s ım -A ra l ı k

EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDE

BİYA

T VE

BEY

AZ P

ERDE

NİN

ÜNLÜ

CAD

ILAR

I EDE

BİYA

T VE

BEY

AZ P

ERDE

NİN

ÜNLÜ

CAD

ILAR

I ED

EBİY

AT V

E BE

YAZ

PERD

ENİN

ÜNL

Ü CA

DILA

RI E

DEBİ

YAT

VE B

EYAZ

PER

DENİ

N ÜN

LÜ C

ADIL

ARI

EDEB

İYAT

VE

BEYA

Z PE

RDEN

İN Ü

NLÜ

CADI

LARI

EDE

BİYA

T VE

BEY

AZ P

ERDE

NİN

ÜNLÜ

CAD

ILAR

I ED

EBİY

AT V

E BE

YAZ

PERD

ENİN

ÜNL

Ü CA

DILA

RI

01

THE WICKED WITCH OF THE WESTTHE WONDERFUL WIZARD OF OZ

L. Frank Baum’un 1900 yılında yayınlanan ve sonrasında onlarca farklı uyarlaması yapılan The Wonderful Wizard Of Oz kitabının kötü karakteri olan The Wicked Witch Of The West (Batının Kötü Cadısı), 20. yüzyıl edebiyatının en bilindik

cadılarından biri. Aralarında karga, kurt ve arıların da bulunduğu çeşitli canlıları kontrol edebilen ve güçlerini bu canlılar vasıtasıyla kullanabilen cadı, kitabın ana karakteri Dorothy’deki gümüş ayakkabıları elde etmek için her şeyi yapmayı göze almıştır. Sinema filmi, animasyon, müzikal, çizgi roman gibi sayısız farklı formatta karşımıza çeşitli temsilleriyle çıkan The Wicked Witch Of The West, Scooby-Doo,

The Muppets ve Tin Man gibi serilerin çeşitli bölümlerinde de görülmüştü.

02

SCARLET WITCH MARVEL

Marvel çizgi romanlarının en popüler kadın karakterlerinden biri olan Scarlet Witch, ikiz erkek kardeşi Quicksilver’la birlikte ilk başlarda Magneto’nun kötü kardeşliğinde yer alır ve X-Men’e karşı mücadele eder. Jack Kirby ve Stan Lee ikilisinin yarattığı ve ilk olarak 1964 yılında bir X-Men çizgi romanında karşımıza çıkan Scarlet Witch’in Magneto’nun çocuğu olduğu da sonradan öğrenilir. Magneto’nun yakalandığı dönemde Avengers’a katılan Scarlet Witch, doğduğu gün bir kaos tanrısı olan Chthon tarafından dünyaya hükmedecek bir vücut olarak seçilir ve sınırları olmayan güçlere sahip olur. Marvel’ın sinematik evreninin son yıllardaki yapımlarında Elizabeth Olsen tarafından canlandırılan karakter, her şeyin şeklini değiştirebildiği gibi zamanı bükme yetilerine de sahiptir.

Wicked müzikali öncesi

EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI

11 Ekim-5 Kasım 2017 tarihlerinde Zorlu PSM’de sahnelenecek heyecan verici Broadway müzikali Wicked, L. Frank Baum’un

klasik kitabı The Wonderful Wizard Of Oz’u, Oz’daki cadıların perspektifinden anlatıyor. Biz de bu vesileyle, bugüne dek çeşitli sinema filmi, kitap ve tiyatro oyunlarında karşımıza çıkmış ve

akıllarda yer etmiş cadıları hatırlıyoruz.

Yazı Cem Kayıran -- İllüstrasyon Sadi Güran

Page 17: ZORLU PSM MAG. 06

ZORLU PSM MAG. 33 Ka s ım -A ra l ı k

EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDE

BİYA

T VE

BEY

AZ P

ERDE

NİN

ÜNLÜ

CAD

ILAR

I EDE

BİYA

T VE

BEY

AZ P

ERDE

NİN

ÜNLÜ

CAD

ILAR

I ED

EBİY

AT V

E BE

YAZ

PERD

ENİN

ÜNL

Ü CA

DILA

RI E

DEBİ

YAT

VE B

EYAZ

PER

DENİ

N ÜN

LÜ C

ADIL

ARI

EDEB

İYAT

VE

BEYA

Z PE

RDEN

İN Ü

NLÜ

CADI

LARI

EDE

BİYA

T VE

BEY

AZ P

ERDE

NİN

ÜNLÜ

CAD

ILAR

I ED

EBİY

AT V

E BE

YAZ

PERD

ENİN

ÜNL

Ü CA

DILA

RI

04

06

07

WITCH OF THE WASTE HOWL’S MOVING CASTLEİngiliz yazar Diana Wynne Jones’un aynı isimli romanından Hayao Miyazaki tarafından anime olarak sinemaya uyarlanan Howl’s Moving Castle, Studio

Ghibli’nin en popüler yapımları arasında. Kitap ve filmin kötü karakteri olan Witch Of The Waste (İsraf Cadısı), hikâyenin başlangıcından onlarca yıl önce yer yüzüne düşen bir yıldız tarafından lanetlenerek bir cadıya dönüşür. Genç ve yetenekli bir büyücü olan Howl’a saplantılı bir şekilde bağlı olan Witch Of The Waste, ona yaklaşan her kadını kendine has yöntemlerle cezalandırır. Howl’s Moving Castle’da da bu cadıyı, Sophie isimli genç bir kızı doksan yaşında yaşlı bir kadına dönüştürürken görüyoruz.

MATER SUSPIRIORUM SUSPIRIAİtalyan yönetmen Dario Argento’nun Suspiria, Inferno ve The Mother of Tears filmlerinden oluşan The Three Mothers üçlemesinin en yaşlı ve donanımlı cadısı olan Mater Suspiriorum, güçleri yüzünden 1800’lerin sonlarında Avrupa’daki birçok ülkede sürgüne yollanmıştır. Gerçek adı Helena Markos olan Mater Suspiriorum, telekinezi ve görünmezlik gibi güçlere sahiptir ve Almanya’da konumlanan bir cadılar meclisinin de kurucusudur. 1900’lerin başında kendisinin öldüğüne dair bir söylentinin dolaşmasını sağlayan ve uzun yıllar faaliyetlerini gizli bir şekilde sürdüren Mater Suspiriorum, onlarca yıl sonra aynı zamanda bir balerin olan beyaz bir cadı tarafından öldürülür. Ölümünün ardından kurucusu olduğu meclis de yok olur.

03

AGNES NUTTER GOOD OMENSFantastik edebiyatın iki önemli figürü Neil Gaiman ve Terry Prachett’ın birlikte yazdığı Good Omens, 1990 yılında yayınlanmış bir fantastik-komedi. Şeytan’ın oğlunun doğması ve kıyametin yaklaşmasıyla birlikte, 17. yüzyılda yaşamış bir cadı olan Agnes Nutter’ın kehanetlerinin hepsinin doğru çıktığı anlaşılır. Olayların gerçekleştiği döneme uygun olmayan bu yazıların anlaşılmazlığının üzerine, gizli güçlerle ilgilenen ve Nutter’in uzaktan akrabası olan Anathema Device, kehanetlerde anlatılanları ortaya çıkarmaya koyulur. Kitapta anlatılanlara göre Agnes Nutter, 17. yüzyılda yaşadığı kasabadaki halk tarafından yakılarak öldürülmüştür. Yakılmadan önce vücudunun çeşitli noktalarına barut paketleri saklayan cadı, kendisinin yakılmasıyla birlikte kasabanın da kül olmasına sebep olur.

05

HERMIONE GRANGER HARRY POTTERJ.K. Rowling’in 2000’lere damgasını vuran kitap serisi Harry Potter’ın ana karakterlerinden biri olan Hermione Granger, anne ve babası dişçi olan alışılmışın dışında bir cadı. Yakın arkadaşları Harry Potter ve Ron Weasley’le atıldığı maceralarda özellikle pratik zekâsıyla ön plana çıkan Hermione, okulda da en başarılı öğrencilerden biridir. Fakat kapasitesi ve yetenekleri bazı öğretmenleri tarafından tehdit olarak görülür. Harry Potter filmlerinde Emma Watson’ın canlandırdığı Hermione’in ismi bir William Shakespeare eserinden geliyor.

MALEFICENT SLEEPING BEAUTYSon olarak başrolünde Angelina Jolie’yi izlediğimiz sinema uyarlamasıyla karşımıza çıkan Maleficent, özellikle Disney’in en popüler yapımlarından Sleeping Beauty’nin kötü karakteri olarak tanınan bir cadı. Grimm Kardeşler’in Sleeping Beauty romanındaki kötü karakterden yola çıkarak Marc Davis tarafından yaratılan Maleficent, inandığı bir kişi tarafından ihanete uğradıktan sonra kalbinin taşa dönüşmesiyle birlikte cadıya dönüşmüştür. Çeşitli Disney yapımları ve kitaplarda zalim ve

korkutucu bir karakter olarak lanse edilen Maleficent, 2014 yılında vizyona giren ve kendisinin yakalandığı laneti konu eden filmdeyse biraz daha sempatik bir yorumlamayla karşımıza çıkmıştı.

Page 18: ZORLU PSM MAG. 06

ZORLU PSM MAG. 35 Ka s ım -A ra l ı k

*Aud

iofly

, 18

Kas

ım’da

Zor

lu P

SM S

tudi

o’da.

bilm

edik

lerin

iz

AUDI

OFL

Y

03Middleton ve Saporito 2007 yılında

Supernature ismini verdikleri kendi plak şirketlerini kurmuştu.

Audiofly’ın Supernature şirketinin bir küçük kardeşi olarak kurguladığı ve

ikilinin sevdiği daha deneysel ve minimal müzikleri yayınladıkları, Maison D’Etre isimli bir plak şirketi daha bulunuyordu.

05Audiofly’ın Alman ikili M.A.N.D.Y ile

gerçekleştirdiği ortak bir projesi var.Philipp Jung ve Patrick Bodmer’den oluşan

M.A.N.D.Y ile Audiofly’ın birleşimiyle kurulan MANFLY, özellikle Flying Circus

partilerinde pisti her defasında sallayan setleriyle biliniyor.

01

İspanya merkezli elektronik müzik ikilisi Audiofly, İngiliz Anthony Middleton ve

İtalyan asıllı Luca Saporito’dan oluşuyor. 2002 yılında Doğu Londra’da bir barda,

ortak bir İtalyan arkadaşlarının vasıtasıyla tanışan, sonrasında Audiofly ismiyle parça üretmeye ve kulüplerde çalmaya başlayan

ikili on dört senelik uzun ve oldukça üretken bir işbirliğine sahip.

04

Audiofly aynı zamanda organize ettikleri dünya çapında otuzdan fazla şehirde gerçekleşen Flying Circus partileriyle de bir hayli meşhur. Bugüne kadar otuzdan fazla şehirde gerçekleşen, 2014 yılında İstanbul’a da uğrayan ve aynı zamanda bir plak şirketi olarak da üretimlerini sürdüren Flying Circus, bu sene onuncu yaşını kutluyor.

06

Neredeyse tüm zamanlarını stüdyonun içinde ve kabinden kabine turlayarak geçiren ikili, müzikle haşır neşir olmadıkları zamanlarda farklı ilgi alanlarına sahip. Middleton haftanın dört günü mutlaka yoga ve meditasyon yaptığını, aynı zamanda yılda en az bir kere müzik seyahatlerinden bağımsız bir tatile çıktığını söylüyor. Saporito ise yemek yaparak ve sık sık farklı belgeseller izleyerek kafa dağıtıyor.

02

İlk albümleri Follow My Liebe’i tanışmalarından tam dokuz sene sonra, 2011 yılında Get Physical etiketiyle yayınlandı.2015’de yeni albümleri üzerinde çalıştıklarını açıklayan ikili, bu albümün ilkine göre daha sinematik bir temaya oturacağını ve albümün sonrasında buna uygun bir canlı şov tasarlayacaklarını söylüyor.

07

Kendi parçalarının yanı sıra sık sık diğer müzisyenlerin parçalarına yaptıkları

remikslerle de ilgi toplayan Audiofly’ın en çok remikslemek istediği sanatçılar

seçkisi oldukça ilgi çekici. Thom Yorke’un müziğine, Roisin

Murphy’nin mikrofon ustalığına hayran olan ikili, eğer bir şekilde yayınlanmamış

bir parçası çıkarsa Nina Simone’a da remiks yapmanın muazzam bir deneyim

olabileceğini düşünüyor.

Page 19: ZORLU PSM MAG. 06

ZORLU PSM MAG. 37 Ka s ım -A ra l ı k

Küçük yaştan beri müzikle iç içesin. İlk müzik kahramanların kimler?

Ben daima öncelikle bir şarkıcı olduğumu düşündüm. Hep de öyle

oldum. Bu yüzden herhangi bir şarkıya yaklaşırken sözler benim için muazzam bir önem taşıyor.

Müzik kahramanlarım da harika söz yazarlarından oluşuyor. Leonard

Cohen, Bob Dylan, Joni Mitchell, Carole King, Paul Simon, Peter

Gabriel, Jerome Kern, Dorothy Fields, Woody Guthrie... Hepsinin şarkıcı olmamdaki etkisi çok büyük. Onlar

da büyük ihtimalle, Duke Ellington, Cole Porter, Fats Waller, Marvin

Gaye, Stevie Wonder, Billy Strayhorn, Thelonious Monk ve The Three B’s gibileri olmasa şarkıcı olamazlardı.

Son albümün Secular Hymns’ı samimi bir ortamda, canlı olarak

kaydettin. Çok basit ve mükemmel bir karar. Bu kararı nasıl aldın?

Albümün isminden yola çıkarak (Seküler İlahiler) özgürlük ve

müzik yapma arasında kurduğun ilişkilerden biraz bahsedebilir misin?

Albümü neden Secular Hymns (Seküler İlahiler) olarak

adlandırdığımı, şarkıları nasıl seçtiğimi, bu şarkı yazarlarının bana ne ifade ettiğini ve bunun

neden benim için çok özel bir proje olduğunu uzun uzun anlatmak

istiyorum... Albüme Secular Hymns ismini verdim çünkü kayıtları

Oxfordshire’da, Norman mimariye sahip ufak bir kilisede yaptık ve aynı

zamanda orada yaşayanların gelip izleyebildiği bir performans olarak tasarladık. Tamamladığımızda ise

insanlar yanımıza gelip odayı ruhani bir hümanizmle doldurduğumuzu söyledi. O güne kadar aldığım en

güzel iltifattı ve albümün isminin bu deneyimimiz ve bu duygulara uygun

olması gerektiğini düşündüm. Bunları karşıladığını umuyorum...

Şarkılara gelince; gitarist Jon Herington ve kontrbasçı Barak Mori ile triomuzun repertuvarını oluşturmak için iki yıldır çalışmaktayız. Sanırım bu albümde Willie Dixon’ın “If the Sea Was Whiskey”, Allen Toussaint’ın “Everything I Do Gonh Be Funky” ve Sister Rossetta Tharpe’ın “Shout Sister Shout” parçalarında olduğu gibi özgün vokal performanslarının peşinden gitmemiz için bizi blues ve blues’da vokallerinin ne kadar çok söz söyleyebildiğine duyduğum ilgi yönlendirdi. Bunların yanı sıra vokal bölümlerinde özel unsurlara yer veren, müzikle ilgili kararların yanı sıra içinde çok özel hikâyeler barındıran birtakım parçalara da albümde yer verdik. Tom Waits’in “Tango Till They’re Sore”u ve Linton Kwesi Johnson’ın “More Time”ı böyle şarkılar... Bazı şarkılar da yıllar içindeki turnelerimiz sırasında şekillendi. Örneğin “Hard Times”ı dâhil etmemizin sebebi Detroit, Michigan’da gerçekleştirdiğimiz bir Noel konseriydi.

Tom Waits, Townes van Zandt ve Allen Toussaint gibi müzisyenler bize şu an anlatabileceğimden çok daha fazla şey kattılar. Ama yine de kendi adıma onlardan edindiklerimi biraz tarif etmeye çalışacağım. Townes Van Zandt’in parçasını bir yönetmen sayesinde keşfettim. “The Highway Kind”ı ilk duyduğumda tercih edilmiş yalnızlığı kutsayan bir şarkı olduğunu hissettim. Gerçek anlamda yalnız bir insanın ne yapacağına dair ahlaki ikilemleri çok güzel bir şekilde aktarıyordu ve bana özgürlük kavramıyla, sıradan olmakla, sınırları kabullenmekle ilgili çok şey öğretti. Tom Waits’in ise bana kaos kavramıyla ilgili çok şey öğrettiğini düşünüyorum. Sanki güvertede duruyor ve hepimizin içinde olduğu, her an devrilebilecek, kaptanı olmayan bir geminin kendi kendine dönen dümenini işaret ediyor. Bana kaosla ne kadar fazla mücadele etmek istediğimi hatırlatıyor ve ardından da onu kontrol etmenin imkânsız olduğunu gösteriyor.

*Mad

elein

e Pey

roux

, 5 A

ralık

’ta, G

aran

ti C

az Y

eşili

kap

sam

ında

Zor

lu P

SM A

na T

iyat

ro’da

.

romantizme mahkûm edilmiş bir ses

MADELEINE PEYROUX

5 Aralık’ta Zorlu PSM Ana Tiyatro’da izleyeceğimiz ABD’li caz vokalisti ve şarkı yazarı Madeleine Peyroux ile, 1980’lerde Paris sokaklarında başlayan müzik kariyeri, Eylül ayında yayınladığı,

yüreğiyle seslendirdiği özel bir repertuvara yer veren Secular Hymns adlı yeni albümü ve “kendini gerçekleştirme” macerası üzerine koyu bir

muhabbete daldık.

Röp Ekin Sanaç

Page 20: ZORLU PSM MAG. 06

ZORLU PSM MAG. 39 Ka s ım -A ra l ı k

Allen Toussaint’a gelince, benim için nezaketin simgesi gibi. Yaptığı her şeyi ruhumuzu hafifletmek için yapmış gibi. Bunu yapmayı nasıl başardığını gerçekten çok merak ediyorum. Allen aramızdan ayrıldığı için çok üzgünüm. Ama onun var olma biçimine tanıklık ettiğim her an onun zaten başka bir diyarda yaşamış olduğunu hayal ediyorum. Ondan seçtiğimiz parça çok özel bir şekilde başka bir evrensel fikri yansıtıyor ve albümdeki diğer şarkılar gibi bana kendini gerçekleştirme mesajı veriyor. Allen Toussaint ile birkaç kez bir araya gelme şansım oldu. Birkaç sene önce şarkılarımı dinleyip yorum yaparken bana karşı çok cömert davranmıştı. Asil olduğu kadar insani yönü kuvvetli ve cana yakındı da. Müziği ise gerçekten çok severdi. Onu çok özleyeceğiz.

Başkalarının şarkılarını kendi şarkıların hâline getirirken derinliklerini keşfetmek ve etüt etmek için ne gibi yöntemler izliyorsun?Beni bu anlamda etkileyen isimler arasında Serge Gainsbourg ve Edith Piaf ’ı sayabilirim. İngilizce şarkı söylemek adına Fransız şarkı yazarlarından öğrendiğim çok şey oldu. Fransızca, İngilizceye göre çok daha monoton bir konuşma dili. Bu nedenle de kelimelerdeki sessiz harfler çok daha fazla dikkat çekiyor. Gainsbourg gibi şarkı yazarları ses tekrarı kullanarak belirli fikirleri çok daha güçlü ifade etmeyi başarıyor. Sanıyorum ki biz İngilizce’de bunu pek yapmıyoruz. Bu yüzden şarkı söylerken bu yaklaşımı kullanmamda onun çok yardımı dokundu. Eminim, İspanyolca ya da Portekizce şarkılarda sesli harflere daha bile fazla odaklanılıyordur. Tüm bunların ritim üzerinde de etkisi oluyor. Hepsi için gerekli olan farklı bir es var. Ayrıca geleneksel dilde yazılmış Fransızca şarkı sözleri çok uzun cümleler kullanabiliyor. Ama argo ya da geleneksel olmayan şekilde yazıldıklarında daha az sürede daha fazla şey söyleyebiliyorlar. Benim için yazması en zor olan şey de bu; konuşma dilini şarkı sözüne dönüştürmek. Her dilde çevirisi mümkün olmayan şeyler olduğu da bir gerçek. O yüzden bir insan başka diller öğrenerek bir şarkı üzerinde müziğin kendisinin ne kadar fazla etkisi olabildiğini kavrayabilir. Çünkü bir şarkının bahsi geçmeyen yanlarının yaşadığı yer tam burasıdır.

Şarkı yazarlığına daha çok eğilmek gelecek planların arasında mı?Her müzisyen hayatını canlı performanslar aracılığıyla kazanıyor. Seyirciyle doğrudan iletişim kurduğumuz yerler de konserler. Ben aynı zamanda konserlerde kendimi evimde gibi hissediyorum. Sokakta çalmaktan bu kadar keyif almamın sebebi de her boşluğun sahneye ve her deneyimin beraberce yaşadığımız bir hikâyeye dönüşebilmesi. Şarkının bir araç olduğuna, müziğin bir araç olduğuna ve şarkıların şarkıcılar için bir araç olduğuna inanıyorum. Bu yüzden de zaman ilerledikçe bir şarkı formunun ne olduğunu daha ayrıntılı keşfedebiliyor olmalıyım. Bunu tarihsel olarak benim söylediğim şarkılarla sınırlandıramayacağımız kadar çok sayıda farklı düşünme biçimi söz konusu. Ayrıca, insan sesi kavramıyla sınırlı kalmadan, insan sesiyle ne gibi şeyler yapabileceğimizi çok merak ediyorum. İnsan sesine gerçekten çok inanıyorum ama günümüz pop şarkılarında insan sesi en önemsiz şeye dönüşebiliyor. Dolayısıyla bunu keşfetmek istiyorum. Neden sesimizle çok tuhaf şeyler denemeyelim ki? İnsanlar insan sesine daha çok odaklanabildiklerinde ne duyarlar? Ben bunu nasıl başarabilirim? Tüm bu meseleler yeni albümüm için çok önemli ve yazmak benim için bir şeyler denemenin doğal bir yolu gibi. Şarkılar benimle ve ne hissettiğimle ilgili çok dürüst hikâyeler anlatmanın yanı sıra duymak istediğim sesi çıkarmamın yollarını sunuyor. Etüt asla bitmiyor. Bu yüzden şarkı söylemeyi ve yazmayı hiç bırakmayacağım. Yazmak, kayıt yapmak, canlı çalmak, benim hayatım bu!

Farklı formlarda yazılar, şiirler yazmayı da sürdürüyor musun?

Şiirler, kısa hikâyeler yazıyor ve resim yapıyorum.

Müzik yapmaya sokakta başlamak müziğe olan yaklaşımını ve kim olduğunu ne şekillerde etkiledi?

Amerika’nın yanı sıra Fransa ve Avrupa’nın diğer yerlerinde yaşamış olmamın müzikal kimliğimdeki rolü yadsınamaz. Amerikan müziği ve kültürü özel bir güce

sahip. Babamın New Orleans’ta büyümüş olması müzik eğitimimin vazgeçilmez bir parçası oldu. Ancak Paris sokaklarındaki davetkâr ortamlar olmasaydı asla canlı

çalmayı öğrenemezdim. Sade yaşantılar en iyi müzikleri ortaya çıkarabiliyor. Paris’te yalnızca karnımızı doyurmak

ve ara sıra kahve içmek için müzik yapıyorduk. Çalma deneyiminin kendisi kadar önemli olan başka hiçbir

şey yoktu. Yeni kıyafetlere gerek yoktu. Daima ikinci el dükkânlarından alıyorduk. Kendi gitarımı alabildiğim

gün başka hiçbir şeye ihtiyacım kalmamıştı. Paris ya da New York gibi şehirlerde alışılagelmiş hayatlar sürmek

çok pahalı ama biz başka türlü yaşıyorduk. Sokak müzisyenleri olarak bizim kendi ortamımız vardı.

Erken dönem Paris anılarını düşünecek olursan şehrin en sevdiğin noktaları nerelerdi?Paris’in Latin Bölgesi sokaklarında şarkı söyleyen Madeleine Peyroux’dan geriye ne mi kaldı? Ben hâlâ oradayım. Müziğim hâlâ o tozlu sandaletlerin tabanından geliyor. Sesim hâlâ Sen Nehri’nin üzerinden sürüklenen rüzgârda yankı buluyor. Eğer romantizme mahkûm edilmezsem ben bir hiçim.

Sokak müziği ve sokak müzisyenleriyle ilgili gözlemlediğin en büyük yanlış kanı ne olabilir?İnsanlar sanatın gelişmesinin bir kültür ölçütü olduğunun farkına her zaman varamayabiliyor. İnsanların şarkı söyleyip dans ettiği yerlerde onlara destek olan harika topluluklar da oluyor. Paris sokakları 1980’lerde müzisyenlerle doluydu ve ben de orada bulunduğum için çok şanslıyım. Özgür olmanın iki yolu vardır derler; ya sokak sanatçısı olacaksın, ya da milyoner... Ama milyonerlik konusunda o kadar da emin değilim.

Page 21: ZORLU PSM MAG. 06

ZORLU PSM MAG. 41 Ka s ım -A ra l ı k

*Wev

al “L

ive”

ve G

idge

“Liv

e”, 1

0 A

ralık

’ta Z

orlu

PSM

Stu

dio’d

a.

bilm

edik

lerin

izW

EVAL

01

Weval, Hollandalı iki arkadaş olan

Harm Coolen ve Merijn Scholte’den

oluşuyor. Yolları 2010 senesinde

film okulunda kesişen ikili ilk olarak

beraber bir kısa film çekmeye karar

veriyor. Paylaştıkları bir diğer özelliğin

müzik yapma sevgisi olduğunu fark eden ikili, işbirliklerinin

rotasını bu noktada müziğe çeviriyor.

03

Geçtiğimiz Haziran ayında grubun kendi adını vererek yayınladığı ilk albüm Weval, Flemenkçede “şelale” anlamına geliyor. Müzik üretimlerinde dikkat çeken sinematik his ikilinin film kökenlerine işaret ederken, grubun ismi de farklı müzik türlerinin dijital bir potada eritilerek dönüştüğü güçlü ve epik akışa anlam katıyor.

02

2013 yılında yayınladıkları ilk EP

Half Life ile övgü toplayan Weval, bu çıkış

ile önemli kapılar açtı. Half Life EP’sinde yer

alan “Detian” parçasının ünlü yıldız Penolope

Cruz’un oynadığı Schweppes reklamının

müziği olmasıyla bilinirliği yükselen ikili, aynı zamanda bu EP ile elektronik müziğin en

önemli plak şirketlerinden Kompakt’ın dikkatini

çekti.

04

Beraber ürettikleri müziğin dikişsiz,

birleşik hissine rağmen ikilinin genç

yaşlarında müzikle olan ilişkileri oldukça farklı

geçmişlere dayanıyor. Coolen’ın müzik

macerası çalıştığı bir barda başladığı DJ’lik,

takiben kendi yaratmak istediği atmosfere yönelik remiksler, sonrasında ise bu

atmosfer etrafında sıfırdan ürettiği

parçalarla başlıyor. Scholte ise kariyerinin

başlangıcını özellikle film müziklerine, rock

gruplarına ve trip-hopa olan ilgisi ve Reason

isimli müzik programını keşfedişi olarak

işaretliyor.

06

Weval konseri öncesinde sahne alacak ilk isim, Londra’da yaşayan prodüktör ve DJ Sine Büyüka’nın projesi Villettemusic olacak. Villettemusic’in etkilendiği müzikler arasında kendisinden sonra sahne alacak Gidge grubu da var.

07Weval konseri öncesinde izleyeceğimiz ön gruplardan ikincisi, İsveçli Jonatan Nilsson ve Ludvig Stolterman ikilisinden oluşan Gidge’in ikinci albümü, Lulin, İsveç ormanlarında yaşayan, yalnız, gizemli ve hayali bir varlıktan ilham alıyor. Lulin aynı zamanda 2007’de Çinli bilim insanları Ye Quanzhi and Lin Chi-Sheng tarafından keşfedilen bir kuyruklu yıldızın ismi.

05

İlk albümlerini eski bir ilkokul binasının

çatı katına kurulan bir stüdyoda gerçekleştiren Weval, kayıtlar sırasında

eğlenceli bir rutin geliştirmiş.

Çalışmaya ara vermek konusunda problemleri

olan ikili çözümü ilkokulun arkasındaki

kilisenin avlusunda her gün mutlaka bir futbol

maçı yapma kuralı koyarak bulmuş.

Page 22: ZORLU PSM MAG. 06

ZORLU PSM MAG. 43 Ka s ım -A ra l ı k

elektronik tınıların kalesi

HOLLANDA VE ELEKTRONİK MÜZİK KÜLTÜRÜ

Yazı Cem Kayıran

Hollanda’nın son yıllarda elektronik müzik sahnesine en büyük armağanlarından biri olan Weval, canlı performansıyla 10 Aralık’ta Zorlu PSM Studio’da. Merijn Scholte ve Harm Coolen ikisinin bol

miktarda dans vaat eden performansları öncesinde Hollanda’nın elektronik müzik sahnesini kapsamlı bir şekilde masaya yatıralım dedik.

Youn

g Mar

coO

rland

o Voo

rn

Her ne kadar “Hollanda” ve “elektronik müzik” kelimeleri

aynı cümlede geçtiği zaman akıllara ilk gelen Tiësto, Armin Van Buuren ve Vengaboys gibi trance prodüktörleri ve DJ’leri

olsa da elektronik müziğin farklı alt dallarında üretimlerini yapan

etkileyici heyecan verici isimlerin sayısı pek de azımsanacak gibi değil.

Müzisyen, DJ ve prodüktörlerin bolluğunun yanı sıra ülkenin

eğlence merkezi olarak da bilinen Amsterdam’la birlikte Rotterdam,

Utrecht ve Den Haag gibi şehirlerde de elektronik müzik parti ve

festivalleri bir süredir yaygınlaşmakta. An itibariyle dünyanın dört bir

yanından katılımcıyı ağırlayan birçok elektronik müzik buluşmasının

gerçekleştiği Hollanda, birçok müzik okulu, çeşitli alt türlerde faaliyet gösteren bağımsız plak şirketleri ve müziğin farklı yönlerine dair

zihin açıcı fuarlarıyla son yıllarda elektronik müziğin en önemli

kalelerinden biri.

Hollanda’nın elektronik müzik sahnesinin en çarpıcı isimlerini kısaca

mercek altına alıyoruz.

NoisiaNik Roos, Martijn van Sonderen

ve Tjiks de Vlieger’den oluşan Noisia, özellikle Drum & Bass’in alt

türleri olan techstep ve neurofunk üretimleriyle tanınıyor. İlk albümünü

2010 yılında yayınlayan Groningen çıkışlı üçlü, şimdiye dek Foreign

Beggars, Wiley ve Hadouken! gibi isimlerle de ilgi çekici projelere imza attı. Grubun üçüncü stüdyo albümü Outer Edges, bu yıl grubun kurucusu

olduğu plak şirketi Vision Recordings etiketiyle yayınlandı. Dinamik ve

vurucu prodüksiyonlarıyla özdeşleşen üçlü, Hollanda’da “Drum & Bass’in

kralları” olarak anılmakta.

Speedy J1990’lı yılların başlarında yayınladığı minimal techno parçalarıyla ismini duyuran Rotterdam doğumlu Speedy J mahlasıyla tanınan DJ ve prodüktör Jochem Paap, techno ve elektronik müziğe yön veren plak şirketleri Plus 8, Novamute ve Warp’tan albümler yayınladı. Kariyeri boyunca yenilikçi bir yaklaşım benimseyen ve farklı disiplinlerden sanatçılarla üretimlerini sürdüren Speedy J, 2008 yılında Electro Deluxe isimli plak şirketini kurdu ve kendi kayıtlarının yanı sıra Tommy Four Seven, Gary Beck gibi isimlerin albümlerini yayınladı.

Orlando Voorn1980’lerden bu yana The Nighttripper, Baruka, Basic Bastard, Balance gibi mahlaslarla üretimlerini sürdüren Orlando Voorn, 1986 yılında Hollanda’nın DMC DJ Championship’inde büyük ödülün sahibi olmuştu. Voorn, özellikle Detroit ve Amsterdam usulü techno yaklaşımları arasında kendine has bir köprü oluşturan ilk prodüktör olarak tanınıyor. Blake Baxter’la Ghetto Brothers ve Jeff Porter’la Designer Loops projelerini hayata geçiren Orlando Voorn, son olarak bu yıl Rush Hour Recordings etiketiyle In My World isimli albümünü servis etti.

Kraak & SmaakDisko, funk, boogie gibi türlerden etkileşimler barındıran prodüksiyonlar yapan Kraak & Smaak, özellikle 2008 yılında yayınlanan “Squeeze Me” isimli hit şarkısıyla dünya çapında bir fenomene dönüşmüştü. Oscar de Jong, Mark Kneppers ve Wim Plug’dan oluşan Kraak & Smaak, 2003 yılından bu yana İngiltere merkezli plak şirketi Jalapeno Records’tan sayısız single ve EP ile birlikte beş uzunçalar yayınladı. Röyksopp, Jamiroquai ve Caro Emerald gibi isimlere remiksler de yapan Leiden çıkışlı üçlü, dans müziğinin son yıllardaki en büyük başarı hikâyelerinden biri olarak biliniyor.

AfrojackSurinam asıllı Nick van de Wall’in solo projesi Afrojack, 2010’ların dünya çapında popüler olan akımları progressive house ve trap alanlarındaki üretimleriyle ana akım müzik sahnesinin en popüler prodüktör ve DJ’lerinden biri. Geride bıraktığımız beş yılda yayınladığı dört EP ve bir uzunçaların yanı sıra Madonna, Nicki Minaj ve David Guetta gibi popüler müzisyenlerle ortak çalışmalara imza atan Afrojack, aynı zamanda Wall Recordings isimli bir plak şirketine de sahip.

Page 23: ZORLU PSM MAG. 06

ZORLU PSM MAG. 45 Ka s ım -A ra l ı k

WevalDinleyicisini anında etkisi altına alabilen karanlık yapılar, güçlü ve sürükleyici ritmik katmanlar ve nefes kesen synth melodi ve dokularıyla dolu ilk uzunçalarını bu yıl servis eden Weval, Hollanda’dan son yıllarda çıkan en heyecan verici oluşumlardan biri. İki arkadaş Harm Coolen ve Merijn Scholte Albers’ten oluşan Weval, 2013 yılında Atomnation etiketiyle yayınladığı ilk EP’sinin ardından Avrupa elektronik müzik sahnesinin köklü etiketlerinden Kompakt’la anlaştı. Kompakt’tan çıkan iki etkileyici EP’nin ardından ikilinin yine Kompakt etiketiyle servis ettiği ilk albümü ambient techno, noise, IDM gibi etkileşimler barındırıyor. Yılın en iyi “ilk albüm”lerinden birine imza atan Weval, 10 Aralık’ta Zorlu PSM Studio’da!

Young MarcoAmsterdam’ın yeraltı sahnesinin en dikkat çekici DJ ve prodüktörlerinden biri olan Young Marco, setlerinde yer verdiği onlarca farklı türden parça ve ses kayıtlarıyla tanınıyor. Kendi set ve prodüksiyonlarının yanı sıra harika remikslere de imza atan Young Marco’nun şimdiye dek parçalarını remikslediği isimler arasında Francis Bebey, Tom Trago, Jacco Gardner ve Vangelis Katsoulis bulunuyor. Orijinal fikirler ve eşsiz bir akışkanlık sunan Young Marco setleri, keyifli anlar vaat ettiği kadar ilginç keşifler yapmak için de birebir.

Şimdi ise, Hollanda’da gerçekleşen ve tüm dünyadan yoğun ilgi gören elektronik müzik festivallerinden beşine yakından bakıyoruz.

AMSTERDAM DANCE EVENTHer sene ekim ayında gerçekleşen Amsterdam Dance Event, şehrin her köşesinde kendini hissettiren heyecan verici bir etkinlik. Yalnızca müzik performansları ve partilerle sınırlı olmayan, zihin açıcı panel ve konferansların da gerçekleştiği Amsterdam Dance Event, neredeyse şehirdeki tüm mekânları kullanıyor. Dünyanın dört bir yanından on binlerce elektronik müzik dinleyicisinin bu festival için akın ettiği Amsterdam, ADE sayesinde dünyanın sayılı elektronik müzik başkentleri arasında yer alıyor. Bundan yirmi yıl önce bir konferans olarak başlayan ADE, bu yılki programında beş gün içerisinde iki binden fazla sanatçıyı ağırladı. Şehirdeki çeşitli salonlarda Blanck Mass, Actress, Four Tet, Barış K, Boddika, Ricardo Villalobos ve Pantha Du Prince gibi isimlerin çaldığı festival, tam yüz kırk salona yayılmış bir programla festivalcilerin karşısındaydı.

DEKMANTELSon yıllarda dünya genelinde en çok dikkat çeken müzikal oluşumlardan biri de Dekmantel. Geçtiğimiz yaz 4-7 Ağustos tarihleri arasında Amsterdam’da gerçekleşen festivalin kabarık programı, elektronik müzik ve dans müziğinin tarihinden ve bugününden en görkemli ve heyecan verici isimleri barındırıyor. Şehrin en etkileyici noktalarından biri olan Amsterdamse Bos’a kurulan muhteşem festival alanının yanı sıra geceleri etkinliklere ev sahipliği yapan Melkweg ve festivalin açılış etkinliklerinin gerçekleştiği Bimhuis, tek kelimeyle muhteşem bir festival deneyimini beraberinde getiriyor. Ağustos’ta gerçekleşen festivalin biletlerinin bahar aylarında tükendiğini de hatırlatalım. Ayrıca Dekmantel, 2017 Şubat ayında Brezilya’da gerçekleşecek.

PITCH FESTIVALAmsterdam’da her sene temmuz ayında gerçekleşen Pitch Festival, iki günlük bir elektronik müzik festivali. Eski bir fabrika binası olan Westergasfabriek ve bahçesinde gerçekleşen festival, elektronik müziğin çeşitli alt dallarından ilham verici isimleri sahnelerinde ağırlıyor. Şimdiye dek Mr. Oizo, Die Antwoord, James Blake, DJ Shadow, Grimes ve nice ismin sahne aldığı Pitch Festival, şehir merkezine olan yakınlığıyla da cezbedici bir etkinlik.

909 FESTIVAL909 Festival, Dekmantel’in de büyük kısmına ev sahipliği yapan Amsterdamse Bos ormanında gerçekleşiyor. Daha önce farklı organizasyonlar yapan ekibin daha büyük çaplı bir festival organize etmek istemesiyle başlayan 909 Festival, iki yıldır Amsterdam Dance Event kapsamında da kapalı alanda daha küçük festivaller gerçekleştiriyor. Her sene mayıs ayında Amsterdamse Bos’ta kapsamlı bir programla özellikle techno dinleyicilerini cezbeden 909 Festival, bu seneki programında Jeff Mills, Speedy J ve Octave One gibi isimleri ağırladı.

CHATEAU FESTIVALHollanda’daki techno kültürünün en önemli parçalarından biri olan Chateau, sıra dışı ortamlarda gerçekleştirdiği etkinlikleriyle tanınıyor. Uzun süredir geniş bir kitlenin katıldığı, terk edilmiş fabrika ve depolarda partiler düzenleyen ekibin Chateau Festival isimli festivali her yıl farklı bir yerde gerçekleşiyor. Festivale son iki yılında Zaandam ve Amsterdam ev sahipliği yaptı. Özellikle devasa sahnesi ve etkileyici ses sistemiyle techno müzik severlerin ülkedeki favori etkinlikleri arasına giren Chateau Festival, geçtiğimiz yıl ağırlıklı olarak Detroit technosuna odaklanan programıyla dikkat çekiyordu.

909

Festi

val

Amste

rdam

Dan

ce Ev

ent

Page 24: ZORLU PSM MAG. 06

ZORLU PSM MAG. 47 Ka s ım -A ra l ı k

*Act

ress

“DJ S

et”,

25 K

asım

’da Z

orlu

PSM

Stu

dio’d

a.

bilm

edik

lerin

iz

ACTR

ESS

07

05

03

01

Actress’in kendi albümlerini de yayınladığı bir plak şirketi

bulunuyor. Actress’in 2004 yılında yarattığı

Werkdiscs plak şirketinin yayınladığı isimler arasında Lukid, Zomby, Lone or Starkey ve Helena Hauff gibi genç

prodüktörler var.

Ghettoville’in ilham kaynaklarından birisi de Jamaika.

1979 doğumlu müzisyenin etnik kökleri Jamaika’ya uzanıyor. Son

albümünde de köklerine kulak verdiğini söyleyen müzisyen, bir

gün Jamaika’ya giderek orada kayıt edeceği sesler üzerine de bir albüm

yapmayı düşünüyor.

Yaptığı müzikte doğadan da ilham alan Actress, sık sık kendi mahallesinde ve gittiği yerlerde

gezinerek ses kayıtları alıyor. Doğada bulunan (insanlar

dâhil) tüm varlık ve nesnelerin birbirleriyle nasıl etkileştiğine

dikkat eden Actress, örneğin ıslak bir tahtanın güneş ışığında pişerek doku değiştirmesinin sesini merak

ettiğini söylüyor.

İngiltereli müzisyen Actress’in gerçek ismi Darren J. Cunningham.

Actress ismiyle müzik yayınlayan Cunningham bugüne kadar başka

mahlaslarla da karşımıza çıktı. Actress adı altında müzik üretmeye devam

edeceğini söyleyen müzisyen, bunun bu isimden vazgeçmeyeceği anlamına

gelmediğini, ve her zaman başka isimler de kullanabileceğini söylüyor.

06

04

02

Actress’in son albümü Ghettoville, Werkdiscs ve Ninja Tunes işbirliği ile piyasaya çıktı. 2014’de piyasaya çıkan albümün aslında yayınlanmayan iki final versiyonu daha bulunuyor. Yayınlanan albüm ise diğerlerine göre techno seslerinden biraz daha arındırılmış bir versiyon.

Actress albüm kapaklarında mutlaka geometrik şekillere yer veriyor. Yaptığı müziği de sesten ziyade görsel olarak algıladığını söyleyen müzisyen, müzik bestelemeyi algoritma katmanlarından oluşan bir heykel yapmaya benzetiyor.

Müzik kariyeri öncesinde Cunningham’ın bir de futbol kariyeri vardı. Sezon öncesi eğitiminde üç kez diz kapağını çatlatan ve futbol kariyerini sonlandırmak zorunda kalan Cunningham, müziğe ilk sakatlanışı sonrasında evinin garajında zaman geçirmek için aldığı turntable’larla başlamış.

Page 25: ZORLU PSM MAG. 06

ZORLU PSM MAG. 49 Ka s ım -A ra l ı k

Actress’in bas müziğine armağanı

WERKDISCS

25 Kasım akşamı DJ setiyle Zorlu PSM Studio’da olacak Actress, ya da gerçek adıyla Darren J. Cunningham’ın kurucularından biri

olduğu ve kendi çalışmalarını da yayınladığı etkileyici plak şirketi Werkdiscs’i yakından tanıyoruz.

Yazı Cem Kayıran

Nasıl başladı?Londra merkezli plak şirketi Werkdiscs, 2000’li yıllarda hayata geçen birçok elektronik müzik etiketinde olduğu gibi şehirde düzenlenen bir etkinlik serisinin ardından plak şirketi hâlini almış bir oluşum. Darren J. Cunningham’la birlikte elektronik müzik sahnesinde Mr. Lizard adıyla yaptığı remiksler ve setlerle tanınan Gavin Weale ve Amerikalı müzisyen ve teknisyen Ben Casey’nin ortak girişimleriyle başlayan Werk Discs isimli kulüp partileri, kısa sürede Londra’nın en çok ilgi gören etkinlikleri arasında yerini aldı. Cunningham ve Weale ikilisinin Po-Ski adıyla çaldığı etkinliklerde şehirden drum & bass, noise, techno gibi türlerde üretim yapan birçok prodüktör ve DJ sahne alıyordu. Bu etkinlikler aracılığıyla bir araya gelen ve bir kolektif halini alan yapının plak şirketine dönüşmesi çok da uzun sürmedi.

Werkdiscs kataloğundan bilinmesi gereken beş albüm

Disrupt – Foundation Bit(2007)Alman prodüktör Jan Gleichmar’ın birçok farklı projesinden biri olan Disrupt, çoğunlukla JAHTARI etiketiyle yayınladığı dub albümleriyle tanınsa da 2007 yılında gelen Foundation Bit isimli albümüyle Werkdiscs kataloğunun en özel kayıtlarından birine imza atmıştı. Werkdiscs’den plak formatında yayınlanan ilk albüm olan Foundation Bit, Gleichmar’ın tutkunu olduğu klasik bilim kurgu filmlerinden alınmış sample’lar üzerine kurgulanmış heyecan verici bir çalışma. Alien, Tron ve THX-1138 gibi parçalardan aldığı sample’ları reggae ve sonik unsurlarla kesiştiren Disrupt, nefis bas yürüyüşleri ve zihin açıcı prodüksiyon detaylarıyla dolu Foundation Bit albümünün ardından Werkdiscs etiketiyle hiçbir yayın yapmadı.

Oluşumun birinci yıl dönümü şerefine hazırlanan 1st Birthday isimli toplama,

Werkdiscs’in plak şirketi olarak yayınladığı ilk albüm oldu. Actress,

Mr. Lizard, Ben Codec ve Format.K gibi isimlerin yer aldığı albüm, 2003

yılında Thames Nehri’nde bir teknede gerçekleşen partide yayınlandı ve ertesi

gün de dijital ortamdan kaldırıldı. Partiye gelenlere bir hediye olarak kurgulanan

bu derlemenin ardından, Werkdiscs kataloğunun ilk resmî albümü de bir

sonraki yıl yayınlanan Werk One isimli harika bir bas müziği derlemesi oldu. Altı parçalık bu derlemenin ardından

2000’lerin ilk yarısında peşi sıra heyecan verici on iki inçlik kayıtlar ve albümler

servis eden Werkdiscs, döneminin en yenilikçi anlayışa sahip elektronik müzik

etiketlerinden biri oldu.

2008 yılında Thriller isimli bir alt etiketi hayata geçiren Werkdiscs ekibi, Actress

ve Lukid’in daha deneysel kayıtlarını bu isimle yayınladı. Üç single’ın ardından

Thriller oluşumu yalnızca bazı partilerde aktif olma kararı aldı.

Lukid, Zomby, Lone ve Helena Hauff gibi farklı yaklaşımlardan prodüktör

ve müzisyenleri kataloğunda toplayan Werkdiscs için işlerin tam anlamıyla

büyüdüğünü ve yeni bir boyuta ulaştığını ifade eden gelişme 2012

yılında gerçekleşti. Köklü İngiliz plak şirketi Ninja Tune’la bir ortaklığa

giden Werkdiscs, Ninja Tune’un alt etiketlerinden biri hâline geldi. Bu anlaşma öncesinde düzenledikleri

etkinlikleri İngiltere’nin dışına taşıyan Werkdiscs, yayınladığı albümlerle de

uluslararası alanda ses getirmeyi başardı. Ninja Tune’la yaptıkları anlaşmayı

“Werkdiscs’in evriminde önemli bir adım” olarak tanımlayan Cunningham,

müzik basınından büyük övgüler toplayan Hazyville albümünün devamı

niteliğinde olan Ghettoville’i bu ortaklıkla yayınladı.

Page 26: ZORLU PSM MAG. 06

ZORLU PSM MAG. 51 Ka s ım -A ra l ı k

Zomby – Where Were U In ’92?(2008)Werkdiscs etiketiyle yayınlanan altıncı kayıt olan Where Were U In ’92?, özellikle jungle, breakbeat ve dubstep etkileşimli çalışmalarıyla tanınan İngiliz prodüktör Zomby’nin de ilk albümü. İsmini M.I.A. şarkısı “XR2”da geçen bir cümleden alan albüm, konsept olarak da 1990’ların başlarındaki rave sahnesine bir tür saygı duruşu niteliğinde kurgulanmış. Çeşitli parçalarda Street Fighter’ın tema müziği, Aaliyah, Daft Punk gibi isimlerin parçalarından sample’ları duyduğumuz albümdeki parçalar, yalnızca 1992 yılında yayınlanan ekipmanlar (Akais2000 ve Atari ST) ile Cubase programı kullanılarak yapılmış. Özellikle 1990’ların başlarındaki elektronik müzik üretimlerini ve konsept albümleri sevenlere şiddetle tavsiye edilir.

Actress – Ghettoville(2014)Zorlu PSM Studio sahnesinde İstanbullu dinleyicileriyle buluşacak olan Actress, kurucusu olduğu Werkdiscs’in şüphesiz en bilindik albümlerinden biri olan Ghettoville’i iki yıl önce yayınlamıştı. Darren J. Cunningham’ın Actress mahlasıyla yayınladığı dördüncü uzunçalar olan Ghettoville, yapıbozumcu bir tavırla hazırlanmış ve beslendiği tüm kaynaklara yeni formlar kazandırmayı başarmış bir iş. Detroit usulü techno’dan erken dönem synth müziği icracılarına uzanan geniş bir skaladan ilham alan Cunningham’ın başyapıtı olarak adlandırabileceğimiz Ghettoville, yayınlandığı yıl birçok müzik dergisi tarafından yılın en iyi albümleri arasında gösterilmişti.

Helena Hauff – Discreet Desires(2015)Özellikle acid house setleriyle DJ olarak ismini duyuran Helena Hauff, Werkdiscs etiketiyle yayınladığı single ve EP’lerin ardından on şarkıdan oluşan ilk albümü Discreet Desires’ı geçtiğimiz yıl servis etti. Synth pop, techno ve EBM etkileşimlerinin hissedildiği albümü yalnızca analog enstrümanlar kullanarak kaydeden Alman müzisyen, Discreet Desires’da yer yer tedirgin edici bir atmosfer yakalamayı başarmış. Etkileyici synth tonlarının üzerine kimi zaman silik bir şekilde katmanlanan vokaller ve parçalara hipnotik bir boyut kazandıran davul makineleri Discreet Desires’ın öne çıkan karakteristik özellikleri.

Lukid – Lonely At The Top(2012)Werkdiscs ve Ninja Tune ortaklığıyla yayınlanan ilk albüm olan Lonely At The Top, kariyerinin en başından itibaren Werkdiscs’in bir parçası olan Lukid’in diskografisinin en büyük başarı yakalayan çalışması. Benzersiz bir akışla ilerleyen albüm, on iki sürükleyici parçadan oluşuyor. Hip-hop beatleri üzerine kurgulanmış parçaların yanı sıra bol miktarda arıza ve sonik detay barındıran Lonely At The Top, farklı uçları aynı perspektiften deneyimlediğiniz nadir elektronik müzik albümlerinden. Lukid’in her albümünde hissedilen kirli dokuların kusursuz bir atmosfer yarattığı çalışma, baştan sona her dinleyişte farklı nüanslara kendinizi kaptırabileceğiniz leziz bir albüm.

Page 27: ZORLU PSM MAG. 06

ZORLU PSM MAG. 53 Ka s ım -A ra l ı k

bas gitarı 50, elleri 52 yaşında

VICTOR WOOTEN

Victor Wooten Trio, feat. Dennis Chambers & Bob Franceschini 11-12 Kasım’da Drama Sahnesi’nde Istanbullu cazseverlerle buluşuyor. Sıra dışı

ritimlerin ustası Dennis Chambers ve saksafonda Bob Franceschini ile sizleri caz füzyon müziğin dünyasına davet eden, bas gitarın efsane ismi

Victor Wooten ile zaman yolculuğu tadında bir sohbet gerçekleştirdik.

Röp Gülşah Görücü

Biraz bize kendinden ve müziğinden bahsetmek ister misin? Söyleyecek

şeylerin olduğunu ve bunu müzik ile ifade edebileceğini ne zaman fark ettin?

Müziğe başladığımda çok küçük yaştaydım, konuşmayı öğrendiğim yaş ile müzik yapmayı

öğrendiğim yaş aynı yaştı diyebilirim. İlk başta kimse bana ne söyleyeceğimi ya da ne

çalacağımı söylemedi. Hem konuşmayı, hem de çalmayı öğrenirken kendi bildiğim yoldan

bunları yapıyor olmam en önemlisiydi. Bu yolu ve özgürlüğümü hayatım boyunca hiç

kaybetmedim.

Henüz iki yaşındayken bas gitar çalmaya başlamış olman inanılması zor bir şey, ama

öyle! Şimdi 52 yaşındasın... Peki yaşını almak, yaşlanırken müzik yapmak nasıl bir his? Müziğin kesinlikle yaş ile bir alakası yok, herhangi bir yaştaki herhangi biri müzik

yapabilir. Buna sen de dâhilsin, ben de. Neyse ki, müzikle arama hiç bir zaman hiç bir şey

giremeyecek ve ben de müziği bırakmak zorunda kalmayacağım. Şarap gibi düşün,

müzik yıllandıkça ancak daha güzel olabilir.

İlk yıllara gidelim o zaman. Müzik yapmaya başladığın günlerden hatırladığın ilk anın

ne? Ailenin, özellikle de erkek kardeşlerinin, buna büyük katkısı olduğunu biliyorum.

Çocukken neler dinleyerek büyüdün? Beş erkek kardeşin içine doğmuş bir çocuğum

ben. Erkek kardeşlerimin bir bas gitara ihtiyaçları vardı ve dünyaya ben geldim. O

zaman, 1960’ların sonu 1970’lerin ilk yarısı; hani “pop” müziğin gerçek anlamda popüler müzik olarak anıldığı zamanlardı. Pop çalan radyoların, popüler olduğu sürece her türlü

müziği çaldığı dönemden bahsediyorum. Bizim de Wooten Brothers Band olarak çıktığımız, her telden çaldığımız ancak daha çok R&B

ve Soul referanslı müzik yaptığımız dönemdi. Hikâyeyi biraz daha geriye sarıp, oyuncak

gitarımı tıngırdattığım bir-iki yaşlarıma dönersek... Müziği onu dinleyerek, hissederek

ve ritimlerine kendimi dokundurarak öğrendim. Müziğe yeni başlayanların çoğu

enstrümanı ellerine aldıklarında müziği hissetmeyi bırakıyorlar mesela.

İnsanların seni bir “müzisyen” olarak ciddiye almalarını nasıl sağlıyorsun? Bir müzisyen olarak kendini nasıl tanımlıyorsun?Kendini ciddiye alarak başlamalısın ve zanaatini çok iyi öğrenmelisin. İşinin ehli, kendinden emin ve itimat edilir olmalısın. Şimdi de, tüm bunları iyi bir insan olmakla birleştir. İşte benim de tüm amacım bu üçünü bir araya getirmek ve dürüst bir müzisyen olmak.

Bir bas gitar altyapısı oluşturabilmek için karmaşık ve zor olan bir parçayı nasıl inşa etmeye başlıyorsun?Yavaşça başlıyorum. Parçayı kafamda önce enstrümanıma transfer ediyorum. Bu aynı kendi sesinle konuşmak gibi. Duyma güçlüğü çekiyorsan tek yapman gereken şey çalmaya başlamak. Keza farklı müzikler dinlemek de bu konu da yardımcı olabiliyor, sana fikirler verebiliyor. Ya da bazen doğa yürüyüşleri yapmak her şeyden daha iyi gelebiliyor.

“Hayatta iyi şeyler her zaman kötü şeylerden daha fazla oluyor, ama bunu görmek, fark etmek tamamen bize bağlı.”

Page 28: ZORLU PSM MAG. 06

ZORLU PSM MAG. 55 Ka s ım -A ra l ı k

Müziğin elektronikleştiği, bu tür müziğin çağın sesi

olduğunu görüyorum. DJ olmak bir taraftan da

müzikteki “cool” tavrın yeni izahı hâlini almış durumda. Bunu 1970’lerde konuşuyor

olsaydık örneğin, bas yönü ağır basan türün yüzbinlerce

sattığından bahsediyor olurduk. Sence yıllar

içerisinde 1970’ler müziği tavrına geri dönüş olur mu?

Evet, her zaman bir şans vardır. İnsanlar hâlâ iyi

müzik istiyor. Şöyle düşün; elektronik müzik, ağır basın hâkim olduğu bir müzik ve

eğer bir bas gitarist iyi bir bas gitaristse bu çağın avantajını

yaşayacaktır. Mingus, Bootsy, Larry Graham, Paul McCartney ve diğerleri gibi,

bas gitar her çağda bir şekilde var olacaktır.

1990’larda o dönem için oldukça yenilikçi bir albüm

kaydettiğini ama hiçbir plak şirketinin ilgilenmediğini

duydum. Son yirmi yılda neler değişti senin için?

İlk albümümüm yalnızca solo baslardan oluşan bir albümdü

hatırlarsan. O döneme baktığımızda kimsenin

daha önce öyle bir kayıt dinlediğini düşünmüyorum.

Plak şirketlerinin o zaman bu albüm özelinde neden

bu kadar septik olduklarını anlayabiliyorum. Bugün

bağımsız plak şirketlerinin sayısı, ana akım şirketlerinin

sayısını geçmiş durumda. Ayrıca insanlar müziği eskisi

gibi tüketmiyor. Ben de kendi albümlerimi artık kendi plak

şirketimden çıkarıyorum.

Kaydettiğin bir parçanın tamamlandığını, son notayı

vurduğunu nasıl anlıyorsun, bitirmeye nasıl karar

veriyorsun?Bazen bunu hiç anlayamıyorsun. Ancak bunun pek bir kuralı yok

gibi. Tüm bu yazma ve kaydetme sürecinde, kimi zaman kendime

durmak için süre veriyorum, arkama yaslanıyorum, ne

yaptığımı dinliyorum. Bazen bazı şarkılardan bir süreliğine,

hattâ birkaç günlüğüne uzak duruyorum.

Geçtiğimiz yıllar içerisinde çok büyük şehirlerde çaldın,

çeşitli festivallerde sahne aldın. Peki 2016 müzik dünyası,

caz füzyon ve funk kültürü hakkında ne söylemek istersin?

Etrafta inanılmaz iyi müzisyenler, iyi gruplar var.

Bazen bunları bulmak için iyi araştırmak gerekiyor ama varlar.

Bu alanda müzik dinlemek isteyen bir müziksever kitlesi her

zaman olacak, bunu öğrendim.

Bir keresinde “Kahramanlarımla aynı

sahnede çalmak benim için bir meydan okuma, bir öğreti

ve bir nimettir” demiştin Stanley Clarke ve Marcus

Miller ile sahneden indiğin zaman. Senin için önemli olan müzisyenlerle çalmak nasıl bir

histi?Stanley ve Marcus her zaman

benim kahramanlarımlardı. Ama onlarla aynı ortamda çalarken

kendimi onlara “eşit” hissetmek epey zaman aldı. Bunu nasıl

yapacağımı öğrenmem lazımdı. Onlarla çalmak en kolayıydı

çünkü çalarken birbirimizle çok kolay iletişim kurabiliyorduk.

Hayata tekrar gelsen hâlâ aynı kariyeri mi yapıyor olurdun? Hayatında ne farklı olurdu?Kesinlikle aynı yoldan ilerlemek isterdim. Bir aile grubunun içine yeniden doğmak şansını elde edebilmek isterdim.

Kimi müzisyenler uzun süre müzikten uzak durabiliyor. Ara verdiğin zamanlar var mı senin de?Her zaman çalışmak zorunda olduğum için kendimi şanslı hissediyorum. Eğer bir insan nitelikliyse, güvenilirse ve iyi bir insansa çalışmak daha kolay olacaktır onun için. Eğer kendi içinde de bir çatışma hâlindeysen bahsettiğim bu üç şeye bak ve kendine hangisini geliştirebilirim diye sor.

İlham alma yöntemlerin neler? Üretmeden önce gelen o sihirli anlar, gerçekten var mı?Hayat dediğin şey zaten sihrin ta kendisi! Bunu fark ettiğin anda zaten ilhamın sana gelmesi çok kolay. Etrafına bak ve kendine “Şu anda neler kaçırıyorum?” diye sormayı dene ve sonra tekrar etrafına bak. Belki bir çiçek, belki bir böcek, hafif bir esinti ya da bir yabancının yüzündeki gülümsemeyi göreceksin. İyi şeyler her zaman kötü şeylerden daha fazla oluyor, ama bunu görmek, fark etmek tamamen bize bağlı.

Peki Zorlu PSM’de çalmak hakkında ne hissediyorsun?İstanbul inanılmaz bir şehir, orada vakit geçirmeyi çok seviyorum ve bu sefer İstanbul’a farklı bir grupla dönüyorum. Dünyanın en iyi müzisyenleriyle aynı sahneyi paylaşmaktan onur duyuyorum: Davulda Dennis Chambers ve saksafonda Bob Franceschini. Bu inanılmaz bir trio! Herkes büyülenecek!

Çalarken keyif aldığın başka şehirler de var mı?Avrupa, Asya ve Güney Amerika bana her zaman iyi davranmıştır. Bu bölgeler caz ve füzyon müziği benimsemiş bölgeler. Ayrıca, son dönemlerde sayısı iyiden iyiye azalmış, enstrüman merkezli müzik yapan müzisyenlerden biriyim ve hâlâ ABD etrafında turlayabiliyorum.

Peki Victor Wooten’ı önümüzdeki günlerde ne bekliyor? Yakın zamanda neler planlıyorsun?Dennis ve Bob ile şu anda bir albüm kaydediyoruz. Onlarla önümüzdeki yıl da turneye çıkmak için sabırsızlanıyorum. Şu anda Boston Berklee College’da her ay düzenli olarak ders veriyorum, Tennessee’de kamplarıma devam ediyorum, bir taraftan da yeni kitabım The Music Lesson’ı bitirmek üzereyim. Ve iyi ki tüm bunları yaparken yanımda arkadaşlarım ve ailem var.

Page 29: ZORLU PSM MAG. 06

ZORLU PSM MAG. 57 Ka s ım -A ra l ı k

Godot’yu şimdiki zamanda beklerken

ŞAHİKA TEKAND

Türkiye tiyatrosunun en değerli isimlerinden, oyun yazarı, oyuncu ve yönetmen Şahika Tekand ile Kasım ayında Zorlu PSM’de izleyeceğimiz Godot’yu Beklerken’i

sahneleme deneyimi üzerine sohbet ettik.

Röp Yetkin Nural

Samuel Beckett’ın avangart oyunu Godot’yu Beklerken, sizin

yönetiminizde Studio Oyuncuları tarafından Zorlu PSM sahnesinde sergileniyor olacak. Oyun bugüne

kadar Türkiye sahnelerinde pek çok farklı tiyatro grupları tarafından

oynandı. Siz sahneleme, dekor, ışık, oyunculuk gibi açılardan bu oyuna

nasıl yaklaştınız?Godot’yu Beklerken, Samuel Beckett’ın

sadece Türkiye’de değil dünyada da herhâlde en çok sahnelenen

oyunudur. Benim yıllarca bu oyuna mesafeli olmamın nedenlerinden biri de buydu zaten. Ancak geçen

yaz, İstanbul Tiyatro Festivali açılışı için sahneleyeceğim oyun üzerinde

çalışırken aniden bu oyunla aramdaki mesafenin getirdiği yazar-yönetmen mücadelesinin benim için yaratacağı sanatsal imkânlar heyecan verici bir çekicilik kazandı ve Godot’yu daha

fazla bekletmemeye karar verdim. Bu oyun her ne kadar Beckett’ın sonraki

oyunlarından daha az yalın olsa da, ben yine de bütün sahnelemelerimde

olduğu gibi, yalınlığı ve çizgiselliği kendime bir mücadele alanı yaratacak

şekilde merkeze aldım ve oyunun hem düşünsel hem de sahnelemeye ait bütün ilkelerinin seyirci tarafından okunabilir

ve yargılanabilir olmasını sağladım. Bu da sahnede olup bitenin dürüstçe ve gerçekten “şimdiki zamanda” olup

bittiği ve seyircinin bunu hem büyük bir açıklıkla ve aynı zamanda da eğlenerek

karşıladığı bir oyun ortaya çıkardı.

Godot’yu Beklerken uluslararası sahnede sayısız sahneleme ve

uyarlamaya sahip bir eser. Sizin özellikle beğendiğiniz bir performans

var mıdır?Ben asla öyle sahnelemeyecek bir

yönetmen olsam da her zaman Beckett’ın kendi rejisinin gösterişsiz

fakat en samimi sahneleme olduğunu düşünürüm.

Sizin geliştirdiğiniz ve yönettiğiniz oyunlarda uyguladığınız “performatif sahneleme ve oyunculuk” yöntemini biraz anlatabilir misiniz? Beckett’ın bu tekrarlı ve tempolu metninde sizin yönteminiz için ne gibi olasılıklar mevcuttu?Ben bu yöntemi sanat ve tiyatro algısının kökten değişikliğe uğradığı çağımızda, sadece geleneksel sahneleme ve oyunculuk yöntemlerine değil, aynı zamanda günümüzün genel geçer sanat algısı içinde canlı performansın getirildiği noktaya da muhalefet ettiğim; seyircinin sadece kolay tüketilebilir, ilkesiz, salt eğlenceye indirgenmiş sanatsız bir sahneye mahkûm edilmesini kabul etmediğim için geliştirdim. Bu hem çağın dilini konuşan hem de genel geçere teslim olmayan bir yöntem. Yüksek sanatın adeta öcü gibi ele alındığı günümüzde sahnede yüksek sanatsal değeri olan sahnelemelerin de büyük kalabalıklarca izlenebileceğini, bunun sahnenin eğlence unsurunu eksiltmeyeceğini düşünüyordum. Studio Oyuncuları ile yaptığım bütün oyunlarda bunun doğru olduğunu hem Türkiye’de hem de dünyada tecrübe etme şansı elde ettik ve düşündüğümüzün doğru olduğunu gördük.

Bildiğiniz gibi Beckett’ın bu oyunu aslında pek de tempolu değildir. Ama içindeki tekrarların yarattığı ritmi önemseyerek yeniden yaptığım sahneleme düzeni, dilin müziğini hareketin müziği hâline getirmek, sessizlik ve hareketsizliklerin bile yoğun bir anlam üretmesini sağlamak açısından gerçekten imkânlı bir metindi.

“Beckett metinleri, benim kişisel olarak onları çok sevmemin dışında yöntemimiz açısından da bize çok imkân sunuyor. Ayrıca bugünün insanına çok şey söyleyen ve söylemeye devam edecek olan, tıpkı antik tragedyalar gibi zamanın ötesinde ve her çağın insanına ulaşabilecek metinler...”

*God

ot'yu

Bek

lerke

n, 7

Kas

ım ve

21

Kas

ım ta

rihler

inde

Zor

lu P

SM D

ram

a Sah

nesi'

nde.

Page 30: ZORLU PSM MAG. 06

Kurucusu olduğunuz Studio Oyuncuları’nın Samuel Beckett ile olan yolculuğu grubun

ilk yıllarına, 1990’ların başına kadar gidiyor. Beckett ve oyunlarının sizin için nasıl

bir yeri var?Beckett metinleri, benim kişisel olarak onları çok sevmemin dışında yöntemimiz açısından da bize çok imkân sunuyor. Ayrıca bugünün

insanına çok şey söyleyen ve söylemeye devam edecek olan, tıpkı antik tragedyalar gibi

zamansız ve her çağın insanına ulaşabilecek metinler...

Son dönemde Türkiye tiyatro sahnesinde ilginizi çeken isimler, sizi

heyecanlandıran işlerle karşılaşıyor musunuz?Son dönemde hem sahnelerin ve toplulukların

sayısındaki artış, hem de seyircinin her gün biraz daha yükselen ve çeşitlenen ilgisi başlı

başına birer heyecan kaynağı. Bütün bu hareketin sanatsal olarak bir noktaya varması,

zamanın kendi eleğinden geçerek yaptığı ayıklamayla ortaya çıkacak elbet.

Ancak bugün karşımızdaki bu enerji ve hareket başlı başına heyecan verici.

Sizi 2008’de prömiyer yapan kendi oyununuz Karanlık Korkusu’nda izledik.

Sahnede olmayı, oynamayı özlediniz mi?

Hep oynamak istediğiniz, fırsat olsa hemen isteyeceğiniz bir rol, veya kendiniz için yazmak istediğiniz bir karakter var mı örneğin?Karanlık Korkusu bu yıl dokuzuncu sezonunda oynanmaya devam ediyor. Sahnelerden oyuncu olarak uzak kaldığım söylenemez ama tabii ki yönetmenlik ve yazarlık bu son yıllarda daha yoğun. Karanlık Korkusu onuncu sezonunu da tamamlayacak gibi görünüyor... Ama önümüzdeki yıl hem yurtiçi hem de yurt dışında sahneleyeceğim bir-iki projenin hemen ardından oyuncu olarak da sahnede olacağım bir başka proje üzerinde çalışıyorum. Son dönemde üzerinde çalıştığınız bu yeni proje, yazdığınız veya uyarlamak istediğiniz yeni oyunlarla ilgili bizimle paylaşabileceğiniz detaylar var mı? 2016-2017 tiyatro sezonunda yine Beckett’ın, 2012’de Şehir Tiyatrolarında da yönettiğim Oyun adlı oyununu, bu kez başka bir yaklaşımla Studio Oyuncuları Sahnesinde sahneliyoruz. Sanırım en geç Aralık ortasında seyirci ile buluşacak. Ayrıca 2017 sonbaharında yurtdışında sahneleyeceğim bir proje üzerinde çalışmaktayım.

ZORLU PSM MAG. 59 Ka s ım -A ra l ı k

Zorlu PSM’ye 40 TL’yekadar ücretsiz bir yolculuk

Uber uygulamasından bir araç çağırın, dakikalar içinde

uber.com/app adresinden uygulamayı indirin veZORLUPSM promosyon kodu ile hesabınızı oluşturun.

Sadece yeni kullanıcılar için. 30 Aralık 2016’ya kadar, Zorlu PSM’ye gidiş veya dönüşlerde, uberXL yolculuklarında geçerli.

lisanslı araçlarla, güvenli ve konforlu bir yolculuk yapın.

Page 31: ZORLU PSM MAG. 06

ZORLU PSM MAG. 61 Ka s ım -A ra l ı k

*Col

a & Ji

mm

u (N

icole

Will

is &

Jim

i Ten

or) -

dee

phou

se re

viva

l, 16

Ara

lık’da

Zor

lu P

SM S

tudi

o’da.

bilm

edik

lerin

izCO

LA &

JIM

MU

03

Oldukça üretken müzik kariyeri ile tanınan Jimi Tenor aynı

zamanda bir fotoğrafçı, kısa film yönetmeni ve moda tasarımcısı

olarak da üretimlerde bulunuyor.Özellikle çeşitli materyallerden

ürettiği farklı müzik enstrümanlarıyla da bilinen

Tenor’un doğduğu Finlandiya kasabası Lahti’den ilham alarak

yaptığı tasarımlardan oluşan, Tenorwear isimli bir moda

markası var.

01

Cola & Jimmu ikilisini oluşturan Finlandiyalı müzisyen ve

prodüktör Jimi Tenor ile ABD’li şarkıcı, besteci ve görsel sanatçı

Nicole Willis aynı zamanda evli bir çift.

1999’un sonlarına doğru New York City – Chinatown’da bir karaoke barda evlenen ve iki çocuk sahibi olan çift beraber oldukları on altı

sene içerisinde pek çok projeye de birlikte imza attı.

05

Nicole Willis müziğin yanı sıra resim ve performans sanatlarıyla

da uğraşıyor. Genelde buluntu fotoğraflarda

gördüğü figürleri resmetmeyi seven Willis’in müzik ve

sanat ilham noktaları arasında Screaming Jay Hawkins, Fela

Kuti, Sonic Youth, Ian Svenonius, Dionne Warwick, Lulu, Martin

Kippenberger, Willem de Kooning, Jean-Michel Basquiat, Cheri Samba, James Rosenquist

gibi isimler var.

04

New York doğumlu Nicole Willis 1980’lerde Danceteria isimli kulüpte sahne alıyordu. Willis’in ünlülerin sıklıkla ziyaret ettiği Danceteria kulübünde tanıştığı kişiler arasında Jean-Michel Basquiat, Madonna, Rick Rubin ve Russel Simmons gibi isimler bulunuyor.

02

Esas ismi Lassi Lehto olan Jimi Tenor, ismini The Osmonds grubunun yıldızı Jimmy Osmond ve tenor saksafondan alıyor.Henüz yedi yaşındayken 1970’lerin ünlü pop grubu The Osmonds’un yıldızına benzetilen Lassi, küçük yaşlardan itibaren arkadaşları tarafından Jimi diye çağrılmaya başlamış. Tenor ise Jimi’nin favori müzikal enstrümanı tenor saksafondan geliyor.

06

İkilinin Cola & Jimmu ismiyle yayınladığı son projeleri house müziği günümüze taşıyor. Tenor ve Willis bu dans müziği projesi için Bobby Konders’in Nu Groove yayınları, Yellow Magic Orchestra’nın Firecracker albümü, Gwen Guthrie ve CeCe Peniston gibi isimlerin vokallerinden ilham almışlar.

07Cola ve Jimmu lakaplarının da bir öyküsü var. Cola, Nicole Willis’in proje öncesinden de sevdiği ve kullandığı bir lakap; Jimi gibi tınlayan Jimmu ise ünlü bir Japon imparatorundan geliyor.

Page 32: ZORLU PSM MAG. 06

ZORLU PSM MAG. 63 Ka s ım -A ra l ı k

MOVIES IN CONCERTSinema izleyicisi ile konser dinleyicisini bir araya getiren bu özel seri, Zorlu PSM’nin yeni sezonunda unutulmaz klasiklerle geri dönüyor.

ses ve görüntünün epik randevuları

Amad

eus L

ive,

24-2

5 Şu

bat 2

017

tarih

lerin

de, A

liens

Liv

e, 22

-23

Nisa

n 20

17 ta

rihler

inde

, Th

e Lor

d O

f The R

ings

In C

oncer

t: Th

e Tw

o Tow

ers,

20-2

1 M

ayıs

2017

tarih

lerin

de Z

orlu

PSM

Ana

Tiy

atro

’da. Sinema ve müziğin

ilişkisi, ilk filmlerin ortaya çıkışından

oldukça kısa bir süre sonra, 20. yüzyılın

başlangıç yıllarında şekillendi: 1900’lerin

başlarında görüntü ile ses senkronunu sağlayacak

teknoloji henüz yeterince gelişmediği için sessiz filmlere sinemanın bir köşesine konuşlanmış

küçük bir orkestra eşlik ediyordu. Emprovize veya

yapım ekibinin verdiği jenerik müzikler çalan bu küçük orkestraların amacı filmin dramatik

etkisini arttırmanın yanı sıra dönemin büyük

projektörlerinin yarattığı metalik gürültüyü de

bastırmaktı. 1915’lere gelindiğinde ise bu

küçük orkestralar tam kadro büyük orkestralara,

jenerik müzikler ise sessiz filmler için

yazılmış orijinal bestelere dönüşmüştü.

İlk akla gelen örneklerden Metropolis

(1927) bu dönemin günümüzde hâlen sık sık orkestra eşliğinde

gösterilen filmlerinden biri. 1930’larda ses

ve görüntü senkron teknolojisi sinema

sektörünü ele geçirecek popülaritesini yakalamaya

başlasa da canlı orkestranın sinemaya

getirdiği akustik deneyimin geleneği

günümüzde hâlen tüm ihtişamıyla devam ediyor.

Geçtiğimiz nisan ve ekim aylarında Zorlu PSM sahnesinde gerçekleşen Lord of the Rings in Concert: “The Fellowship of The Ring” ve Titanic Live etkinlikleri beyazperdenin modern klasiklerini senfoni orkestralarının ihtişamlı performansları eşliğinde seyretme deneyiminin ilk örnekleriydi. Üç özel filmle devam edecek olan Movies in Concert serisinde bizi bekleyen bu görkemli konserlere kısaca göz atıyoruz.

AMADEUS LIVE Klasik müzik tarihinin en önemli isimlerinden Wolfgang Amadeus Mozart’ın hayatını mercek altına alan 1984 yapımı Amadeus; Man on the Moon, One Flew Over the Cuckoo’s Nest, Hair, The People vs. Larry Flynt gibi filmlerle de tanıdığımız usta Çek yönetmen Miloš Forman’a ikinci Oscar’ını kazandıran, sinema tarihinin efsanevi müzik filmlerinden bir tanesi.

Peter Shaffer’in 1979 tarihli oyunundan uyarlanan film, Mozart’ın ihtişamlı müzik kariyerini başarılı bir şekilde beyazperdeye yansıtırken, Mozart’ın ölümsüz bestelerinin yanına 20. yüzyıl klasik müziğinin dehalarından biri olan John Strauss’un bestelerini de ekleyerek hem işitsel hem de görsel anlamda bir şölen yaratmıştı.

Page 33: ZORLU PSM MAG. 06

ZORLU PSM MAG. 65 Ka s ım -A ra l ı k

Sekiz Oscar, dört BAFTA ve dört Golden Globe ödülü kazanan ve pek

çok eleştirmen tarafından klasik müzik üzerine çekilmiş en iyi film olarak gösterilen Amadeus, yirmi parçalık

soundtrack’i ile de ciddi övgü toplamış, billboard listelerinde hızla tırmanmıştı.

Dünyanın en prestijli performans merkezlerinde sahnelenen Live in

Concert: Amadeus, filmin kendisi kadar değerli müziklerini ve dolayısıyla

Wolfgang Amadeus Mozart’ı teatral bir performansla onurlandırıyor. Mozart ve Strauss’un dev bir orkestra ve koro

tarafından icra edilecek müziklerini filmden sahneler eşliğinde dinlemek,

klasik müziğin efsanevi dehasının hayatını kutlayan, özel bir deneyim

olacak.

ALIENS LIVERidley Scott’ın anında bilim kurgu

klasikleri arasına giren filmi Alien’ın (1979) ardından yönetmen koltuğunu

James Cameron’a devrettiği devam filmi Aliens (1986) serinin ilk filminin

başarısını, yedi adaylığı arasından en iyi ses ve görsel efekt dallarında kazandığı

Oscar ödülleri ve 180 milyon dolarlık gişesi ile seriyi bir kült hâline getirerek

devam ettirdi.

Aliens, James Cameron’ın ikonik Ellen Ripley karakterini canlandıran Sigourney

Weaver’ın yanına serinin başka bir favori karakteri Bishop’u canlandıran

Lance Henriksen ve bir diğer Movies in Concert filmi olan Titanic’de de karşımıza

çıkan Brian Pox gibi isimleri eklediği bir kastla karşımıza çıkıyor. Filmin Oscar

ödülünü ‘Round Midnight’ın (1987) müziklerini besteleyen ünlü caz ustası

Herbie Hancock’a kaptıran müzikleri ise Titanic, Braveheart, Avatar gibi filmlerde imzası bulunan, Oscar, Golden Globe ve

Grammy ödüllü James Horner’a ait. Sinema tarihinin en iyi bilim kurgu

filmlerinden biri kabul edilen Aliens’ın 30. yıl kutlamaları kapsamında, Ludwig Wicki şefliğindeki Kraliyet Filarmoni Orkestrası

tarafından Londra’daki Royal Albert Hall’da ilk defa geçtiğimiz kasımda gerçekleştirilen bu

özel sine-konser, filmden sahneler eşliğinde, hem işitsel hem de görsel anlamda bambaşka

bir atmosfer sunuyor. Londra’dan hemen sonra İstanbul’da Zorlu PSM sahnesinde

Movies in Concert serisinin beşinci konseri olarak gerçekleşecek etkinlik, filmin

tutkunlarını bu stilize uzay gerilimine yakışır görkemde bir izleme deneyimine davet ediyor.

THE LORD OF THE RINGS IN CONCERT: THE TWO

TOWERSGeçtiğimiz Nisan ayında Zorlu PSM

sahnesinde gerçekleşen ve Movies in Concert serisinin başlangıcını işaretleyen The Lord of

the Rings in Concert: The Fellowship of the Ring etkinliği, serinin ikinci filmi olan The Two

Towers ile devam ediyor. J.R.R Tolkien’in bu ölümsüz üçlemesinin sinema uyarlamalarıyla

imkânsızı başaran Peter Jackson’ın seriden ikinci filmi The Two Towers’ın sadece kendi

adına iki Oscar dahil olmak üzere 113 ödülü bulunuyor.

Serinin üç filmindeki orijinal müziklerin etkileyiciliğini üs üste kazandığı Akademi ve Grammy ödülleri ile tescilleyen; A Dangerous Method, Eastern Promises, Hugo, The Departed, The Aviator, Gangs of New York, Ed Wood, The Silence of the Lambs ve Philadelphia gibi filmlerin müziklerine imza atan Howard Shore’un film için bestelediği kompozisyonlar Tolkien’in epik hikâyesinin zenginliğine ve Ortadünya’nın tüm kültürel çeşitliliğine cevap verecek nitelikte. Howard Shore’un J.R.R. Tolkien’in yarattığı Quenya, Sindarin, Khuzdul, Adûnaic ve Kara Lisan dillerini kullanarak yazdığı bestelerin dev bir koro tarafından bu orijinal dillerde seslendirileceği, The Two Towers’dan sahnelere senfoni orkestrasının görkemli icrası eşliğinde yer verecek olan konser, izleyicileri Ortadünya’nın karanlıkla savaşına sürükleyecek.

Page 34: ZORLU PSM MAG. 06

ZORLU PSM MAG. 67 Ka s ım -A ra l ı k

Burcu

Bul

ut

yapıyor olmak benim birincil görevlerim arasında. Tabii Zorlu

PSM ile medya arasındaki ilişkiyi her zaman sıcak tutmak da var... Aslında

Marketing planlama yapıyor, biz de satışa destek oluyoruz diyebiliriz. Pazarlama iletişimi de yapıyoruz.

Bunun yanı sıra Kurumsal İletişim olarak sürdürülebilirlik, itibar, sosyal

sorumluluk projeleri, dijital dünya, sosyal medya paylaşımlarını takip

etmek, dünyadaki gelişmeleri takip etmek, iç iletişim, paydaşlarla ve sponsorlarla yapılan iletişim ve

hosting bizim iş alanımızı kapsıyor. Elbette kurumsal iletişim, bir ekip

işi. Biz burada ekipçe bu işleri takip ederek marka bilinirliğimizin

artmasında rol oynuyoruz. Aslına bakarsanız, “kültür sanat ve eğlence sektörü iletişimi” bir yaşam şeklidir.

Çok iyi bir iş, konser veya performans olduğunu ancak

yeterince tanınmadığını düşündüğün projelerin iletişimini

yürütmekteki püf noktalar neler? Dediğim gibi bu sektördeysen işin

aslında yaşam biçimin olmalı... İletişimini yaptığımız işlere de

böyle bakmalıyız. Araştırmak ve farklı özelliklerini öne çıkartarak

sanatçılar üzerinden iletişim yapmak püf noktalardan sadece birisi. Doğru

etkinliği doğru kişilere ulaştırmak önemli, her zaman ana akım kanallar yeterli olmuyor. Bu gibi durumlarda

eş-dost-ahali iletişimi de çok önemli. WOM bazen en iyi iletişim

yöntemine dönüşebiliyor.

Şu ana kadar yapılan yüzlerce etkinliğin içinden en çok geri dönüş

aldığınız, insanlar tarafından en çok

konuşulan gösteriler hangileriydi? Geçen sezon getirdiğimiz Hugh

Jackman. Bir Hollywood yıldızının

bir müzikalde karşımıza çıkması Türkiye izleyicisini şaşırttı. Jackman’ın pozitif, insancıl ve kompleksiz tavırları ve hem seyirci hem de bizim ekiple kurduğu pozitif iletişim de inanılmazdı. Ayrıca elbette Phantom of the Opera... Sahne, ekip, müzikler ve avize sahnesi hâlâ konuşuluyor. Tam altı hafta süren bu prodüksiyonu bir gün bile kaçırmadan izledim desem bana “deli” der misiniz? Bir de Patti Smith konseri... İmza gününden, basın toplantısına ve konserine kadar her şey mükemmeldi. Verdiği bu mesaj da bizim mottomuzda yer etti: “Dünyayı insanlar değiştirir. Müzik ilham verir”.

Yeni sezonunda hangi performansları heyecanla bekliyorsun? Wicked şüphesiz... Şu ana kadar 14 ülkede 50 milyonu aşkın insan tarafından izlenmiş, 300 ödüllü, etkileyici kadroya sahip bir müzikal! Oz cadılarının anlatılmamış hikâyesini dinlemek için sabırsızlanıyorum. Diğerleri ise Kasım ayı içinde Studio’da izleyeceğimiz Hollandalı ikili Weval ve sahnemizde ağırlamaktan mutluluk duyduğumuz, elektronik müziğin tartışılmaz iyi gruplarından biri olan Moderat. Heyecanla beklediğim bir diğer etkinlik de Sonar Festivali. İlk kez deneniyor olması biraz korkutmuyor değil. Ama bu ekiple elbette altından kalkacağımıza inanıyorum.

Son dönemde Zorlu PSM sahnesinde izlediğin, seni en çok

etkileyen performans neydi? Bu soruya hiç düşünmeden cevap

verebilirim; Patti Smith. Punk-rock’ın ve gençliğimin kahramanı.

Muhteşemdi. Hele o gitarının tellerini parçaladığı ve “Silah

istemiyoruz, savaş istemiyoruz bizim enstrümanımız işte bu” diyerek

gitarını havaya kaldırdığı anı hiç unutamam.

Zorlu PSM’de bir günün nasıl geçiyor?

Gün 48 saat olsa bile bana yetmez. İnanılmaz yoğun ve adrenalin dolu

geçiyor desem yalan olmaz. Çok şanslı olduğumu tekrar belirtmek isterim ki yıllardır çok sevdiğim bu işi yapıyorum. Her gün yeniliklerle iç içe olmaktan mutluyum. Böylece zamanın nasıl geçtiğini de anlamıyorum aslına bakarsanız.

Kurumsal iletişim yöneticisi olarak senin sorumlulukların neler? Hemen hemen tüm etkinliklerin, festivallerin, konserlerin, müzikallerin ve hattâ son dönemde yenilenen yüzüyle Studio’da yapmaya başladığımız partilerin, önemli rock grupları ve sanatçıların önünde ve arkasında çalan DJ’lerin iletişimini

sahne arkası

KURUMSAL İLETİŞİMZorlu PSM sahnesinde izlediğimiz tüm etkinlik ve şovlarla birebir ilgilenen, Zorlu PSM Kurumsal Iletişim Yöneticisi

Burcu Bulut ile eğlence sektörü iletişiminin bir yaşam biçimi olması üzerine sohbet ettik.

Page 35: ZORLU PSM MAG. 06

ZORLU PSM MAG. 69 Ka s ım -A ra l ı k

Miss

Kitt

inAu

diofl

y

#STUDIO

ZORLU PSM’NİN YENİLENEN YÜZÜ

30 Eylül-1 Ekim tarihlerinde Zorlu PSM’de yeni sezonun açılışını yapan MIX Festival ’da ilk defa müzikseverlere kapılarını açan ve

büyük ilgi gören STUDIO, bundan böyle alternatif etkinliklerle dolu bir programla ziyaretçileri karşılayacak.

Zorlu PSM’de yeni sezonun sunduğu heyecan uyandıran yeniliklerden biri,

müzikseverlere kapılarını açan Studio adlı mekân. Bundan böyle ziyaretçileri ilham

verici ve alternatif programlarla karşılayacak Studio’da sezon boyunca tiyatro oyunlarının

yanı sıra, DJ etkinlikleri, canlı elektronik müzik performansları, müzikte çığır açan

ve yenilikçi tınılara yön veren alternatif konserler ve genç yeteneklerin mini

performansları izlemek mümkün. Ayakta 600 kişi ağırlayabilen ve haftanın farklı

günleri izleyicilere farklı etkinlikler sunacak bir mekân olarak tasarlanan Studio, Kasım

ve Aralık aylarında kafa açıcı tınıları müzikseverlerle buluşturuyor.

Audiofly // 18 KasımFuchs: 22:00 - Audiofly: 00:30

Cure-Shot: 02:30Kapı Açılış: 22:00

Anthony Middleton ve Luca Saporito’nın 2002 yılında başlattığı, İspanya merkezli

elektronik müzik ikilisi Audiofly, güçlü house ve tech house ritimleriyle Studio’da!

Get Physical etiketiyle yayınlanan ilk albümleri Follow My Liebe ile house ve

tech house sahnesinin aranan isimlerinden biri hâline gelen Audiofly, kendi plak

şirketi Flying Circus Records çatısı altında kendi kayıtlarının yanı sıra Francesca

Lombardo’ya da yer veriyor.

Actress “DJ Set” // 25 KasımActress “DJ Set”: 01:00

Kapı Açılış: 22:00

2000’lerin ilk yıllarından bu yana üretkenliğini sürdüren İngiliz müzisyen

ve prodüktör Darren J. Cunningham, türler arası DJ setiyle Studio’da. Son

albümü Ghettoville ile özümsediği ambient, deneysel, R&B ve house gibi tınılara

Detroit techno ve hip-hop etkileşimlerini de dahil eden, prestijli plak şirketi Ninja

Tune sanatçılarından olan Actress, DJ setlerinde de müziğindeki çeşitliliği

sürdürüyor.

Miss Kittin // 26 KasımMiss Kittin: 01.00 Warm-Up & After-Party: Mabbas Kapı Açılış: 22:00

İlk albümüyle dünya çapında 50 binin üzerinde satış yakalayan Fransız elektronik müzik sanatçısı Caroline Hervé, kulaklara yapışan sözleri techno altyapılarla buluşturan şarkılarıyla Studio’da sürprizlerle dolu bir performansa imza atıyor. Günümüzde elektronik müziğin en önemli temsilcilerinden olan ikonik sanatçı, bugüne kadar Felix da Housecat ve Golden Boy gibi isimlerle yaptığı işbirlikleriyle de tanınıyor.

Weval “Live” // 10 AralıkVillettemusic: 22:00 - Gidge “Live”: 00:00 Weval “Live”: 01:00 - Villettemusic: 02:15Kapı Açılış: 22:00

Ünlü plak şirketi Kompakt aracılığıyla dinleyiciye ulaşan Hollandalı ikili Weval, caz, hip-hop, krautrock, pop ve funk dinamiklerine alan tanıyan üretimleriyle güncel elektronik müzik sahnesinin en çekici ve en çok konuşulan isimlerinden biri. Weval’den önce ise 2014 tarihli ilk albümü Autumn Bells ile elektronik çevrelerde sükse yapan İsveçli ikili Gidge, Studio sahnesinde.

Cola & Jimmu (Nicole Willis & Jimi Tenor) - deephouse revival 16 AralıkCervus: 22:00 Cola & Jimmu (Nicole Willis & Jimi Tenor) - deephouse revival: 00:00 Kapı Açılış: 22:00

Finlandiyalı müzisyen Jimi Tenor ve aynı zamanda eşi olan ABD’li sanatçı Nicole Willis’in bu çok özel projesi, 2013 yılında Enigmatic isimli ilk albümle dinleyiciyle tanıştı. Deep house ve electronica altyapılarını canlı vokaller ve üflemeli çalgılarla destekleyen Cola & Jimmu, sıra dışı ve yenilikçi tınılarında techno, funk, soul ve caz etkileşimlerine de yer veriyor.

Page 36: ZORLU PSM MAG. 06

Kendi albümleri kadar diğer müzisyenlerle ortaklaşa yaptığı

çalışmalarla da adını duyuran, Mercury Prize adayı İngiliz şarkıcı ve söz yazarı

Ed Harcourt, ilk kaydı olan Maplewood adlı EP’sini 2000’de Heavenly Records

etiketiyle yayınladı. Mercury Prize’a aday olması ise bir sonrasında gelen ilk

albümü Here Be Monsters ile gerçekleşti. 2002’de yorumladığı Brian Wilson

şarkısı “Still I Dream Of It”le dikkatleri üzerine bir kere daha çeken Harcourt;

İsveç’te altıncı sıraya kadar yükselen ve içinde “All of Your Days Will Be

Blessed” ile “Watching the Sun Come Up” gibi başarılı şarkılarını barındıran

ikinci albümü From Every Sphere’ı 2003’te; “This One's For You”, “Born in the '70’s” ve “Loneliness” gibi şarkıların yer aldığı üçüncü albümü Strangers’ı ise

2004’te yayınladı.

2005’te Wild Boar adlı yan projesine başlayan İngiliz müzisyen, kendi adıyla devam ettirdiği solo kariyerinde de hız kesmedi ve geçtiğimiz Ağustos ayında yedinci albümü Furnaces’ı dinleyiciyle buluşturdu. Fransız caz trompetçisi Erik Truffaz’a hem 2007’nin başında yayınlanan Arkhangelsk’de hem de sahnede eşlik eden sanatçı, 2005’teki Meltdown Festival’da ve 2014’teki turnesinde Patti Smith’le, 2015’teki Glastonbury Festival’da da The Libertines’le aynı sahneyi paylaştı. Diğer müzisyenler için yazdığı şarkılarla da adından söz ettiren Ed Harcourt, özellikle yapımcılığını da üstlendiği Sophie Ellis-Bextor’ın Wanderlust albümüyle bu alandaki iddiasını kanıtladı. Ayrıca kariyeri boyunca Marianne Faithful, Jamie Cullum, James Bay ve Lisa Marie Presley gibi isimler için de şarkılar yazdı. Üretkenliğiyle yeteneklerini kanıtlamış şarkıcı ve şarkı yazarı Ed Harcourt, 15 Aralık’ta Studio’da İstanbullularla buluşuyor.

Ed H

arco

urt

Ed Harcourt // 15 AralıkKapı açılış: 20:30 - Miss Crowley: 21:00 - Ed Harcourt 22:00

Studio'da Aralık ayında gerçekleşecek diğer etkinlikler

Betoko // 3 AralıkLondra'da yerleşik Meksikalı prodüktör Beto Cohen, techno, minimal ve house

müzik arasındaki noktaları stil sahibi dokunuşlarla birleştiriyor.

Francesco Tristano // 9 AralıkLüksemburg doğumlu klasik ve deneysel piyanist ve besteci, klasik müzik ve elektronik müziği buluşturan olağanüstü üretimleriyle tanınıyor.

Page 37: ZORLU PSM MAG. 06