ZORLU PSM MAG. 06
Transcript of ZORLU PSM MAG. 06
ZORLU PSM MAG. 1 Ka s ım -A ra l ı k
ZORLU PSM MAG. 06
ZORLU PSM MAG. 3 Ka s ım -A ra l ı k
Facebook.com/ZorluPerformansSanatlariMerkezi
Twitter.com/ZorluPSM
Youtube.com/ZorluCenterPSM
Instagram.com/Zorlu_PSM
Pinterest.com/ZorluCenterPSM
Oz Diyarı'na yepyeni bir bakış getiren, ödüllü Broadway müzikali Wicked, 11 Ekim-5 Kasım 2017’de Zorlu PSM’de!
06sahne, tiyatro, müzikal, sergi
DÜNYA SAHNELERİNDE NELER OLUYOR?
16 ne var ne yok
MÜZİK DÜNYASINDAN HAVADİSLER
22 türlü hikâye eşliğinde
ROMEO VE JULIET
26 bir ustanın izinde
JEROME ROBBINS
30 Wicked müzikali öncesiEDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN
ÜNLÜ CADILARI
34 bilmedikleriniz
AUDIOFLY
36 romantizme mahkûm edilmiş bir ses
MADELEINE PEYROUX
40 bilmedikleriniz
WEVAL
42 elektronik tınıların kalesi
HOLLANDA VE ELEKTRONİK MÜZİK KÜLTÜRÜ
46 bilmedikleriniz
ACTRESS
48 Actress’in bas müziğine armağanı
WERKDISCS
52 bas gitarı 50, elleri 52 yaşında
VICTOR WOOTEN
56 Godot’yu şimdiki zamanda beklerken
ŞAHİKA TEKAND
60 bilmedikleriniz
COLA & JIMMU
62 ses ve görüntünün epik randevuları
MOVIES IN CONCERT
66 sahne arkası
KURUMSAL İLETİŞİM
68 #studio
ZORLU PSM’NİN YENİLENEN YÜZÜ
06 16
48 52
22 26
56 62
36 42
66 68
ZORLU PSM MAG. 5 Ka s ım -A ra l ı k
Oz Büyücüsü evreninin daha önce anlatılmamış hikâyesini
ustalıkla ele alan, yüzden fazla uluslararası ödüle sahip, Broadway’in gişe
rekortmeni Wicked müzikali, 11 Ekim-5 Kasım 2017’de,
31 gösteriyle Zorlu PSM’de! Detaylar zorlupsm.com’da.
ZORLU PSM MAG. 7 Ka s ım -A ra l ı k
Les Liaisons dangereusesİhtiras dolu klasik hikâyesiyle Les Liaisons
dangereuses, başrollerindeki Tony ödüllü Janet McTeer ve Liev Schreiber’ı Broadway sahnesinde
buluşturuyor. Geçtiğimiz yıl Londra’da büyük başarı yakalayan prodüksiyon, Oscar ödüllü yazar Christopher Hampton’ın meşhur uyarlamasının
üçüncü kez sahneye uyarlanışı ve Donmar Warehouse’un Olivier ödüllü sanat yönetmeni
Josie Rourke tarafından ele alınıyor. Pierre Choderlos de Laclos’un 1700’lerin sonunda
skandallarla yayınlanan bu romanı, 18. yüzyılın Fransa’sında genç bir aristokratı ayartmak gibi
tehlikeli bir uğraşa soyunan iki eski sevgili Marquise de Merteuil ve Vicomte de Valmont’un
tutku, rekabet ve intikam dolu öyküsünü konu ediyor. Ekim sonunda açılacak olan oyun, Ocak’ın
sonuna kadar New York sahnesinde görülebilir.
DÜNYA SAHNELERİNDE NELER OLUYOR?
2016 sezonunun sonuna yaklaşırken dünya sahnelerinden dikkat çeken tiyatro, müzikal, sergi ve sahne performanslarına göz atıyoruz.
Yazı Leyla Aksu
sahne, tiyatro, müzikal, sergi
ZORLU PSM MAG. 9 Ka s ım -A ra l ı k
The Red BarnLondra’daki National Theatre’ın bu sezon sahnelediği yeni oyunlardan The Red Barn, David Hare’in (Skylight, Pravda) Belçikalı polisiye roman yazarı George Simenon’un La Main adlı romanından yaptığı son uyarlama. Londra sahnesinde prömiyerini gerçekleştirecek olan bu gerilim dolu parçanın başrollerinde ise Mark Strong (A View from the Bridge), Hope Davis (God of Carnage) ve Elizabeth Debicki (The Night Manager) gibi isimlerin başını çektiği deneyimli bir kadro görüyoruz. 1969 yılının Amerika’sında, soğuk ve karlı bir kış gecesinde şık bir partiden sonra eve dönerken iki evli çiftin başına gelenleri oldukça ağır ve durgun bir dille anlatan The Red Barn, hayatıyla ilk defa yüz yüze gelen bir adamı ve sessizliğin içinde büyüyen kıskançlık ve nefretlerin gün yüzüne çıkışını inceliyor. Olivier ödüllü yönetmen Robert Icke (1984, Oresteia) tarafından aralıksız olarak sahnelenen ve tekniğiyle biraz da sinemaya göz kırpan bu yapım, Ocak’ın ortasına kadar sahnede.
Oh, Hello on BroadwayÜnlü komedyenler Nick Kroll ve John
Mulaney’nin uzun yıllardır hayat verdiği Oh, Hello adlı skeç komedisi, sonunda
Broadway sahnesindeki yerini alıyor. İkilinin ilk olarak komedi kulüplerinde ve
televizyon ekranlarında hayata geçirdiği bu karakterleriyle off-Broadway’de
yakaladıkları başarı ve bir de ülke turunun ardından şekillenen oyunları, her seferinde
biraz form değiştiren, hem geleneksel karakter komedisi, hem de stand-up ve
doğaçlama barındıran eğlenceli bir gösteri. İkisi de yetmişli yaşlarında olan ve New York’un Upper West Side mahallesinde
beraber yaşayan Gil Faizon ve George St. Geegland adlı iki arkadaşın maceralarına
odaklanan Oh, Hello, her gece seyirci arasında boy gösteren Lena Dunham,
John Oliver, Bill Hader, Marcia Clark veya Seth Meyers gibi isimleri de oyunun bir
parçası hâline getiriyor. Ekim’de başlayan Oh, Hello on Broadway, Ocak sonuna kadar
Broadway’de.
LazarusDavid Bowie’nin ellerinden sevenlerine kalan en son çalışmalardan bir tanesi, Tony ödüllü Enda Walsh ile beraber hayata geçirdiği müzikal Lazarus, Broadway’in ardından ana kadrosuyla West End sahnesine taşınıyor. Son birkaç sezonun vazgeçilmez ismi Ivon van Hove’nin yönetmenliğinde gerçekleşen ve Walter Tevis’in The Man Who Fell to Earth adlı romanından yola çıkan bu müzikal, Nicolas Roeg’in aynı adı taşıyan 1976 yapımı kült filminde Bowie’nin canlandırdığı ve hâlâ dünyada takılı kalmış bir hâlde bekleyen, bir türlü ölemeyen Thomas Newton’ı yeniden karşımıza çıkarıyor. Michael C. Hall (Dexter, Hedwig and the Angry Inch), Michael Esper (Frances Ha, American Idiot) ve Sophia Anne Caruso’nun (The Sound of Music Live!) başını çektiği yapım, Bowie’nin hem daha önce yayınlanmış hem de yeni parçalarına yer veriyor. Şimdiye kadar izleyenleri görüntüsü, müziği ve hikâyesiyle hem şaşırtmış ve kafalarını karıştırmış, hem de güzelliğiyle hayran bırakmış Lazarus, Ocak ayının sonuna kadar devam edecek.
Oh,
Hell
o on
Broa
dway
Lazarus
Luluİngiltere’nin Ulusal Operası (ENO),
Hollanda Ulusal Operası ve New York’un Metropolitan Operası’nın ortak yapımı
Lulu, Güney Afrikalı yönetmen William Kentridge’in yönetmenliğinde ve soprano Brenda Rae’nin önderliğinde Londra’daki
Coliseum sahnesine geliyor. Avusturyalı besteci Alban Berg’in Alman yazar Frank Wedekind’in iki oyunundan yola çıkarak
hazırladığı, hayatı boyunca uğraştığı ve ölümünde bile hâlâ tamamlanmamış
olan Lulu, bir aşktan öbürüne koşan bir kadının yükselişi, inişi ve Karındeşen
Jack ile karşı karşıya geldiğinde son bulan zorlayıcı hikâyesini anlatıyor. Müzikal yapısı, tekniği ve konusu itibariyle en
özgün modern operalardan biri olarak bilinen, kırk yıl boyunca tamamlanmamış
hâliyle sahnelendikten sonra Friedrich Cerha tarafından tamamlanarak ilk
defa 1979 yılında seyirci karşısına çıkan bu yapım, Kentridge’in ellerinde
ilişkilerdeki güç dinamiklerine odaklanan, basit anlatımdan kaçan ve
arzunun mantıksızlığıyla boğuşan bir işe dönüşüyor. Yönetmenin artık çok tanıdık
gelen, el yapımı siyah-beyaz mürekkep çizim ve animasyonlarıyla biraz da
Weimar döneminin havasını taşıyan Lulu, Kasım’ın ilk iki haftası boyunca
sahnede.
Francis Picabia: Our Heads Are Round so Our Thoughts Can Change Direction Dada hareketinin başını çeken, fakat çok geçmeden akımla yollarını ayıran Fransız avangart sanatçı Francis Picabia’nın tüm kariyerine odaklanan ilk Amerikan sergisi “Our Heads Are Round so Our Thoughts Can Change Direction,” MoMA’da düzenleniyor. Resim, şiir, yayıncılık, performans sanatı ve film dahil olmak üzere ortamdan ortama ve stilden stile atlayan Picabia’nın kariyeri boyunca empresyonizm, puantilizm, kübizm, sürrealizm ve gerçekçilik dahil olmak üzere birçok farklı akımla kesişen çalışmaları, Kunsthaus Zürih işbirliğiyle düzenlenen ve Cabaret Voltaire’in 100. yılına denk getirilen bu retrospektifte yer alıyor. Sanatçının ressam olarak üzerinde çalıştığı 125 kadar tabloyu, kâğıt üzerine çalışmalarını, illüstrasyonlarını, sinema ve tiyatro için yazdığı senaryoları, bir filmini ve dergilere yazdığı makaleleri dahil eden sergi, sürekli olarak üretim hâlinde olan, sanat dünyasını sorgulayan ve şekil değiştiren bir sanatçının hikâyesine ışık tutuyor. Küratörlüğünü Anne Umlaud ve Cathérine Hug’un üstlendiği Our Heads Are Round... Kasım’ın sonunda açılıyor ve 2017’nin bahar aylarına kadar MoMA’da kalıyor.
Lulu
Geçen sene ilk kez düzenlenen İstanbul’un moda filmleri festivali Fashion Film
Fest Istanbul, bu sene de dünyanın dört bir köşesinden büyük moda evlerinin
ve markalarının, genç ve bağımsız tasarımcıların film gösterimlerinin yanı
sıra konuklarına söyleşiler, atölyeler, sanat enstalasyonları ve partilerle de
özel bir deneyim yaşatıyor. 26-27 Kasım tarihlerinde Zorlu PSM ev sahipliğinde
gerçekleştirilecek olan festival, Tuna Yılmaz tarafından düzenleniyor.
Fashion Film Fest Istanbul bu yıl tam dört farklı kategoride ödül dağıtacak.
Moda editörleri, fotoğrafçılar, oyuncular, tasarımcılar ve moda haftası direktörleri gibi farklı disiplinlerden önemli ve ünlü isimleri
bir araya getirecek olan uluslararası jüri, festivalde En Iyi Moda Filmi, En Iyi Türk
Moda Filmi, Genç Keşif ve En Iyi Müzik Videosu ödüllerinin sahiplerini belirleyecek.
Festivalin önemli konukları arasında Londra Moda Filmleri Festivali kurucusu Beatrice Blom, Fashion Clash Festival kreatif direktörü Branko Popovic, dünyanın en önemli tasarım okulu Central-Saint Martins’in Moda Bölüm Başkanı Hywel Davies, yönetmen Senio Zapruder, Runway Manhattan Yayın Direktörü Nicolas Greghorieff, fotoğrafçı Michael Daks ve King Kong dergisi yayın yönetmeni ve fotoğrafçı Ali Kepenek gibi isimler yer alıyor.
Festival ayrıca Madrid, Lahore, Brüksel, Berlin, Kanada ve Avustralya moda film festivalleriyle imzalanan bir içerik ve ortaklık anlaşmasıyla Türkiye’den çıkan moda filmlerinin yıl içerisinde bu festivallerde yer almasını sağlıyor. Böylece Türkiye’den modacıların ve markaların küresel tanıtımına da destek veriyor.
moda ve sinema ikinci kez bir araya geliyor
FASHION FILM FEST ISTANBUL ZORLU PSM’DE
Fashion Film Fest Istanbul, moda ve film dünyalarını bir araya getirecek olan içeriği, büyük sürprizleri ve şaşırtıcı isimleriyle
26-27 Kasım 2016 tarihlerinde Zorlu PSM’de.
FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FASHION FILM FEST ISTANBUL FA
SHIO
N FI
LM F
EST
ISTA
NBUL
FAS
HION
FIL
M FE
ST IS
TANB
UL F
ASHI
ON F
ILM
FEST
ISTA
NBUL
FAS
HION
FIL
M FE
ST IS
TANB
UL F
ASHI
ON F
ILM
FEST
ISTA
NBUL
FAS
HION
FIL
M FE
ST IS
TANB
UL F
ASHI
ON F
ILM
FEST
ISTA
NBUL
FAS
HION
FIL
M FE
ST IS
TANB
UL F
ASHI
ON F
ILM
FEST
ISTA
NBUL
FAS
HION
FIL
M FE
ST IS
TANB
UL F
ASHI
ON F
ILM
FEST
ISTA
NBUL
ZORLU PSM MAG. 13 Ka s ım -A ra l ı k
ZORLU PSM MAG. 17 Ka s ım -A ra l ı k
The Weeknd
Starboy
Crocodiles
Dreamless
Jean-Michel Jarre
Oxygène 3
Leonard Cohen
You Want It Darker
Martha Wainwright
Goodnight City
The Radio Dept.
Running Out of Love
Rolling Stones
Blue & Lonesome
Justice Woman
Alicia Keys
Here
Kate Bush
Before the Dawn
ne var ne yok
MÜZİK DÜNYASINDAN HAVADİSLER
Yeni çıkan heyecan verici albümlerden bir seçkiyi ve müzik dünyasından dikkat çekici haberleri sizin için derledik.
Yazı Leyla Aksu
Ed O
'Brie
n
Yeni albümlere kulak verin
Crocodiles – Dreamless (Zoo Music)
Üretken garage punk grubu Crocodiles, yankılı gitarları, synth’ler aşkına biraz daha
arka plana aldığı altıncı albümünü yayınladı.
Leonard Cohen – You Want It Darker (Columbia Records)
Romantizmini kenara bırakmadan hayat ve ölümle boğuşmaya devam eden Leonard
Cohen, You Want It Darker’da prodüktörlüğü oğluna bırakıyor.
The Radio Dept. – Running Out of Love (Labrador Records)
Altı yıllık bir aradan sonra geri dönen İsveçli grup, “ters yönde ilerleyen her şey” ile ilgili bir
albüm hazırladıklarını söylüyor.
Justice – Woman (Ed Banger/Because Music)
Üçüncü albümlerini Kasım’da yayınlayacak Fransız ikili Gaspard Augé ve Xavier de
Rosnay, Woman’ı “keyifli ve dinlendirici” olarak tanımlıyor.
Kate Bush – Before the Dawn (Fish People/Concord Records)
Bush, 1979’dan sonra ilk defa seyirci karşısına çıkarak 2014’te verdiği unutulmaz canlı
performansların üç albümlük kaydını çıkarmaya hazırlanıyor.
The Weeknd – Starboy (XO/Republic Records)The Weeknd, R&B’den popa doğru yönelmeye devam ederken, yeni albümü için Prince, the Smiths, Talking Heads ve Bad Brains’den ilham alıyor.
Jean-Michel Jarre – Oxygène 3 (Sony Entertainment)Jarre’ın 2016’da yayınlayacağı ikinci albüm, kırk yıllık tarihî elektronik üçlemesini Aralık’ta sonlandıracak olan Oxygène 3.
Martha Wainwright – Goodnight City (PIAS Cooperative)Yarısı Wainwright’a ait orijinal parçalardan oluşacak albüm, Merill Garbus, Beth Orton, Glen Hansard ve Michael Ondaatje’den şarkılara da yer verecek.
Rolling Stones – Blue & Lonesome (Polydor/Universal Music)Üç günde kaydedilen, tamamı klasik blues cover’larından oluşan ve iki parçasında Eric Clapton’ın boy gösterdiği yirmi beşinci Rolling Stones albümü yolda.
Alicia Keys – Here (RCA Records)On beş Grammy’li şarkıcı ve şarkı yazarı Alicia Keys, on altı parçalık altıncı uzunçalarını Kasım başında yayınlıyor.
Tom
Wai
ts
Radiohead gitaristi Ed O’Brien’dan solo çalışmalar
Thom Yorke, Philip Selway ve Jonny Greenwood’un ardından bu sefer
Radiohead üyelerinden bir dördüncüsü, Ed O’Brien da solo çalışmalarını dinleyenlerle paylaşacak. Grubun
dünya turnesi sonrasında, 2017’de ilk solo albümünü yayınlayacağını BBC’ye
açıklayan O’Brien, beş yıl kadar önce ailesiyle Brezilya’da geçirdiği bir yıl süresince yazdığı şarkılardan oluşan
bir seçki hazırlayacak. Brezilya’da kaldığı zaman boyunca ülkenin kırsal
kesiminde oldukça basit bir hayat yaşadıklarını söyleyen O’Brien, Rio’daki Sambradrome’da gerçekleşen Karnaval’a
gittikten sonra yazdığı parçaların şekil değiştirdiğini, orada gördüğü toplu
atmosfer, insanlar ve müzikten, çoklu ritimlerden oldukça etkilendiğini ve
hissettiği coşkuyu da müziğine taşıdığını söyledi.
Fransız sirkinin Tom Waits ile başı dertteTom Waits, geçtiğimiz aylarda kendisine yaraşır ilginçlikte bir haberle gündeme geldi; şarkıcı, bir Fransız sirkiyle davalık hâlde. Avangart Fransız sirk yıldızı Bartabas the Furious’un (Clément Marty) sahnelediği son gösterisi, atlı opera On Achève Bien Les Anges, Tom Waits’in on altı kadar parçasına yer veriyor. Şarkılarının izinsiz olarak ve uygunsuz bir şekilde kullanıldığını söyleyen ve bu günlerde ikinci defadır sirki kapatmaya uğraşan Waits, Fransa’daki gösteriyi engelleyememiş olsa da şu günlerde sirkin İngiltere’yi turlamasını durdurmaya çalışıyor. Waits, uzun yıllardır müziğini hiçbir reklama vermediğini ve Bartabas’ın işlerinin bütünlüğünü zedelediğini söylerken, Bartabas ise Waits ile irtibata geçmeye çalıştığını ve şarkıların telif haklarını ödediğini savunuyor.
Müzik Dünyasından Havadisler
Otuz sekiz yıllık bir aradan sonra yeni Chuck Berry albümü yoldaGeçtiğimiz günlerde doksanıncı
yaşını kutlayan efsanevi rock‘n’roll sanatçısı Chuck Berry, doğum gününde, otuz sekiz yıllık bir aradan sonra ilk uzunçalarını
yayınlayacağını açıkladı. Chuck ismini taşıyacak olan kayıt, Berry’nin
elli sekiz yıllık eşi olan Themetta Berry’ye adanacak ve albümde Berry’nin çocukları Charles ve
Ingrid’de enstrümanlarının başında boy gösterecek. Açıklamaya
göre Dualtone etiketiyle yayınlanacak olan Chuck, Berry’nin
prodüktörlüğünü üstlendiği ve kendisi tarafından yazılmış yeni
parçalardan oluşuyor ve muhtemelen de Chuck Berry’nin son albümü
olarak karşımızda duruyor. Bundan önce sanatçının “Johnny B. Good”
adlı parçası uzaya gönderilmiş, kendisi de 1979 yılında en son Rock
It adlı uzunçalarını çıkarmıştı.
Chess Records’ın kurucularından Phil Chess aramızdan ayrıldıChicago blues’unun efsanevi isimlerini dünyayla buluşturan Chess Records’ın kurucularından Phil Chess, doksan beş yaşında hayatını kaybetti. 1928 yılında Amerika’ya geldikten sonra bir kilisenin duvarlarının ardında duyduğu müzik seslerinden etkilenerek abisi Leonard ile beraber Chicago’nun güneyinde plak şirketini başlatan Chess; Muddy Waters, Etta James, Chuck Berry, Bo Diddley, Howlin’ Wolf, Buddy Guy ve Little Walter dâhil olmak üzere onlarca ismin müziğini yayınlamış, daha sonraki dönemde rock‘n’roll’a ve İngiltere’deki British Invasion’a ilham olacak blues akımına kapıları açmıştı. 1951 yılında da Jackie Brenston and His Delta Cats’in tarihteki ilk rock kaydı sayılan Rocket 88’ini yayınlayan şirket, aynı zamanda caz, gospel, soul, rockabilly ve country türlerine de kucak açmıştı.
Phil
Chess
(sold
a), ş
arkı
cı Et
ta Ja
mes
ve p
rodü
ktör
Ral
ph B
ass i
le bi
rlikt
e.
ZORLU PSM MAG. 23 Ka s ım -A ra l ı k
Prokofiev’in balesiRus besteci Prokofiev’in Romeo ve Juliet’i, anlattığı trajedinin kendisi
kadar dramatik ve zorlu bir süreçten geçerek sahnedeki yerini aldı.
Sıklıkla Sovyet sansürüne uğrayan ve Prokofiev’in hayal ettiği mutlu
son ve çeşitli deneysel unsurları zorla değiştirilen proje, uzun
uğraşlar sonunda, bugün bildiğimiz hâliyle ilk olarak 1940 yılında
Leningrad’da Leoniad Lavrovsky’nin koreografisiyle seyirci karşısına çıktı.
O dönemden bu yana birçok kez farklı koreograflar tarafından yeniden ele alınan, klasik repertuvarların artık
vazgeçilmezlerinden olan bu balenin en çok konuşulan prodüksiyonlarından bir tanesi, 1965 yılında Margot Fonteyn ve
Rudolf Nureyev’i bir araya getirmişti. Müzikolog Simon Morrison’un
yardımlarıyla da Prokofiev’in gerçek vizyonu, orijinal hâliyle ilk defa 2008
yılında New York’ta sahnelendi.
West Side StoryRomeo ve Juliet’i Verona’dan New York sokaklarına taşıyan West Side
Story, 1957’de Broadway sahnesindeki yerini aldığında hem müzikallerin
gidişatını değiştirdi, hem de bir daha dünya sahnelerinden eksik olmadı.
1950’lerde, şehrin Upper West Side mahallesinde yaşayan Portorikolu
Sharks ve beyaz Jets çetelerinin çatışmalarını ve genç Maria ile
Riff ’in arada kalan aşklarını anlatan müzikal, ele aldığı güncel ve politik
içerikle de büyük yankı uyandırdı. West Side Story’nin müzikleri Leonard
Bernstein, sözleri ise Stephen Sondheim tarafından kaleme alınmış,
müzikalin koreografisi de Jerome Robbins tarafından yapılmıştı. Sahneye
çıkışının dört yıl ardından beyaz perdeye taşınan müzikal, Natalie
Wood ve Russ Tamblyn’i rollerinde ölümsüzleştirmekle kalmayıp on tane
de Oscar ödülüne layık görülmüştü.
Romanoff and JulietPeter Ustinov’un uzun yıllar kenarda unutulmuş Soğuk Savaş taşlaması Romanoff and Juliet ise hikâyesini diplomatik ilişkiler üzerinden şekillendiriyor. 1958 yılında sahne için yazılan (ve iki Tony ödülüne aday olan), üç yıl sonrasında ise başrollerinde Sandra Dee ve John Gavin ile sinemaya uyarlanan Romanoff and Juliet, Concordia adında, Doğu Avrupa’da bulunan, uydurulmuş ufak bir ülkede geçiyor. Sovyet ve Amerikan Büyükelçilerinin ülke başkanını yanlarına çekme uğraşlarının anlatısı politik gündeme göndermelerle dolup taşarken, hikâyenin aşk tarafını da bu büyükelçilerin biri kapitalist biri komünist olan çocukları ekrana getiriyor.
Romeo + JulietAvustralyalı yönetmen Baz Luhrmann’ın 1990’ları birbirine katan bu Shakespeare uyarlaması, Leonardo DiCaprio ve Claire Danes’i genç âşıklar rolünde, klasik oyunu da MTV estetiğine uyarlanmış hâliyle ekranlara taşıdı. 1996 tarihli bu yapım oldukça uzun bir aradan sonra Shakespeare’in lisanını modern bir düzenlemede, Verona sahilinde, silahlar, arabalar ve dövmeler eşliğinde yepyeni bir nesle sundu. Film, Radiohead, Garbage ve the Cardigans gibi gruplara yer veren soundtrack’iyle de bir hayli ses getirdi.
türlü hikâye eşliğinde
ROMEO VE JULIET
William Shakespeare’in klasik trajedisi Romeo ve Juliet ve savaşan aileleri yüzünden çocuklarının ölümle sonuçlanan aşkları, yüzyıllardır farklı şekillerde canlandırılan, anlatılan ve okutulan hikâyelerden. Bu uyarlamaların en sevilenlerinden biri olan West Side Story 1-18 Mart 2017 tarihleri arasında Zorlu PSM’ye gelirken, bu eski dramın şekil değiştirmiş formlarına ve en ilginç, unutulmuş yapımlarına göz atıyoruz.
Yazı Leyla Aksu
*West
Sid
e Sto
ry, 1
-18
Mar
t 201
7’de Z
orlu
PSM
Ana
Tiy
atro
’da.
West
Sid
e Sto
ry
ZORLU PSM MAG. 25 Ka s ım -A ra l ı k
Tromeo and JulietAynı yıl Troma Entertainment tarafından hazırlanmış ancak bahsi çok daha az geçmiş bir uyarlama da; Tromeo and Juliet. Düşük bütçeli bir B-filmi tadında, punk, anarşi, cinsellik, vahşet ve Shakespeare’i çarpıcı bir karışımda sunan film, Manhattan’da yaşayan Capuletler ve Queler arasında yaşanan çekişmelerin üzerine inanılmaz bir uygunsuzluk ve Motörhead grubundan da Lemmy’i katıyor. Aslında beklenmeyen bir başarı yakalayan bu yeraltı yapımı, arthouse sinemalarda ve Cannes Film Festivali dâhil olmak üzere dünyanın birçok yerinde uzun süre gösterildi.
Romeo Must Die2000 yılında sinemalara gelen Romeo Must Die ise âşıklarının hikâyesini aksiyon türüyle harmanlayan onlarca adaptasyondan yalnızca bir tanesi. Romeo ve Juliet’ten çok West Side Story’e gönderme yapan ve başrollerinde Jet Li ve Aaliyah’nın yer aldığı film, intikam gütmek için Çin’den Amerika’ya gelen eski bir polise odaklanıyor. Filmin kendisi çok büyük bir başarı yakalayamasa da dövüş sahnelerinin koreografisi ve Destiny’s Child, Timbaland, Magoo ve Ginuwine gibi R&B ve hip-hop sahnesinden büyük isimlere yer veren müzikleri büyük ilgi gördü.
Ha-Buah (The Bubble)Eytan Fox’un yönetmenliğini yaptığı 2006 tarihli İsrail bağımsız yapımı Ha-Buah ise iki gencin trajik hikâyesini yeniden beyaz perdeye, bu sefer günümüz Tel Aviv’ine taşıdı. Romantik komedi ve politik dram arasında seyreden bu yapım, yirmili yaşlarında bir grup genci, İsrailli Noam ve Filistinli Ashraf ’ın aşkını ve yaşadıkları nahif yaşamlardan uzaklaşarak yavaş yavaş gerçeklerle yüzleşmelerini konu ediyor. Bir yandan farklı cinsel kimliklere ve ırklara karşı ayrımcılığı ele alan, bir taraftan da kin ve şiddetin kısır döngüsünü inceleyen film, 2007’de !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde gösterilmişti.
The People vs. Friar Laurence, the Man Who Killed Romeo
and Julietİki saatlik bir müzikal olarak yazılan
bu komedi adaptasyonu, orijinal oyunun bittiği yerden başlayarak iki genci evlendiren ve akabinde tiyatro
boyunca ölümlerinden sorumlu tutulan kederli Friar Laurence’ın
yaşadıklarını anlatıyor. Bir mahkeme salonunda geçen bu hararetli devam
oyununda, bahtsız papaz, kızgın Veronalılar karşısında suçsuzluğunu kanıtlamaya çalışıyor. Phil Swann ve
Ron West tarafından yazılan ve hiciv, klasik trajedi ve skeç komedisini bir
arada sunan yapım, Second City ve Chicago Shakespeare Tiyatrosu
tarafından sahnelendi.
Warm BodiesBilim kurguyla klasik edebiyatın sık sık karşılaştığı günümüzde Shakespeare klasiğini zombilerle buluşturan Warm Bodies, çoğunlukla yaşayanların hüküm sürdüğü bir dünyada, yaşayan bir kızı kurtaran ve yavaş yavaş insanlaşmaya başlayan zombi R’ı takip ediyor. Isaac Marion’un 2010’da yayınlanan romanından 2013 yılında beyaz perdeye uyarlanan hikâye, ikilinin arasında gelişen ilişkiyi komik bir dille anlatıyor. Nicholas Hoult, Teresa Palmer, John Malkovich ve Dave Franco gibi oyuncuları kadrosunda toplayan Warm Bodies’in devam filmi de yolda.
Still Star-CrossedScandal ve Grey’s Anatomy dizileriyle televizyon ekranlarının vazgeçilmez ismi Shonda Rhimes’ın prodüktörlüğünü üstlendiği bu yepyeni dizi, yine Romeo ve Juliet’in ölümünün ardından yaşananları, 16. yüzyıl Verona’sına geri dönerek ele alıyor. Melinda Taub’un kitabından uyarlanan ve önümüzdeki sezon seyirciyle bulaşacak olan bu yapım, Juliet’in kuzeni Rosaline’in, iki aile arasında barışı sağlamak için Benvolio ile evlendirilmesiyle açılışı yapıyor.
Rom
eo M
ust D
ie
Romeo + Juliet
ZORLU PSM MAG. 27 Ka s ım -A ra l ı k
JEROME ROBBINSYazı Yetkin Nural
2017 Mart ayında Zorlu PSM sahnesinde izleyeceğimiz, 20. yüzyılın en önemli ve ünlü müzikallerinden olan West Side
Story’nin arkasındaki deha Jerome Robbins’in altmış yıllık bereketli kariyerine göz atıyoruz.
bir ustanın izinde
Amerika sinema, tiyatro ve dans sahnesinin en önemli isimlerinden biri olan Jerome Robbins, 1918 New York doğumlu. Yirmili yaşlarında hem bale
hem de Broadway şovları ekseninde dans kariyerine atılan Robbins,
otuzlarına girmeden de ilk koreografi işlerini üretmeye başlamış. Dansçı,
balet, yönetmen ve tiyatro yapımcısı olarak üretim gösteren, çıkardığı iş ve performanslarla başta beş Tony ve iki
Oscar olmak üzere sayısız ödül kazanan Robbins’in 1930’lardan 1990’lara
uzanan kariyerine dans, bale, müzikal ve beyazperde eksenlerinden bakıyoruz.
Dans ve BaleFinansal sebeplerle yarıda bırakılan
bir kimya eğitiminin hemen ardından lisede başladığı dansa tam zamanlı
olarak geri dönen Robbins, 1930’lu yıllarda zamanını bale, modern dans,
İspanyol dansları, Asya dansları ve dans kompozisyonu eğitimi alarak geçirdi.
1937’de Camp Tamiment isimli bir tatil beldesinde sahne almaya başlayan ve buradaki eğlence programı için ufak
rutinler üreten Robbins, bir diğer yandan da Broadway’de koro dansçısı olarak ilk performanslarını göstermeye başlamıştı.
Broadway’de gösterdiği performanslarla Amerikan balesinin babası olarak bilinen
George Balanchine’nin dikkatini çeken ve 1940’da o zamanlar Ballet Theatre
olarak bilinen Amerikan Ballet Theatre’de kadroya giren Robbins kısa sürede baş
solocu seviyesine yükselerek Antony Todor’un Romeo ve Juliet’i, Michael Fokin’in Bluebeard’ı gibi balelerdeki
rolleriyle yıldızını iyice parlattı.
1944 sezonunda Ballet Theatre için Fancy Free isimli bir bale koreografisi
hazırlayan Robbins, bu balenin müzikleri için o dönem henüz çok tanınmayan ve
daha sonra West Side Story de dâhil olmak üzere pek çok projede beraber çalışacağı
klasik müzik dehası Leonard Bernstein ile ilk işbirliğine de imza atmış oldu. Fancy Free prömiyerini yaptığı 22 Nisan 1944 akşamı izleyicilerden inanılmaz bir beğeni toplayarak bale kadrosunun alkışlarla yirmi iki defa perde önüne çağrılmasına sebep verdi.
1940’lar bale dünyasının etkisinde kaldığı folk hikâyelerini ve bu hikâyelerin karakterlerinin teatral yönlerini takdir etse de, kendi farklı arayışlarını daha serbestçe deneyebildiği Broadway şovları ile bağlarını hiç koparmayan Robbins, 1944 yılında On the Town isimli Broadway müzikalinin koreografisini üstlendi.
1940’ların sonunda Ballet Theatre’dan ayrılarak George Balanchine ve Lincoln Kirstein’in yeni kurduğu New York City Ballet’de sanat direktörü olarak göreve başlayan Robbins, 1950’lerin ilk yarısında da aktif olarak devam ettirdiği dans ve bale kariyerini 1960’lara doğru yavaş yavaş terk ederek yönetmen, şov doktoru, koreograf ve yapımcı olarak sahne arkasına odaklandı.
Koreografi ve sahne arkası1944’de Fancy Free balesi ve On the Town müzikaliyle sahne sanatlarının geleceğini etkileyecek bir kariyerin başlangıcını işaretleyen Robbins, farklı disiplinlerin tekniklerini birleştirerek yarattığı kendine has tarzıyla hem bale hem de sahne şovlarının temel dokularında iddialı bir değişimin de öncülüğünü yapmış oldu.
“Bana hakkında dans edecek bir şey verin ve onun dansını edeyim.” - Jerome Robbins
Aralarında Fancy Free, Interplay (1945), The Guests (1949), Age of Anxiety (1950) ve The
Guests (1951) gibi hem New York Balesi’nin hem de dünyanın dört bir yanından bale
kumpanyalarının repertuvarında bulunan altmışın üzerinde bale eserine imza atan
Robbins, özellikle balenin klasik tekniğini modern hikâyelerle birleştiren eserleriyle
takdir topladı. 1950’lerin sonunda Ballets: USA adı altında kendi şirketini kuran
Robbins, 1961’de bu grubu dağıtarak araya giren çeşitli projeler sonrasında 1969’da
New York City Ballet’ye geri döndü.
Kariyerinin Broadway ayağında da en az bale kadar üretken olan ve Amerikan
müzikallerinin stilize müzik ve dans antolojilerinden, konu, karakter ve mesaj
içeren şovlara evrildiği bir dönemin yıldız isimlerinden biri hâline geldi. Ayrı bir başlık
altında detaylarına bakacağımız West Side Story (1957) Robbins’in dünya çapında
bir üne kavuşmasını sağlamış olsa da, koreograf veya yönetmen olarak yer aldığı
klasikler bu efsanevi müzikalle sınırlı değil. Robbins’in En İyi Koreografi dalında ilk
Tony Ödülü’nü kazandığı High Button Shoes (1947) müzikalinden, beş Tony ve üç Drama
Desk ödüllü yönettiği son oyun Jerome Robbins’ Broadway’e (1989) uzanan prestijli eser listesinde The King and I (1951), Gypsy
(1959) ve Fiddler on the Roof (1964) gibi pek çok unutulmaz modern klasik yer alıyor.
Yarattığı eserlerle talepkâr, mükemmeliyetçi zihniyetini de ortaya koyan, bir koreograf
ve yönetmen olarak kök söktüren, sert tarzıyla bilinen Robbins’in provalardaki haşin tavırları da dans çevrelerinde bir efsane hâline geldi. Kendi eserlerinde sahne alan dansçıların tüm rolleri ve koreografileri öğrenmesini isteyen ve rolleri ancak herkes her şeyi öğrendikten sonra dağıtan Robbins’in sahnesinde, ünü ve ismi ne olursa olsun, koreografiyi öğrenmekte zorlanan hiçbir dansçı ve oyuncuya yer olmadı.
Jerome Robbins’in kendi ismiyle imza attığı bale ve Broadway eserlerinin yanı sıra isimsiz olarak destek sağladığı, sektörün terimiyle “şov doktorluğu” yaptığı pek
çok yapım da bulunuyor. Dönemin eğlence sektöründe hem reddedilen, hem de kendi haricinde yapılan, şehir dışı denemelerinde yeterli izleyici toplayamayan veya negatif eleştiriler alan pek çok şovun radikal değişiklerle yeniden yaratılmasında büyük paya sahip olan Robbins, bu “şov tedavilerinden” genelde kredi almamayı tercih etti.
Sahnede ve Beyazperdede: West Side StoryJerome Robbins’in başyapıtı olarak bilinen West Side Story 1957 yılında Broadway’de sahnelendiğinde, karanlık teması, sofistike müziği,
uzun dans koreografileri, sosyal mesajları ve etnik çeşitliliğe sahip oyuncu kadrosuyla Amerika müzikli tiyatro geleneğinde önemli farklılıklar gösterdi.
1957’deki orijinal prodüksiyonuyla koreografi ve set tasarımı dallarında iki Tommy kazanan West Side Story, Jerome Robbins ve Robert Wise yönetmenliğinde beyazperdeye uyarlandıktan sonra da aday olduğu on bir dalın onundan Oscar ödülüyle döndü. Sinema tarihinin en önemli müzikallerinden biri olan bu uyarlama, Robbins ve Wise’a kendilerinden sonra bir de Coen Kardeşler’in kazandığı iki kişiye verilen ilk En İyi Yönetmen Oscar’ını kazandırdı. Böylece Robbins, aynı zamanda, tarihte ilk filmiyle Oscar kazanan çok az sayıda yönetmenin arasına da girmiş oldu.
“Ben her formun içinde biçim olarak ona ait olan şeyleri ters çeviriyorum.
Konu ve pantomimler bir ihtiyaç olabilir, ancak bale
onlarsız da olur.” - Jerome Robbins
“Zor olduğumu biliyorum. Hislerinizi inciteceğimi de biliyorum. Fakat ben böyleyim.” - Jerome Robbins
“Dans, sanatların totem direğinde aşağılarda kalıyor çünkü bittiğinde elinizde kalan bir resim, sizinle kalacak bir kitap, bakabileceğiniz bir skor yok.” - Jerome Robbins
ZORLU PSM MAG. 29 Ka s ım -A ra l ı k
ZORLU PSM MAG. 31 Ka s ım -A ra l ı k
EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDE
BİYA
T VE
BEY
AZ P
ERDE
NİN
ÜNLÜ
CAD
ILAR
I EDE
BİYA
T VE
BEY
AZ P
ERDE
NİN
ÜNLÜ
CAD
ILAR
I ED
EBİY
AT V
E BE
YAZ
PERD
ENİN
ÜNL
Ü CA
DILA
RI E
DEBİ
YAT
VE B
EYAZ
PER
DENİ
N ÜN
LÜ C
ADIL
ARI
EDEB
İYAT
VE
BEYA
Z PE
RDEN
İN Ü
NLÜ
CADI
LARI
EDE
BİYA
T VE
BEY
AZ P
ERDE
NİN
ÜNLÜ
CAD
ILAR
I ED
EBİY
AT V
E BE
YAZ
PERD
ENİN
ÜNL
Ü CA
DILA
RI
01
THE WICKED WITCH OF THE WESTTHE WONDERFUL WIZARD OF OZ
L. Frank Baum’un 1900 yılında yayınlanan ve sonrasında onlarca farklı uyarlaması yapılan The Wonderful Wizard Of Oz kitabının kötü karakteri olan The Wicked Witch Of The West (Batının Kötü Cadısı), 20. yüzyıl edebiyatının en bilindik
cadılarından biri. Aralarında karga, kurt ve arıların da bulunduğu çeşitli canlıları kontrol edebilen ve güçlerini bu canlılar vasıtasıyla kullanabilen cadı, kitabın ana karakteri Dorothy’deki gümüş ayakkabıları elde etmek için her şeyi yapmayı göze almıştır. Sinema filmi, animasyon, müzikal, çizgi roman gibi sayısız farklı formatta karşımıza çeşitli temsilleriyle çıkan The Wicked Witch Of The West, Scooby-Doo,
The Muppets ve Tin Man gibi serilerin çeşitli bölümlerinde de görülmüştü.
02
SCARLET WITCH MARVEL
Marvel çizgi romanlarının en popüler kadın karakterlerinden biri olan Scarlet Witch, ikiz erkek kardeşi Quicksilver’la birlikte ilk başlarda Magneto’nun kötü kardeşliğinde yer alır ve X-Men’e karşı mücadele eder. Jack Kirby ve Stan Lee ikilisinin yarattığı ve ilk olarak 1964 yılında bir X-Men çizgi romanında karşımıza çıkan Scarlet Witch’in Magneto’nun çocuğu olduğu da sonradan öğrenilir. Magneto’nun yakalandığı dönemde Avengers’a katılan Scarlet Witch, doğduğu gün bir kaos tanrısı olan Chthon tarafından dünyaya hükmedecek bir vücut olarak seçilir ve sınırları olmayan güçlere sahip olur. Marvel’ın sinematik evreninin son yıllardaki yapımlarında Elizabeth Olsen tarafından canlandırılan karakter, her şeyin şeklini değiştirebildiği gibi zamanı bükme yetilerine de sahiptir.
Wicked müzikali öncesi
EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI
11 Ekim-5 Kasım 2017 tarihlerinde Zorlu PSM’de sahnelenecek heyecan verici Broadway müzikali Wicked, L. Frank Baum’un
klasik kitabı The Wonderful Wizard Of Oz’u, Oz’daki cadıların perspektifinden anlatıyor. Biz de bu vesileyle, bugüne dek çeşitli sinema filmi, kitap ve tiyatro oyunlarında karşımıza çıkmış ve
akıllarda yer etmiş cadıları hatırlıyoruz.
Yazı Cem Kayıran -- İllüstrasyon Sadi Güran
ZORLU PSM MAG. 33 Ka s ım -A ra l ı k
EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEB İYAT VE BEYAZ PERDEN İN ÜNLÜ C ADIL ARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDEBİYAT VE BEYAZ PERDENİN ÜNLÜ CADILARI EDE
BİYA
T VE
BEY
AZ P
ERDE
NİN
ÜNLÜ
CAD
ILAR
I EDE
BİYA
T VE
BEY
AZ P
ERDE
NİN
ÜNLÜ
CAD
ILAR
I ED
EBİY
AT V
E BE
YAZ
PERD
ENİN
ÜNL
Ü CA
DILA
RI E
DEBİ
YAT
VE B
EYAZ
PER
DENİ
N ÜN
LÜ C
ADIL
ARI
EDEB
İYAT
VE
BEYA
Z PE
RDEN
İN Ü
NLÜ
CADI
LARI
EDE
BİYA
T VE
BEY
AZ P
ERDE
NİN
ÜNLÜ
CAD
ILAR
I ED
EBİY
AT V
E BE
YAZ
PERD
ENİN
ÜNL
Ü CA
DILA
RI
04
06
07
WITCH OF THE WASTE HOWL’S MOVING CASTLEİngiliz yazar Diana Wynne Jones’un aynı isimli romanından Hayao Miyazaki tarafından anime olarak sinemaya uyarlanan Howl’s Moving Castle, Studio
Ghibli’nin en popüler yapımları arasında. Kitap ve filmin kötü karakteri olan Witch Of The Waste (İsraf Cadısı), hikâyenin başlangıcından onlarca yıl önce yer yüzüne düşen bir yıldız tarafından lanetlenerek bir cadıya dönüşür. Genç ve yetenekli bir büyücü olan Howl’a saplantılı bir şekilde bağlı olan Witch Of The Waste, ona yaklaşan her kadını kendine has yöntemlerle cezalandırır. Howl’s Moving Castle’da da bu cadıyı, Sophie isimli genç bir kızı doksan yaşında yaşlı bir kadına dönüştürürken görüyoruz.
MATER SUSPIRIORUM SUSPIRIAİtalyan yönetmen Dario Argento’nun Suspiria, Inferno ve The Mother of Tears filmlerinden oluşan The Three Mothers üçlemesinin en yaşlı ve donanımlı cadısı olan Mater Suspiriorum, güçleri yüzünden 1800’lerin sonlarında Avrupa’daki birçok ülkede sürgüne yollanmıştır. Gerçek adı Helena Markos olan Mater Suspiriorum, telekinezi ve görünmezlik gibi güçlere sahiptir ve Almanya’da konumlanan bir cadılar meclisinin de kurucusudur. 1900’lerin başında kendisinin öldüğüne dair bir söylentinin dolaşmasını sağlayan ve uzun yıllar faaliyetlerini gizli bir şekilde sürdüren Mater Suspiriorum, onlarca yıl sonra aynı zamanda bir balerin olan beyaz bir cadı tarafından öldürülür. Ölümünün ardından kurucusu olduğu meclis de yok olur.
03
AGNES NUTTER GOOD OMENSFantastik edebiyatın iki önemli figürü Neil Gaiman ve Terry Prachett’ın birlikte yazdığı Good Omens, 1990 yılında yayınlanmış bir fantastik-komedi. Şeytan’ın oğlunun doğması ve kıyametin yaklaşmasıyla birlikte, 17. yüzyılda yaşamış bir cadı olan Agnes Nutter’ın kehanetlerinin hepsinin doğru çıktığı anlaşılır. Olayların gerçekleştiği döneme uygun olmayan bu yazıların anlaşılmazlığının üzerine, gizli güçlerle ilgilenen ve Nutter’in uzaktan akrabası olan Anathema Device, kehanetlerde anlatılanları ortaya çıkarmaya koyulur. Kitapta anlatılanlara göre Agnes Nutter, 17. yüzyılda yaşadığı kasabadaki halk tarafından yakılarak öldürülmüştür. Yakılmadan önce vücudunun çeşitli noktalarına barut paketleri saklayan cadı, kendisinin yakılmasıyla birlikte kasabanın da kül olmasına sebep olur.
05
HERMIONE GRANGER HARRY POTTERJ.K. Rowling’in 2000’lere damgasını vuran kitap serisi Harry Potter’ın ana karakterlerinden biri olan Hermione Granger, anne ve babası dişçi olan alışılmışın dışında bir cadı. Yakın arkadaşları Harry Potter ve Ron Weasley’le atıldığı maceralarda özellikle pratik zekâsıyla ön plana çıkan Hermione, okulda da en başarılı öğrencilerden biridir. Fakat kapasitesi ve yetenekleri bazı öğretmenleri tarafından tehdit olarak görülür. Harry Potter filmlerinde Emma Watson’ın canlandırdığı Hermione’in ismi bir William Shakespeare eserinden geliyor.
MALEFICENT SLEEPING BEAUTYSon olarak başrolünde Angelina Jolie’yi izlediğimiz sinema uyarlamasıyla karşımıza çıkan Maleficent, özellikle Disney’in en popüler yapımlarından Sleeping Beauty’nin kötü karakteri olarak tanınan bir cadı. Grimm Kardeşler’in Sleeping Beauty romanındaki kötü karakterden yola çıkarak Marc Davis tarafından yaratılan Maleficent, inandığı bir kişi tarafından ihanete uğradıktan sonra kalbinin taşa dönüşmesiyle birlikte cadıya dönüşmüştür. Çeşitli Disney yapımları ve kitaplarda zalim ve
korkutucu bir karakter olarak lanse edilen Maleficent, 2014 yılında vizyona giren ve kendisinin yakalandığı laneti konu eden filmdeyse biraz daha sempatik bir yorumlamayla karşımıza çıkmıştı.
ZORLU PSM MAG. 35 Ka s ım -A ra l ı k
*Aud
iofly
, 18
Kas
ım’da
Zor
lu P
SM S
tudi
o’da.
bilm
edik
lerin
iz
AUDI
OFL
Y
03Middleton ve Saporito 2007 yılında
Supernature ismini verdikleri kendi plak şirketlerini kurmuştu.
Audiofly’ın Supernature şirketinin bir küçük kardeşi olarak kurguladığı ve
ikilinin sevdiği daha deneysel ve minimal müzikleri yayınladıkları, Maison D’Etre isimli bir plak şirketi daha bulunuyordu.
05Audiofly’ın Alman ikili M.A.N.D.Y ile
gerçekleştirdiği ortak bir projesi var.Philipp Jung ve Patrick Bodmer’den oluşan
M.A.N.D.Y ile Audiofly’ın birleşimiyle kurulan MANFLY, özellikle Flying Circus
partilerinde pisti her defasında sallayan setleriyle biliniyor.
01
İspanya merkezli elektronik müzik ikilisi Audiofly, İngiliz Anthony Middleton ve
İtalyan asıllı Luca Saporito’dan oluşuyor. 2002 yılında Doğu Londra’da bir barda,
ortak bir İtalyan arkadaşlarının vasıtasıyla tanışan, sonrasında Audiofly ismiyle parça üretmeye ve kulüplerde çalmaya başlayan
ikili on dört senelik uzun ve oldukça üretken bir işbirliğine sahip.
04
Audiofly aynı zamanda organize ettikleri dünya çapında otuzdan fazla şehirde gerçekleşen Flying Circus partileriyle de bir hayli meşhur. Bugüne kadar otuzdan fazla şehirde gerçekleşen, 2014 yılında İstanbul’a da uğrayan ve aynı zamanda bir plak şirketi olarak da üretimlerini sürdüren Flying Circus, bu sene onuncu yaşını kutluyor.
06
Neredeyse tüm zamanlarını stüdyonun içinde ve kabinden kabine turlayarak geçiren ikili, müzikle haşır neşir olmadıkları zamanlarda farklı ilgi alanlarına sahip. Middleton haftanın dört günü mutlaka yoga ve meditasyon yaptığını, aynı zamanda yılda en az bir kere müzik seyahatlerinden bağımsız bir tatile çıktığını söylüyor. Saporito ise yemek yaparak ve sık sık farklı belgeseller izleyerek kafa dağıtıyor.
02
İlk albümleri Follow My Liebe’i tanışmalarından tam dokuz sene sonra, 2011 yılında Get Physical etiketiyle yayınlandı.2015’de yeni albümleri üzerinde çalıştıklarını açıklayan ikili, bu albümün ilkine göre daha sinematik bir temaya oturacağını ve albümün sonrasında buna uygun bir canlı şov tasarlayacaklarını söylüyor.
07
Kendi parçalarının yanı sıra sık sık diğer müzisyenlerin parçalarına yaptıkları
remikslerle de ilgi toplayan Audiofly’ın en çok remikslemek istediği sanatçılar
seçkisi oldukça ilgi çekici. Thom Yorke’un müziğine, Roisin
Murphy’nin mikrofon ustalığına hayran olan ikili, eğer bir şekilde yayınlanmamış
bir parçası çıkarsa Nina Simone’a da remiks yapmanın muazzam bir deneyim
olabileceğini düşünüyor.
ZORLU PSM MAG. 37 Ka s ım -A ra l ı k
Küçük yaştan beri müzikle iç içesin. İlk müzik kahramanların kimler?
Ben daima öncelikle bir şarkıcı olduğumu düşündüm. Hep de öyle
oldum. Bu yüzden herhangi bir şarkıya yaklaşırken sözler benim için muazzam bir önem taşıyor.
Müzik kahramanlarım da harika söz yazarlarından oluşuyor. Leonard
Cohen, Bob Dylan, Joni Mitchell, Carole King, Paul Simon, Peter
Gabriel, Jerome Kern, Dorothy Fields, Woody Guthrie... Hepsinin şarkıcı olmamdaki etkisi çok büyük. Onlar
da büyük ihtimalle, Duke Ellington, Cole Porter, Fats Waller, Marvin
Gaye, Stevie Wonder, Billy Strayhorn, Thelonious Monk ve The Three B’s gibileri olmasa şarkıcı olamazlardı.
Son albümün Secular Hymns’ı samimi bir ortamda, canlı olarak
kaydettin. Çok basit ve mükemmel bir karar. Bu kararı nasıl aldın?
Albümün isminden yola çıkarak (Seküler İlahiler) özgürlük ve
müzik yapma arasında kurduğun ilişkilerden biraz bahsedebilir misin?
Albümü neden Secular Hymns (Seküler İlahiler) olarak
adlandırdığımı, şarkıları nasıl seçtiğimi, bu şarkı yazarlarının bana ne ifade ettiğini ve bunun
neden benim için çok özel bir proje olduğunu uzun uzun anlatmak
istiyorum... Albüme Secular Hymns ismini verdim çünkü kayıtları
Oxfordshire’da, Norman mimariye sahip ufak bir kilisede yaptık ve aynı
zamanda orada yaşayanların gelip izleyebildiği bir performans olarak tasarladık. Tamamladığımızda ise
insanlar yanımıza gelip odayı ruhani bir hümanizmle doldurduğumuzu söyledi. O güne kadar aldığım en
güzel iltifattı ve albümün isminin bu deneyimimiz ve bu duygulara uygun
olması gerektiğini düşündüm. Bunları karşıladığını umuyorum...
Şarkılara gelince; gitarist Jon Herington ve kontrbasçı Barak Mori ile triomuzun repertuvarını oluşturmak için iki yıldır çalışmaktayız. Sanırım bu albümde Willie Dixon’ın “If the Sea Was Whiskey”, Allen Toussaint’ın “Everything I Do Gonh Be Funky” ve Sister Rossetta Tharpe’ın “Shout Sister Shout” parçalarında olduğu gibi özgün vokal performanslarının peşinden gitmemiz için bizi blues ve blues’da vokallerinin ne kadar çok söz söyleyebildiğine duyduğum ilgi yönlendirdi. Bunların yanı sıra vokal bölümlerinde özel unsurlara yer veren, müzikle ilgili kararların yanı sıra içinde çok özel hikâyeler barındıran birtakım parçalara da albümde yer verdik. Tom Waits’in “Tango Till They’re Sore”u ve Linton Kwesi Johnson’ın “More Time”ı böyle şarkılar... Bazı şarkılar da yıllar içindeki turnelerimiz sırasında şekillendi. Örneğin “Hard Times”ı dâhil etmemizin sebebi Detroit, Michigan’da gerçekleştirdiğimiz bir Noel konseriydi.
Tom Waits, Townes van Zandt ve Allen Toussaint gibi müzisyenler bize şu an anlatabileceğimden çok daha fazla şey kattılar. Ama yine de kendi adıma onlardan edindiklerimi biraz tarif etmeye çalışacağım. Townes Van Zandt’in parçasını bir yönetmen sayesinde keşfettim. “The Highway Kind”ı ilk duyduğumda tercih edilmiş yalnızlığı kutsayan bir şarkı olduğunu hissettim. Gerçek anlamda yalnız bir insanın ne yapacağına dair ahlaki ikilemleri çok güzel bir şekilde aktarıyordu ve bana özgürlük kavramıyla, sıradan olmakla, sınırları kabullenmekle ilgili çok şey öğretti. Tom Waits’in ise bana kaos kavramıyla ilgili çok şey öğrettiğini düşünüyorum. Sanki güvertede duruyor ve hepimizin içinde olduğu, her an devrilebilecek, kaptanı olmayan bir geminin kendi kendine dönen dümenini işaret ediyor. Bana kaosla ne kadar fazla mücadele etmek istediğimi hatırlatıyor ve ardından da onu kontrol etmenin imkânsız olduğunu gösteriyor.
*Mad
elein
e Pey
roux
, 5 A
ralık
’ta, G
aran
ti C
az Y
eşili
kap
sam
ında
Zor
lu P
SM A
na T
iyat
ro’da
.
romantizme mahkûm edilmiş bir ses
MADELEINE PEYROUX
5 Aralık’ta Zorlu PSM Ana Tiyatro’da izleyeceğimiz ABD’li caz vokalisti ve şarkı yazarı Madeleine Peyroux ile, 1980’lerde Paris sokaklarında başlayan müzik kariyeri, Eylül ayında yayınladığı,
yüreğiyle seslendirdiği özel bir repertuvara yer veren Secular Hymns adlı yeni albümü ve “kendini gerçekleştirme” macerası üzerine koyu bir
muhabbete daldık.
Röp Ekin Sanaç
ZORLU PSM MAG. 39 Ka s ım -A ra l ı k
Allen Toussaint’a gelince, benim için nezaketin simgesi gibi. Yaptığı her şeyi ruhumuzu hafifletmek için yapmış gibi. Bunu yapmayı nasıl başardığını gerçekten çok merak ediyorum. Allen aramızdan ayrıldığı için çok üzgünüm. Ama onun var olma biçimine tanıklık ettiğim her an onun zaten başka bir diyarda yaşamış olduğunu hayal ediyorum. Ondan seçtiğimiz parça çok özel bir şekilde başka bir evrensel fikri yansıtıyor ve albümdeki diğer şarkılar gibi bana kendini gerçekleştirme mesajı veriyor. Allen Toussaint ile birkaç kez bir araya gelme şansım oldu. Birkaç sene önce şarkılarımı dinleyip yorum yaparken bana karşı çok cömert davranmıştı. Asil olduğu kadar insani yönü kuvvetli ve cana yakındı da. Müziği ise gerçekten çok severdi. Onu çok özleyeceğiz.
Başkalarının şarkılarını kendi şarkıların hâline getirirken derinliklerini keşfetmek ve etüt etmek için ne gibi yöntemler izliyorsun?Beni bu anlamda etkileyen isimler arasında Serge Gainsbourg ve Edith Piaf ’ı sayabilirim. İngilizce şarkı söylemek adına Fransız şarkı yazarlarından öğrendiğim çok şey oldu. Fransızca, İngilizceye göre çok daha monoton bir konuşma dili. Bu nedenle de kelimelerdeki sessiz harfler çok daha fazla dikkat çekiyor. Gainsbourg gibi şarkı yazarları ses tekrarı kullanarak belirli fikirleri çok daha güçlü ifade etmeyi başarıyor. Sanıyorum ki biz İngilizce’de bunu pek yapmıyoruz. Bu yüzden şarkı söylerken bu yaklaşımı kullanmamda onun çok yardımı dokundu. Eminim, İspanyolca ya da Portekizce şarkılarda sesli harflere daha bile fazla odaklanılıyordur. Tüm bunların ritim üzerinde de etkisi oluyor. Hepsi için gerekli olan farklı bir es var. Ayrıca geleneksel dilde yazılmış Fransızca şarkı sözleri çok uzun cümleler kullanabiliyor. Ama argo ya da geleneksel olmayan şekilde yazıldıklarında daha az sürede daha fazla şey söyleyebiliyorlar. Benim için yazması en zor olan şey de bu; konuşma dilini şarkı sözüne dönüştürmek. Her dilde çevirisi mümkün olmayan şeyler olduğu da bir gerçek. O yüzden bir insan başka diller öğrenerek bir şarkı üzerinde müziğin kendisinin ne kadar fazla etkisi olabildiğini kavrayabilir. Çünkü bir şarkının bahsi geçmeyen yanlarının yaşadığı yer tam burasıdır.
Şarkı yazarlığına daha çok eğilmek gelecek planların arasında mı?Her müzisyen hayatını canlı performanslar aracılığıyla kazanıyor. Seyirciyle doğrudan iletişim kurduğumuz yerler de konserler. Ben aynı zamanda konserlerde kendimi evimde gibi hissediyorum. Sokakta çalmaktan bu kadar keyif almamın sebebi de her boşluğun sahneye ve her deneyimin beraberce yaşadığımız bir hikâyeye dönüşebilmesi. Şarkının bir araç olduğuna, müziğin bir araç olduğuna ve şarkıların şarkıcılar için bir araç olduğuna inanıyorum. Bu yüzden de zaman ilerledikçe bir şarkı formunun ne olduğunu daha ayrıntılı keşfedebiliyor olmalıyım. Bunu tarihsel olarak benim söylediğim şarkılarla sınırlandıramayacağımız kadar çok sayıda farklı düşünme biçimi söz konusu. Ayrıca, insan sesi kavramıyla sınırlı kalmadan, insan sesiyle ne gibi şeyler yapabileceğimizi çok merak ediyorum. İnsan sesine gerçekten çok inanıyorum ama günümüz pop şarkılarında insan sesi en önemsiz şeye dönüşebiliyor. Dolayısıyla bunu keşfetmek istiyorum. Neden sesimizle çok tuhaf şeyler denemeyelim ki? İnsanlar insan sesine daha çok odaklanabildiklerinde ne duyarlar? Ben bunu nasıl başarabilirim? Tüm bu meseleler yeni albümüm için çok önemli ve yazmak benim için bir şeyler denemenin doğal bir yolu gibi. Şarkılar benimle ve ne hissettiğimle ilgili çok dürüst hikâyeler anlatmanın yanı sıra duymak istediğim sesi çıkarmamın yollarını sunuyor. Etüt asla bitmiyor. Bu yüzden şarkı söylemeyi ve yazmayı hiç bırakmayacağım. Yazmak, kayıt yapmak, canlı çalmak, benim hayatım bu!
Farklı formlarda yazılar, şiirler yazmayı da sürdürüyor musun?
Şiirler, kısa hikâyeler yazıyor ve resim yapıyorum.
Müzik yapmaya sokakta başlamak müziğe olan yaklaşımını ve kim olduğunu ne şekillerde etkiledi?
Amerika’nın yanı sıra Fransa ve Avrupa’nın diğer yerlerinde yaşamış olmamın müzikal kimliğimdeki rolü yadsınamaz. Amerikan müziği ve kültürü özel bir güce
sahip. Babamın New Orleans’ta büyümüş olması müzik eğitimimin vazgeçilmez bir parçası oldu. Ancak Paris sokaklarındaki davetkâr ortamlar olmasaydı asla canlı
çalmayı öğrenemezdim. Sade yaşantılar en iyi müzikleri ortaya çıkarabiliyor. Paris’te yalnızca karnımızı doyurmak
ve ara sıra kahve içmek için müzik yapıyorduk. Çalma deneyiminin kendisi kadar önemli olan başka hiçbir
şey yoktu. Yeni kıyafetlere gerek yoktu. Daima ikinci el dükkânlarından alıyorduk. Kendi gitarımı alabildiğim
gün başka hiçbir şeye ihtiyacım kalmamıştı. Paris ya da New York gibi şehirlerde alışılagelmiş hayatlar sürmek
çok pahalı ama biz başka türlü yaşıyorduk. Sokak müzisyenleri olarak bizim kendi ortamımız vardı.
Erken dönem Paris anılarını düşünecek olursan şehrin en sevdiğin noktaları nerelerdi?Paris’in Latin Bölgesi sokaklarında şarkı söyleyen Madeleine Peyroux’dan geriye ne mi kaldı? Ben hâlâ oradayım. Müziğim hâlâ o tozlu sandaletlerin tabanından geliyor. Sesim hâlâ Sen Nehri’nin üzerinden sürüklenen rüzgârda yankı buluyor. Eğer romantizme mahkûm edilmezsem ben bir hiçim.
Sokak müziği ve sokak müzisyenleriyle ilgili gözlemlediğin en büyük yanlış kanı ne olabilir?İnsanlar sanatın gelişmesinin bir kültür ölçütü olduğunun farkına her zaman varamayabiliyor. İnsanların şarkı söyleyip dans ettiği yerlerde onlara destek olan harika topluluklar da oluyor. Paris sokakları 1980’lerde müzisyenlerle doluydu ve ben de orada bulunduğum için çok şanslıyım. Özgür olmanın iki yolu vardır derler; ya sokak sanatçısı olacaksın, ya da milyoner... Ama milyonerlik konusunda o kadar da emin değilim.
ZORLU PSM MAG. 41 Ka s ım -A ra l ı k
*Wev
al “L
ive”
ve G
idge
“Liv
e”, 1
0 A
ralık
’ta Z
orlu
PSM
Stu
dio’d
a.
bilm
edik
lerin
izW
EVAL
01
Weval, Hollandalı iki arkadaş olan
Harm Coolen ve Merijn Scholte’den
oluşuyor. Yolları 2010 senesinde
film okulunda kesişen ikili ilk olarak
beraber bir kısa film çekmeye karar
veriyor. Paylaştıkları bir diğer özelliğin
müzik yapma sevgisi olduğunu fark eden ikili, işbirliklerinin
rotasını bu noktada müziğe çeviriyor.
03
Geçtiğimiz Haziran ayında grubun kendi adını vererek yayınladığı ilk albüm Weval, Flemenkçede “şelale” anlamına geliyor. Müzik üretimlerinde dikkat çeken sinematik his ikilinin film kökenlerine işaret ederken, grubun ismi de farklı müzik türlerinin dijital bir potada eritilerek dönüştüğü güçlü ve epik akışa anlam katıyor.
02
2013 yılında yayınladıkları ilk EP
Half Life ile övgü toplayan Weval, bu çıkış
ile önemli kapılar açtı. Half Life EP’sinde yer
alan “Detian” parçasının ünlü yıldız Penolope
Cruz’un oynadığı Schweppes reklamının
müziği olmasıyla bilinirliği yükselen ikili, aynı zamanda bu EP ile elektronik müziğin en
önemli plak şirketlerinden Kompakt’ın dikkatini
çekti.
04
Beraber ürettikleri müziğin dikişsiz,
birleşik hissine rağmen ikilinin genç
yaşlarında müzikle olan ilişkileri oldukça farklı
geçmişlere dayanıyor. Coolen’ın müzik
macerası çalıştığı bir barda başladığı DJ’lik,
takiben kendi yaratmak istediği atmosfere yönelik remiksler, sonrasında ise bu
atmosfer etrafında sıfırdan ürettiği
parçalarla başlıyor. Scholte ise kariyerinin
başlangıcını özellikle film müziklerine, rock
gruplarına ve trip-hopa olan ilgisi ve Reason
isimli müzik programını keşfedişi olarak
işaretliyor.
06
Weval konseri öncesinde sahne alacak ilk isim, Londra’da yaşayan prodüktör ve DJ Sine Büyüka’nın projesi Villettemusic olacak. Villettemusic’in etkilendiği müzikler arasında kendisinden sonra sahne alacak Gidge grubu da var.
07Weval konseri öncesinde izleyeceğimiz ön gruplardan ikincisi, İsveçli Jonatan Nilsson ve Ludvig Stolterman ikilisinden oluşan Gidge’in ikinci albümü, Lulin, İsveç ormanlarında yaşayan, yalnız, gizemli ve hayali bir varlıktan ilham alıyor. Lulin aynı zamanda 2007’de Çinli bilim insanları Ye Quanzhi and Lin Chi-Sheng tarafından keşfedilen bir kuyruklu yıldızın ismi.
05
İlk albümlerini eski bir ilkokul binasının
çatı katına kurulan bir stüdyoda gerçekleştiren Weval, kayıtlar sırasında
eğlenceli bir rutin geliştirmiş.
Çalışmaya ara vermek konusunda problemleri
olan ikili çözümü ilkokulun arkasındaki
kilisenin avlusunda her gün mutlaka bir futbol
maçı yapma kuralı koyarak bulmuş.
ZORLU PSM MAG. 43 Ka s ım -A ra l ı k
elektronik tınıların kalesi
HOLLANDA VE ELEKTRONİK MÜZİK KÜLTÜRÜ
Yazı Cem Kayıran
Hollanda’nın son yıllarda elektronik müzik sahnesine en büyük armağanlarından biri olan Weval, canlı performansıyla 10 Aralık’ta Zorlu PSM Studio’da. Merijn Scholte ve Harm Coolen ikisinin bol
miktarda dans vaat eden performansları öncesinde Hollanda’nın elektronik müzik sahnesini kapsamlı bir şekilde masaya yatıralım dedik.
Youn
g Mar
coO
rland
o Voo
rn
Her ne kadar “Hollanda” ve “elektronik müzik” kelimeleri
aynı cümlede geçtiği zaman akıllara ilk gelen Tiësto, Armin Van Buuren ve Vengaboys gibi trance prodüktörleri ve DJ’leri
olsa da elektronik müziğin farklı alt dallarında üretimlerini yapan
etkileyici heyecan verici isimlerin sayısı pek de azımsanacak gibi değil.
Müzisyen, DJ ve prodüktörlerin bolluğunun yanı sıra ülkenin
eğlence merkezi olarak da bilinen Amsterdam’la birlikte Rotterdam,
Utrecht ve Den Haag gibi şehirlerde de elektronik müzik parti ve
festivalleri bir süredir yaygınlaşmakta. An itibariyle dünyanın dört bir
yanından katılımcıyı ağırlayan birçok elektronik müzik buluşmasının
gerçekleştiği Hollanda, birçok müzik okulu, çeşitli alt türlerde faaliyet gösteren bağımsız plak şirketleri ve müziğin farklı yönlerine dair
zihin açıcı fuarlarıyla son yıllarda elektronik müziğin en önemli
kalelerinden biri.
Hollanda’nın elektronik müzik sahnesinin en çarpıcı isimlerini kısaca
mercek altına alıyoruz.
NoisiaNik Roos, Martijn van Sonderen
ve Tjiks de Vlieger’den oluşan Noisia, özellikle Drum & Bass’in alt
türleri olan techstep ve neurofunk üretimleriyle tanınıyor. İlk albümünü
2010 yılında yayınlayan Groningen çıkışlı üçlü, şimdiye dek Foreign
Beggars, Wiley ve Hadouken! gibi isimlerle de ilgi çekici projelere imza attı. Grubun üçüncü stüdyo albümü Outer Edges, bu yıl grubun kurucusu
olduğu plak şirketi Vision Recordings etiketiyle yayınlandı. Dinamik ve
vurucu prodüksiyonlarıyla özdeşleşen üçlü, Hollanda’da “Drum & Bass’in
kralları” olarak anılmakta.
Speedy J1990’lı yılların başlarında yayınladığı minimal techno parçalarıyla ismini duyuran Rotterdam doğumlu Speedy J mahlasıyla tanınan DJ ve prodüktör Jochem Paap, techno ve elektronik müziğe yön veren plak şirketleri Plus 8, Novamute ve Warp’tan albümler yayınladı. Kariyeri boyunca yenilikçi bir yaklaşım benimseyen ve farklı disiplinlerden sanatçılarla üretimlerini sürdüren Speedy J, 2008 yılında Electro Deluxe isimli plak şirketini kurdu ve kendi kayıtlarının yanı sıra Tommy Four Seven, Gary Beck gibi isimlerin albümlerini yayınladı.
Orlando Voorn1980’lerden bu yana The Nighttripper, Baruka, Basic Bastard, Balance gibi mahlaslarla üretimlerini sürdüren Orlando Voorn, 1986 yılında Hollanda’nın DMC DJ Championship’inde büyük ödülün sahibi olmuştu. Voorn, özellikle Detroit ve Amsterdam usulü techno yaklaşımları arasında kendine has bir köprü oluşturan ilk prodüktör olarak tanınıyor. Blake Baxter’la Ghetto Brothers ve Jeff Porter’la Designer Loops projelerini hayata geçiren Orlando Voorn, son olarak bu yıl Rush Hour Recordings etiketiyle In My World isimli albümünü servis etti.
Kraak & SmaakDisko, funk, boogie gibi türlerden etkileşimler barındıran prodüksiyonlar yapan Kraak & Smaak, özellikle 2008 yılında yayınlanan “Squeeze Me” isimli hit şarkısıyla dünya çapında bir fenomene dönüşmüştü. Oscar de Jong, Mark Kneppers ve Wim Plug’dan oluşan Kraak & Smaak, 2003 yılından bu yana İngiltere merkezli plak şirketi Jalapeno Records’tan sayısız single ve EP ile birlikte beş uzunçalar yayınladı. Röyksopp, Jamiroquai ve Caro Emerald gibi isimlere remiksler de yapan Leiden çıkışlı üçlü, dans müziğinin son yıllardaki en büyük başarı hikâyelerinden biri olarak biliniyor.
AfrojackSurinam asıllı Nick van de Wall’in solo projesi Afrojack, 2010’ların dünya çapında popüler olan akımları progressive house ve trap alanlarındaki üretimleriyle ana akım müzik sahnesinin en popüler prodüktör ve DJ’lerinden biri. Geride bıraktığımız beş yılda yayınladığı dört EP ve bir uzunçaların yanı sıra Madonna, Nicki Minaj ve David Guetta gibi popüler müzisyenlerle ortak çalışmalara imza atan Afrojack, aynı zamanda Wall Recordings isimli bir plak şirketine de sahip.
ZORLU PSM MAG. 45 Ka s ım -A ra l ı k
WevalDinleyicisini anında etkisi altına alabilen karanlık yapılar, güçlü ve sürükleyici ritmik katmanlar ve nefes kesen synth melodi ve dokularıyla dolu ilk uzunçalarını bu yıl servis eden Weval, Hollanda’dan son yıllarda çıkan en heyecan verici oluşumlardan biri. İki arkadaş Harm Coolen ve Merijn Scholte Albers’ten oluşan Weval, 2013 yılında Atomnation etiketiyle yayınladığı ilk EP’sinin ardından Avrupa elektronik müzik sahnesinin köklü etiketlerinden Kompakt’la anlaştı. Kompakt’tan çıkan iki etkileyici EP’nin ardından ikilinin yine Kompakt etiketiyle servis ettiği ilk albümü ambient techno, noise, IDM gibi etkileşimler barındırıyor. Yılın en iyi “ilk albüm”lerinden birine imza atan Weval, 10 Aralık’ta Zorlu PSM Studio’da!
Young MarcoAmsterdam’ın yeraltı sahnesinin en dikkat çekici DJ ve prodüktörlerinden biri olan Young Marco, setlerinde yer verdiği onlarca farklı türden parça ve ses kayıtlarıyla tanınıyor. Kendi set ve prodüksiyonlarının yanı sıra harika remikslere de imza atan Young Marco’nun şimdiye dek parçalarını remikslediği isimler arasında Francis Bebey, Tom Trago, Jacco Gardner ve Vangelis Katsoulis bulunuyor. Orijinal fikirler ve eşsiz bir akışkanlık sunan Young Marco setleri, keyifli anlar vaat ettiği kadar ilginç keşifler yapmak için de birebir.
Şimdi ise, Hollanda’da gerçekleşen ve tüm dünyadan yoğun ilgi gören elektronik müzik festivallerinden beşine yakından bakıyoruz.
AMSTERDAM DANCE EVENTHer sene ekim ayında gerçekleşen Amsterdam Dance Event, şehrin her köşesinde kendini hissettiren heyecan verici bir etkinlik. Yalnızca müzik performansları ve partilerle sınırlı olmayan, zihin açıcı panel ve konferansların da gerçekleştiği Amsterdam Dance Event, neredeyse şehirdeki tüm mekânları kullanıyor. Dünyanın dört bir yanından on binlerce elektronik müzik dinleyicisinin bu festival için akın ettiği Amsterdam, ADE sayesinde dünyanın sayılı elektronik müzik başkentleri arasında yer alıyor. Bundan yirmi yıl önce bir konferans olarak başlayan ADE, bu yılki programında beş gün içerisinde iki binden fazla sanatçıyı ağırladı. Şehirdeki çeşitli salonlarda Blanck Mass, Actress, Four Tet, Barış K, Boddika, Ricardo Villalobos ve Pantha Du Prince gibi isimlerin çaldığı festival, tam yüz kırk salona yayılmış bir programla festivalcilerin karşısındaydı.
DEKMANTELSon yıllarda dünya genelinde en çok dikkat çeken müzikal oluşumlardan biri de Dekmantel. Geçtiğimiz yaz 4-7 Ağustos tarihleri arasında Amsterdam’da gerçekleşen festivalin kabarık programı, elektronik müzik ve dans müziğinin tarihinden ve bugününden en görkemli ve heyecan verici isimleri barındırıyor. Şehrin en etkileyici noktalarından biri olan Amsterdamse Bos’a kurulan muhteşem festival alanının yanı sıra geceleri etkinliklere ev sahipliği yapan Melkweg ve festivalin açılış etkinliklerinin gerçekleştiği Bimhuis, tek kelimeyle muhteşem bir festival deneyimini beraberinde getiriyor. Ağustos’ta gerçekleşen festivalin biletlerinin bahar aylarında tükendiğini de hatırlatalım. Ayrıca Dekmantel, 2017 Şubat ayında Brezilya’da gerçekleşecek.
PITCH FESTIVALAmsterdam’da her sene temmuz ayında gerçekleşen Pitch Festival, iki günlük bir elektronik müzik festivali. Eski bir fabrika binası olan Westergasfabriek ve bahçesinde gerçekleşen festival, elektronik müziğin çeşitli alt dallarından ilham verici isimleri sahnelerinde ağırlıyor. Şimdiye dek Mr. Oizo, Die Antwoord, James Blake, DJ Shadow, Grimes ve nice ismin sahne aldığı Pitch Festival, şehir merkezine olan yakınlığıyla da cezbedici bir etkinlik.
909 FESTIVAL909 Festival, Dekmantel’in de büyük kısmına ev sahipliği yapan Amsterdamse Bos ormanında gerçekleşiyor. Daha önce farklı organizasyonlar yapan ekibin daha büyük çaplı bir festival organize etmek istemesiyle başlayan 909 Festival, iki yıldır Amsterdam Dance Event kapsamında da kapalı alanda daha küçük festivaller gerçekleştiriyor. Her sene mayıs ayında Amsterdamse Bos’ta kapsamlı bir programla özellikle techno dinleyicilerini cezbeden 909 Festival, bu seneki programında Jeff Mills, Speedy J ve Octave One gibi isimleri ağırladı.
CHATEAU FESTIVALHollanda’daki techno kültürünün en önemli parçalarından biri olan Chateau, sıra dışı ortamlarda gerçekleştirdiği etkinlikleriyle tanınıyor. Uzun süredir geniş bir kitlenin katıldığı, terk edilmiş fabrika ve depolarda partiler düzenleyen ekibin Chateau Festival isimli festivali her yıl farklı bir yerde gerçekleşiyor. Festivale son iki yılında Zaandam ve Amsterdam ev sahipliği yaptı. Özellikle devasa sahnesi ve etkileyici ses sistemiyle techno müzik severlerin ülkedeki favori etkinlikleri arasına giren Chateau Festival, geçtiğimiz yıl ağırlıklı olarak Detroit technosuna odaklanan programıyla dikkat çekiyordu.
909
Festi
val
Amste
rdam
Dan
ce Ev
ent
ZORLU PSM MAG. 47 Ka s ım -A ra l ı k
*Act
ress
“DJ S
et”,
25 K
asım
’da Z
orlu
PSM
Stu
dio’d
a.
bilm
edik
lerin
iz
ACTR
ESS
07
05
03
01
Actress’in kendi albümlerini de yayınladığı bir plak şirketi
bulunuyor. Actress’in 2004 yılında yarattığı
Werkdiscs plak şirketinin yayınladığı isimler arasında Lukid, Zomby, Lone or Starkey ve Helena Hauff gibi genç
prodüktörler var.
Ghettoville’in ilham kaynaklarından birisi de Jamaika.
1979 doğumlu müzisyenin etnik kökleri Jamaika’ya uzanıyor. Son
albümünde de köklerine kulak verdiğini söyleyen müzisyen, bir
gün Jamaika’ya giderek orada kayıt edeceği sesler üzerine de bir albüm
yapmayı düşünüyor.
Yaptığı müzikte doğadan da ilham alan Actress, sık sık kendi mahallesinde ve gittiği yerlerde
gezinerek ses kayıtları alıyor. Doğada bulunan (insanlar
dâhil) tüm varlık ve nesnelerin birbirleriyle nasıl etkileştiğine
dikkat eden Actress, örneğin ıslak bir tahtanın güneş ışığında pişerek doku değiştirmesinin sesini merak
ettiğini söylüyor.
İngiltereli müzisyen Actress’in gerçek ismi Darren J. Cunningham.
Actress ismiyle müzik yayınlayan Cunningham bugüne kadar başka
mahlaslarla da karşımıza çıktı. Actress adı altında müzik üretmeye devam
edeceğini söyleyen müzisyen, bunun bu isimden vazgeçmeyeceği anlamına
gelmediğini, ve her zaman başka isimler de kullanabileceğini söylüyor.
06
04
02
Actress’in son albümü Ghettoville, Werkdiscs ve Ninja Tunes işbirliği ile piyasaya çıktı. 2014’de piyasaya çıkan albümün aslında yayınlanmayan iki final versiyonu daha bulunuyor. Yayınlanan albüm ise diğerlerine göre techno seslerinden biraz daha arındırılmış bir versiyon.
Actress albüm kapaklarında mutlaka geometrik şekillere yer veriyor. Yaptığı müziği de sesten ziyade görsel olarak algıladığını söyleyen müzisyen, müzik bestelemeyi algoritma katmanlarından oluşan bir heykel yapmaya benzetiyor.
Müzik kariyeri öncesinde Cunningham’ın bir de futbol kariyeri vardı. Sezon öncesi eğitiminde üç kez diz kapağını çatlatan ve futbol kariyerini sonlandırmak zorunda kalan Cunningham, müziğe ilk sakatlanışı sonrasında evinin garajında zaman geçirmek için aldığı turntable’larla başlamış.
ZORLU PSM MAG. 49 Ka s ım -A ra l ı k
Actress’in bas müziğine armağanı
WERKDISCS
25 Kasım akşamı DJ setiyle Zorlu PSM Studio’da olacak Actress, ya da gerçek adıyla Darren J. Cunningham’ın kurucularından biri
olduğu ve kendi çalışmalarını da yayınladığı etkileyici plak şirketi Werkdiscs’i yakından tanıyoruz.
Yazı Cem Kayıran
Nasıl başladı?Londra merkezli plak şirketi Werkdiscs, 2000’li yıllarda hayata geçen birçok elektronik müzik etiketinde olduğu gibi şehirde düzenlenen bir etkinlik serisinin ardından plak şirketi hâlini almış bir oluşum. Darren J. Cunningham’la birlikte elektronik müzik sahnesinde Mr. Lizard adıyla yaptığı remiksler ve setlerle tanınan Gavin Weale ve Amerikalı müzisyen ve teknisyen Ben Casey’nin ortak girişimleriyle başlayan Werk Discs isimli kulüp partileri, kısa sürede Londra’nın en çok ilgi gören etkinlikleri arasında yerini aldı. Cunningham ve Weale ikilisinin Po-Ski adıyla çaldığı etkinliklerde şehirden drum & bass, noise, techno gibi türlerde üretim yapan birçok prodüktör ve DJ sahne alıyordu. Bu etkinlikler aracılığıyla bir araya gelen ve bir kolektif halini alan yapının plak şirketine dönüşmesi çok da uzun sürmedi.
Werkdiscs kataloğundan bilinmesi gereken beş albüm
Disrupt – Foundation Bit(2007)Alman prodüktör Jan Gleichmar’ın birçok farklı projesinden biri olan Disrupt, çoğunlukla JAHTARI etiketiyle yayınladığı dub albümleriyle tanınsa da 2007 yılında gelen Foundation Bit isimli albümüyle Werkdiscs kataloğunun en özel kayıtlarından birine imza atmıştı. Werkdiscs’den plak formatında yayınlanan ilk albüm olan Foundation Bit, Gleichmar’ın tutkunu olduğu klasik bilim kurgu filmlerinden alınmış sample’lar üzerine kurgulanmış heyecan verici bir çalışma. Alien, Tron ve THX-1138 gibi parçalardan aldığı sample’ları reggae ve sonik unsurlarla kesiştiren Disrupt, nefis bas yürüyüşleri ve zihin açıcı prodüksiyon detaylarıyla dolu Foundation Bit albümünün ardından Werkdiscs etiketiyle hiçbir yayın yapmadı.
Oluşumun birinci yıl dönümü şerefine hazırlanan 1st Birthday isimli toplama,
Werkdiscs’in plak şirketi olarak yayınladığı ilk albüm oldu. Actress,
Mr. Lizard, Ben Codec ve Format.K gibi isimlerin yer aldığı albüm, 2003
yılında Thames Nehri’nde bir teknede gerçekleşen partide yayınlandı ve ertesi
gün de dijital ortamdan kaldırıldı. Partiye gelenlere bir hediye olarak kurgulanan
bu derlemenin ardından, Werkdiscs kataloğunun ilk resmî albümü de bir
sonraki yıl yayınlanan Werk One isimli harika bir bas müziği derlemesi oldu. Altı parçalık bu derlemenin ardından
2000’lerin ilk yarısında peşi sıra heyecan verici on iki inçlik kayıtlar ve albümler
servis eden Werkdiscs, döneminin en yenilikçi anlayışa sahip elektronik müzik
etiketlerinden biri oldu.
2008 yılında Thriller isimli bir alt etiketi hayata geçiren Werkdiscs ekibi, Actress
ve Lukid’in daha deneysel kayıtlarını bu isimle yayınladı. Üç single’ın ardından
Thriller oluşumu yalnızca bazı partilerde aktif olma kararı aldı.
Lukid, Zomby, Lone ve Helena Hauff gibi farklı yaklaşımlardan prodüktör
ve müzisyenleri kataloğunda toplayan Werkdiscs için işlerin tam anlamıyla
büyüdüğünü ve yeni bir boyuta ulaştığını ifade eden gelişme 2012
yılında gerçekleşti. Köklü İngiliz plak şirketi Ninja Tune’la bir ortaklığa
giden Werkdiscs, Ninja Tune’un alt etiketlerinden biri hâline geldi. Bu anlaşma öncesinde düzenledikleri
etkinlikleri İngiltere’nin dışına taşıyan Werkdiscs, yayınladığı albümlerle de
uluslararası alanda ses getirmeyi başardı. Ninja Tune’la yaptıkları anlaşmayı
“Werkdiscs’in evriminde önemli bir adım” olarak tanımlayan Cunningham,
müzik basınından büyük övgüler toplayan Hazyville albümünün devamı
niteliğinde olan Ghettoville’i bu ortaklıkla yayınladı.
ZORLU PSM MAG. 51 Ka s ım -A ra l ı k
Zomby – Where Were U In ’92?(2008)Werkdiscs etiketiyle yayınlanan altıncı kayıt olan Where Were U In ’92?, özellikle jungle, breakbeat ve dubstep etkileşimli çalışmalarıyla tanınan İngiliz prodüktör Zomby’nin de ilk albümü. İsmini M.I.A. şarkısı “XR2”da geçen bir cümleden alan albüm, konsept olarak da 1990’ların başlarındaki rave sahnesine bir tür saygı duruşu niteliğinde kurgulanmış. Çeşitli parçalarda Street Fighter’ın tema müziği, Aaliyah, Daft Punk gibi isimlerin parçalarından sample’ları duyduğumuz albümdeki parçalar, yalnızca 1992 yılında yayınlanan ekipmanlar (Akais2000 ve Atari ST) ile Cubase programı kullanılarak yapılmış. Özellikle 1990’ların başlarındaki elektronik müzik üretimlerini ve konsept albümleri sevenlere şiddetle tavsiye edilir.
Actress – Ghettoville(2014)Zorlu PSM Studio sahnesinde İstanbullu dinleyicileriyle buluşacak olan Actress, kurucusu olduğu Werkdiscs’in şüphesiz en bilindik albümlerinden biri olan Ghettoville’i iki yıl önce yayınlamıştı. Darren J. Cunningham’ın Actress mahlasıyla yayınladığı dördüncü uzunçalar olan Ghettoville, yapıbozumcu bir tavırla hazırlanmış ve beslendiği tüm kaynaklara yeni formlar kazandırmayı başarmış bir iş. Detroit usulü techno’dan erken dönem synth müziği icracılarına uzanan geniş bir skaladan ilham alan Cunningham’ın başyapıtı olarak adlandırabileceğimiz Ghettoville, yayınlandığı yıl birçok müzik dergisi tarafından yılın en iyi albümleri arasında gösterilmişti.
Helena Hauff – Discreet Desires(2015)Özellikle acid house setleriyle DJ olarak ismini duyuran Helena Hauff, Werkdiscs etiketiyle yayınladığı single ve EP’lerin ardından on şarkıdan oluşan ilk albümü Discreet Desires’ı geçtiğimiz yıl servis etti. Synth pop, techno ve EBM etkileşimlerinin hissedildiği albümü yalnızca analog enstrümanlar kullanarak kaydeden Alman müzisyen, Discreet Desires’da yer yer tedirgin edici bir atmosfer yakalamayı başarmış. Etkileyici synth tonlarının üzerine kimi zaman silik bir şekilde katmanlanan vokaller ve parçalara hipnotik bir boyut kazandıran davul makineleri Discreet Desires’ın öne çıkan karakteristik özellikleri.
Lukid – Lonely At The Top(2012)Werkdiscs ve Ninja Tune ortaklığıyla yayınlanan ilk albüm olan Lonely At The Top, kariyerinin en başından itibaren Werkdiscs’in bir parçası olan Lukid’in diskografisinin en büyük başarı yakalayan çalışması. Benzersiz bir akışla ilerleyen albüm, on iki sürükleyici parçadan oluşuyor. Hip-hop beatleri üzerine kurgulanmış parçaların yanı sıra bol miktarda arıza ve sonik detay barındıran Lonely At The Top, farklı uçları aynı perspektiften deneyimlediğiniz nadir elektronik müzik albümlerinden. Lukid’in her albümünde hissedilen kirli dokuların kusursuz bir atmosfer yarattığı çalışma, baştan sona her dinleyişte farklı nüanslara kendinizi kaptırabileceğiniz leziz bir albüm.
ZORLU PSM MAG. 53 Ka s ım -A ra l ı k
bas gitarı 50, elleri 52 yaşında
VICTOR WOOTEN
Victor Wooten Trio, feat. Dennis Chambers & Bob Franceschini 11-12 Kasım’da Drama Sahnesi’nde Istanbullu cazseverlerle buluşuyor. Sıra dışı
ritimlerin ustası Dennis Chambers ve saksafonda Bob Franceschini ile sizleri caz füzyon müziğin dünyasına davet eden, bas gitarın efsane ismi
Victor Wooten ile zaman yolculuğu tadında bir sohbet gerçekleştirdik.
Röp Gülşah Görücü
Biraz bize kendinden ve müziğinden bahsetmek ister misin? Söyleyecek
şeylerin olduğunu ve bunu müzik ile ifade edebileceğini ne zaman fark ettin?
Müziğe başladığımda çok küçük yaştaydım, konuşmayı öğrendiğim yaş ile müzik yapmayı
öğrendiğim yaş aynı yaştı diyebilirim. İlk başta kimse bana ne söyleyeceğimi ya da ne
çalacağımı söylemedi. Hem konuşmayı, hem de çalmayı öğrenirken kendi bildiğim yoldan
bunları yapıyor olmam en önemlisiydi. Bu yolu ve özgürlüğümü hayatım boyunca hiç
kaybetmedim.
Henüz iki yaşındayken bas gitar çalmaya başlamış olman inanılması zor bir şey, ama
öyle! Şimdi 52 yaşındasın... Peki yaşını almak, yaşlanırken müzik yapmak nasıl bir his? Müziğin kesinlikle yaş ile bir alakası yok, herhangi bir yaştaki herhangi biri müzik
yapabilir. Buna sen de dâhilsin, ben de. Neyse ki, müzikle arama hiç bir zaman hiç bir şey
giremeyecek ve ben de müziği bırakmak zorunda kalmayacağım. Şarap gibi düşün,
müzik yıllandıkça ancak daha güzel olabilir.
İlk yıllara gidelim o zaman. Müzik yapmaya başladığın günlerden hatırladığın ilk anın
ne? Ailenin, özellikle de erkek kardeşlerinin, buna büyük katkısı olduğunu biliyorum.
Çocukken neler dinleyerek büyüdün? Beş erkek kardeşin içine doğmuş bir çocuğum
ben. Erkek kardeşlerimin bir bas gitara ihtiyaçları vardı ve dünyaya ben geldim. O
zaman, 1960’ların sonu 1970’lerin ilk yarısı; hani “pop” müziğin gerçek anlamda popüler müzik olarak anıldığı zamanlardı. Pop çalan radyoların, popüler olduğu sürece her türlü
müziği çaldığı dönemden bahsediyorum. Bizim de Wooten Brothers Band olarak çıktığımız, her telden çaldığımız ancak daha çok R&B
ve Soul referanslı müzik yaptığımız dönemdi. Hikâyeyi biraz daha geriye sarıp, oyuncak
gitarımı tıngırdattığım bir-iki yaşlarıma dönersek... Müziği onu dinleyerek, hissederek
ve ritimlerine kendimi dokundurarak öğrendim. Müziğe yeni başlayanların çoğu
enstrümanı ellerine aldıklarında müziği hissetmeyi bırakıyorlar mesela.
İnsanların seni bir “müzisyen” olarak ciddiye almalarını nasıl sağlıyorsun? Bir müzisyen olarak kendini nasıl tanımlıyorsun?Kendini ciddiye alarak başlamalısın ve zanaatini çok iyi öğrenmelisin. İşinin ehli, kendinden emin ve itimat edilir olmalısın. Şimdi de, tüm bunları iyi bir insan olmakla birleştir. İşte benim de tüm amacım bu üçünü bir araya getirmek ve dürüst bir müzisyen olmak.
Bir bas gitar altyapısı oluşturabilmek için karmaşık ve zor olan bir parçayı nasıl inşa etmeye başlıyorsun?Yavaşça başlıyorum. Parçayı kafamda önce enstrümanıma transfer ediyorum. Bu aynı kendi sesinle konuşmak gibi. Duyma güçlüğü çekiyorsan tek yapman gereken şey çalmaya başlamak. Keza farklı müzikler dinlemek de bu konu da yardımcı olabiliyor, sana fikirler verebiliyor. Ya da bazen doğa yürüyüşleri yapmak her şeyden daha iyi gelebiliyor.
“Hayatta iyi şeyler her zaman kötü şeylerden daha fazla oluyor, ama bunu görmek, fark etmek tamamen bize bağlı.”
ZORLU PSM MAG. 55 Ka s ım -A ra l ı k
Müziğin elektronikleştiği, bu tür müziğin çağın sesi
olduğunu görüyorum. DJ olmak bir taraftan da
müzikteki “cool” tavrın yeni izahı hâlini almış durumda. Bunu 1970’lerde konuşuyor
olsaydık örneğin, bas yönü ağır basan türün yüzbinlerce
sattığından bahsediyor olurduk. Sence yıllar
içerisinde 1970’ler müziği tavrına geri dönüş olur mu?
Evet, her zaman bir şans vardır. İnsanlar hâlâ iyi
müzik istiyor. Şöyle düşün; elektronik müzik, ağır basın hâkim olduğu bir müzik ve
eğer bir bas gitarist iyi bir bas gitaristse bu çağın avantajını
yaşayacaktır. Mingus, Bootsy, Larry Graham, Paul McCartney ve diğerleri gibi,
bas gitar her çağda bir şekilde var olacaktır.
1990’larda o dönem için oldukça yenilikçi bir albüm
kaydettiğini ama hiçbir plak şirketinin ilgilenmediğini
duydum. Son yirmi yılda neler değişti senin için?
İlk albümümüm yalnızca solo baslardan oluşan bir albümdü
hatırlarsan. O döneme baktığımızda kimsenin
daha önce öyle bir kayıt dinlediğini düşünmüyorum.
Plak şirketlerinin o zaman bu albüm özelinde neden
bu kadar septik olduklarını anlayabiliyorum. Bugün
bağımsız plak şirketlerinin sayısı, ana akım şirketlerinin
sayısını geçmiş durumda. Ayrıca insanlar müziği eskisi
gibi tüketmiyor. Ben de kendi albümlerimi artık kendi plak
şirketimden çıkarıyorum.
Kaydettiğin bir parçanın tamamlandığını, son notayı
vurduğunu nasıl anlıyorsun, bitirmeye nasıl karar
veriyorsun?Bazen bunu hiç anlayamıyorsun. Ancak bunun pek bir kuralı yok
gibi. Tüm bu yazma ve kaydetme sürecinde, kimi zaman kendime
durmak için süre veriyorum, arkama yaslanıyorum, ne
yaptığımı dinliyorum. Bazen bazı şarkılardan bir süreliğine,
hattâ birkaç günlüğüne uzak duruyorum.
Geçtiğimiz yıllar içerisinde çok büyük şehirlerde çaldın,
çeşitli festivallerde sahne aldın. Peki 2016 müzik dünyası,
caz füzyon ve funk kültürü hakkında ne söylemek istersin?
Etrafta inanılmaz iyi müzisyenler, iyi gruplar var.
Bazen bunları bulmak için iyi araştırmak gerekiyor ama varlar.
Bu alanda müzik dinlemek isteyen bir müziksever kitlesi her
zaman olacak, bunu öğrendim.
Bir keresinde “Kahramanlarımla aynı
sahnede çalmak benim için bir meydan okuma, bir öğreti
ve bir nimettir” demiştin Stanley Clarke ve Marcus
Miller ile sahneden indiğin zaman. Senin için önemli olan müzisyenlerle çalmak nasıl bir
histi?Stanley ve Marcus her zaman
benim kahramanlarımlardı. Ama onlarla aynı ortamda çalarken
kendimi onlara “eşit” hissetmek epey zaman aldı. Bunu nasıl
yapacağımı öğrenmem lazımdı. Onlarla çalmak en kolayıydı
çünkü çalarken birbirimizle çok kolay iletişim kurabiliyorduk.
Hayata tekrar gelsen hâlâ aynı kariyeri mi yapıyor olurdun? Hayatında ne farklı olurdu?Kesinlikle aynı yoldan ilerlemek isterdim. Bir aile grubunun içine yeniden doğmak şansını elde edebilmek isterdim.
Kimi müzisyenler uzun süre müzikten uzak durabiliyor. Ara verdiğin zamanlar var mı senin de?Her zaman çalışmak zorunda olduğum için kendimi şanslı hissediyorum. Eğer bir insan nitelikliyse, güvenilirse ve iyi bir insansa çalışmak daha kolay olacaktır onun için. Eğer kendi içinde de bir çatışma hâlindeysen bahsettiğim bu üç şeye bak ve kendine hangisini geliştirebilirim diye sor.
İlham alma yöntemlerin neler? Üretmeden önce gelen o sihirli anlar, gerçekten var mı?Hayat dediğin şey zaten sihrin ta kendisi! Bunu fark ettiğin anda zaten ilhamın sana gelmesi çok kolay. Etrafına bak ve kendine “Şu anda neler kaçırıyorum?” diye sormayı dene ve sonra tekrar etrafına bak. Belki bir çiçek, belki bir böcek, hafif bir esinti ya da bir yabancının yüzündeki gülümsemeyi göreceksin. İyi şeyler her zaman kötü şeylerden daha fazla oluyor, ama bunu görmek, fark etmek tamamen bize bağlı.
Peki Zorlu PSM’de çalmak hakkında ne hissediyorsun?İstanbul inanılmaz bir şehir, orada vakit geçirmeyi çok seviyorum ve bu sefer İstanbul’a farklı bir grupla dönüyorum. Dünyanın en iyi müzisyenleriyle aynı sahneyi paylaşmaktan onur duyuyorum: Davulda Dennis Chambers ve saksafonda Bob Franceschini. Bu inanılmaz bir trio! Herkes büyülenecek!
Çalarken keyif aldığın başka şehirler de var mı?Avrupa, Asya ve Güney Amerika bana her zaman iyi davranmıştır. Bu bölgeler caz ve füzyon müziği benimsemiş bölgeler. Ayrıca, son dönemlerde sayısı iyiden iyiye azalmış, enstrüman merkezli müzik yapan müzisyenlerden biriyim ve hâlâ ABD etrafında turlayabiliyorum.
Peki Victor Wooten’ı önümüzdeki günlerde ne bekliyor? Yakın zamanda neler planlıyorsun?Dennis ve Bob ile şu anda bir albüm kaydediyoruz. Onlarla önümüzdeki yıl da turneye çıkmak için sabırsızlanıyorum. Şu anda Boston Berklee College’da her ay düzenli olarak ders veriyorum, Tennessee’de kamplarıma devam ediyorum, bir taraftan da yeni kitabım The Music Lesson’ı bitirmek üzereyim. Ve iyi ki tüm bunları yaparken yanımda arkadaşlarım ve ailem var.
ZORLU PSM MAG. 57 Ka s ım -A ra l ı k
Godot’yu şimdiki zamanda beklerken
ŞAHİKA TEKAND
Türkiye tiyatrosunun en değerli isimlerinden, oyun yazarı, oyuncu ve yönetmen Şahika Tekand ile Kasım ayında Zorlu PSM’de izleyeceğimiz Godot’yu Beklerken’i
sahneleme deneyimi üzerine sohbet ettik.
Röp Yetkin Nural
Samuel Beckett’ın avangart oyunu Godot’yu Beklerken, sizin
yönetiminizde Studio Oyuncuları tarafından Zorlu PSM sahnesinde sergileniyor olacak. Oyun bugüne
kadar Türkiye sahnelerinde pek çok farklı tiyatro grupları tarafından
oynandı. Siz sahneleme, dekor, ışık, oyunculuk gibi açılardan bu oyuna
nasıl yaklaştınız?Godot’yu Beklerken, Samuel Beckett’ın
sadece Türkiye’de değil dünyada da herhâlde en çok sahnelenen
oyunudur. Benim yıllarca bu oyuna mesafeli olmamın nedenlerinden biri de buydu zaten. Ancak geçen
yaz, İstanbul Tiyatro Festivali açılışı için sahneleyeceğim oyun üzerinde
çalışırken aniden bu oyunla aramdaki mesafenin getirdiği yazar-yönetmen mücadelesinin benim için yaratacağı sanatsal imkânlar heyecan verici bir çekicilik kazandı ve Godot’yu daha
fazla bekletmemeye karar verdim. Bu oyun her ne kadar Beckett’ın sonraki
oyunlarından daha az yalın olsa da, ben yine de bütün sahnelemelerimde
olduğu gibi, yalınlığı ve çizgiselliği kendime bir mücadele alanı yaratacak
şekilde merkeze aldım ve oyunun hem düşünsel hem de sahnelemeye ait bütün ilkelerinin seyirci tarafından okunabilir
ve yargılanabilir olmasını sağladım. Bu da sahnede olup bitenin dürüstçe ve gerçekten “şimdiki zamanda” olup
bittiği ve seyircinin bunu hem büyük bir açıklıkla ve aynı zamanda da eğlenerek
karşıladığı bir oyun ortaya çıkardı.
Godot’yu Beklerken uluslararası sahnede sayısız sahneleme ve
uyarlamaya sahip bir eser. Sizin özellikle beğendiğiniz bir performans
var mıdır?Ben asla öyle sahnelemeyecek bir
yönetmen olsam da her zaman Beckett’ın kendi rejisinin gösterişsiz
fakat en samimi sahneleme olduğunu düşünürüm.
Sizin geliştirdiğiniz ve yönettiğiniz oyunlarda uyguladığınız “performatif sahneleme ve oyunculuk” yöntemini biraz anlatabilir misiniz? Beckett’ın bu tekrarlı ve tempolu metninde sizin yönteminiz için ne gibi olasılıklar mevcuttu?Ben bu yöntemi sanat ve tiyatro algısının kökten değişikliğe uğradığı çağımızda, sadece geleneksel sahneleme ve oyunculuk yöntemlerine değil, aynı zamanda günümüzün genel geçer sanat algısı içinde canlı performansın getirildiği noktaya da muhalefet ettiğim; seyircinin sadece kolay tüketilebilir, ilkesiz, salt eğlenceye indirgenmiş sanatsız bir sahneye mahkûm edilmesini kabul etmediğim için geliştirdim. Bu hem çağın dilini konuşan hem de genel geçere teslim olmayan bir yöntem. Yüksek sanatın adeta öcü gibi ele alındığı günümüzde sahnede yüksek sanatsal değeri olan sahnelemelerin de büyük kalabalıklarca izlenebileceğini, bunun sahnenin eğlence unsurunu eksiltmeyeceğini düşünüyordum. Studio Oyuncuları ile yaptığım bütün oyunlarda bunun doğru olduğunu hem Türkiye’de hem de dünyada tecrübe etme şansı elde ettik ve düşündüğümüzün doğru olduğunu gördük.
Bildiğiniz gibi Beckett’ın bu oyunu aslında pek de tempolu değildir. Ama içindeki tekrarların yarattığı ritmi önemseyerek yeniden yaptığım sahneleme düzeni, dilin müziğini hareketin müziği hâline getirmek, sessizlik ve hareketsizliklerin bile yoğun bir anlam üretmesini sağlamak açısından gerçekten imkânlı bir metindi.
“Beckett metinleri, benim kişisel olarak onları çok sevmemin dışında yöntemimiz açısından da bize çok imkân sunuyor. Ayrıca bugünün insanına çok şey söyleyen ve söylemeye devam edecek olan, tıpkı antik tragedyalar gibi zamanın ötesinde ve her çağın insanına ulaşabilecek metinler...”
*God
ot'yu
Bek
lerke
n, 7
Kas
ım ve
21
Kas
ım ta
rihler
inde
Zor
lu P
SM D
ram
a Sah
nesi'
nde.
Kurucusu olduğunuz Studio Oyuncuları’nın Samuel Beckett ile olan yolculuğu grubun
ilk yıllarına, 1990’ların başına kadar gidiyor. Beckett ve oyunlarının sizin için nasıl
bir yeri var?Beckett metinleri, benim kişisel olarak onları çok sevmemin dışında yöntemimiz açısından da bize çok imkân sunuyor. Ayrıca bugünün
insanına çok şey söyleyen ve söylemeye devam edecek olan, tıpkı antik tragedyalar gibi
zamansız ve her çağın insanına ulaşabilecek metinler...
Son dönemde Türkiye tiyatro sahnesinde ilginizi çeken isimler, sizi
heyecanlandıran işlerle karşılaşıyor musunuz?Son dönemde hem sahnelerin ve toplulukların
sayısındaki artış, hem de seyircinin her gün biraz daha yükselen ve çeşitlenen ilgisi başlı
başına birer heyecan kaynağı. Bütün bu hareketin sanatsal olarak bir noktaya varması,
zamanın kendi eleğinden geçerek yaptığı ayıklamayla ortaya çıkacak elbet.
Ancak bugün karşımızdaki bu enerji ve hareket başlı başına heyecan verici.
Sizi 2008’de prömiyer yapan kendi oyununuz Karanlık Korkusu’nda izledik.
Sahnede olmayı, oynamayı özlediniz mi?
Hep oynamak istediğiniz, fırsat olsa hemen isteyeceğiniz bir rol, veya kendiniz için yazmak istediğiniz bir karakter var mı örneğin?Karanlık Korkusu bu yıl dokuzuncu sezonunda oynanmaya devam ediyor. Sahnelerden oyuncu olarak uzak kaldığım söylenemez ama tabii ki yönetmenlik ve yazarlık bu son yıllarda daha yoğun. Karanlık Korkusu onuncu sezonunu da tamamlayacak gibi görünüyor... Ama önümüzdeki yıl hem yurtiçi hem de yurt dışında sahneleyeceğim bir-iki projenin hemen ardından oyuncu olarak da sahnede olacağım bir başka proje üzerinde çalışıyorum. Son dönemde üzerinde çalıştığınız bu yeni proje, yazdığınız veya uyarlamak istediğiniz yeni oyunlarla ilgili bizimle paylaşabileceğiniz detaylar var mı? 2016-2017 tiyatro sezonunda yine Beckett’ın, 2012’de Şehir Tiyatrolarında da yönettiğim Oyun adlı oyununu, bu kez başka bir yaklaşımla Studio Oyuncuları Sahnesinde sahneliyoruz. Sanırım en geç Aralık ortasında seyirci ile buluşacak. Ayrıca 2017 sonbaharında yurtdışında sahneleyeceğim bir proje üzerinde çalışmaktayım.
ZORLU PSM MAG. 59 Ka s ım -A ra l ı k
Zorlu PSM’ye 40 TL’yekadar ücretsiz bir yolculuk
Uber uygulamasından bir araç çağırın, dakikalar içinde
uber.com/app adresinden uygulamayı indirin veZORLUPSM promosyon kodu ile hesabınızı oluşturun.
Sadece yeni kullanıcılar için. 30 Aralık 2016’ya kadar, Zorlu PSM’ye gidiş veya dönüşlerde, uberXL yolculuklarında geçerli.
lisanslı araçlarla, güvenli ve konforlu bir yolculuk yapın.
ZORLU PSM MAG. 61 Ka s ım -A ra l ı k
*Col
a & Ji
mm
u (N
icole
Will
is &
Jim
i Ten
or) -
dee
phou
se re
viva
l, 16
Ara
lık’da
Zor
lu P
SM S
tudi
o’da.
bilm
edik
lerin
izCO
LA &
JIM
MU
03
Oldukça üretken müzik kariyeri ile tanınan Jimi Tenor aynı
zamanda bir fotoğrafçı, kısa film yönetmeni ve moda tasarımcısı
olarak da üretimlerde bulunuyor.Özellikle çeşitli materyallerden
ürettiği farklı müzik enstrümanlarıyla da bilinen
Tenor’un doğduğu Finlandiya kasabası Lahti’den ilham alarak
yaptığı tasarımlardan oluşan, Tenorwear isimli bir moda
markası var.
01
Cola & Jimmu ikilisini oluşturan Finlandiyalı müzisyen ve
prodüktör Jimi Tenor ile ABD’li şarkıcı, besteci ve görsel sanatçı
Nicole Willis aynı zamanda evli bir çift.
1999’un sonlarına doğru New York City – Chinatown’da bir karaoke barda evlenen ve iki çocuk sahibi olan çift beraber oldukları on altı
sene içerisinde pek çok projeye de birlikte imza attı.
05
Nicole Willis müziğin yanı sıra resim ve performans sanatlarıyla
da uğraşıyor. Genelde buluntu fotoğraflarda
gördüğü figürleri resmetmeyi seven Willis’in müzik ve
sanat ilham noktaları arasında Screaming Jay Hawkins, Fela
Kuti, Sonic Youth, Ian Svenonius, Dionne Warwick, Lulu, Martin
Kippenberger, Willem de Kooning, Jean-Michel Basquiat, Cheri Samba, James Rosenquist
gibi isimler var.
04
New York doğumlu Nicole Willis 1980’lerde Danceteria isimli kulüpte sahne alıyordu. Willis’in ünlülerin sıklıkla ziyaret ettiği Danceteria kulübünde tanıştığı kişiler arasında Jean-Michel Basquiat, Madonna, Rick Rubin ve Russel Simmons gibi isimler bulunuyor.
02
Esas ismi Lassi Lehto olan Jimi Tenor, ismini The Osmonds grubunun yıldızı Jimmy Osmond ve tenor saksafondan alıyor.Henüz yedi yaşındayken 1970’lerin ünlü pop grubu The Osmonds’un yıldızına benzetilen Lassi, küçük yaşlardan itibaren arkadaşları tarafından Jimi diye çağrılmaya başlamış. Tenor ise Jimi’nin favori müzikal enstrümanı tenor saksafondan geliyor.
06
İkilinin Cola & Jimmu ismiyle yayınladığı son projeleri house müziği günümüze taşıyor. Tenor ve Willis bu dans müziği projesi için Bobby Konders’in Nu Groove yayınları, Yellow Magic Orchestra’nın Firecracker albümü, Gwen Guthrie ve CeCe Peniston gibi isimlerin vokallerinden ilham almışlar.
07Cola ve Jimmu lakaplarının da bir öyküsü var. Cola, Nicole Willis’in proje öncesinden de sevdiği ve kullandığı bir lakap; Jimi gibi tınlayan Jimmu ise ünlü bir Japon imparatorundan geliyor.
ZORLU PSM MAG. 63 Ka s ım -A ra l ı k
MOVIES IN CONCERTSinema izleyicisi ile konser dinleyicisini bir araya getiren bu özel seri, Zorlu PSM’nin yeni sezonunda unutulmaz klasiklerle geri dönüyor.
ses ve görüntünün epik randevuları
Amad
eus L
ive,
24-2
5 Şu
bat 2
017
tarih
lerin
de, A
liens
Liv
e, 22
-23
Nisa
n 20
17 ta
rihler
inde
, Th
e Lor
d O
f The R
ings
In C
oncer
t: Th
e Tw
o Tow
ers,
20-2
1 M
ayıs
2017
tarih
lerin
de Z
orlu
PSM
Ana
Tiy
atro
’da. Sinema ve müziğin
ilişkisi, ilk filmlerin ortaya çıkışından
oldukça kısa bir süre sonra, 20. yüzyılın
başlangıç yıllarında şekillendi: 1900’lerin
başlarında görüntü ile ses senkronunu sağlayacak
teknoloji henüz yeterince gelişmediği için sessiz filmlere sinemanın bir köşesine konuşlanmış
küçük bir orkestra eşlik ediyordu. Emprovize veya
yapım ekibinin verdiği jenerik müzikler çalan bu küçük orkestraların amacı filmin dramatik
etkisini arttırmanın yanı sıra dönemin büyük
projektörlerinin yarattığı metalik gürültüyü de
bastırmaktı. 1915’lere gelindiğinde ise bu
küçük orkestralar tam kadro büyük orkestralara,
jenerik müzikler ise sessiz filmler için
yazılmış orijinal bestelere dönüşmüştü.
İlk akla gelen örneklerden Metropolis
(1927) bu dönemin günümüzde hâlen sık sık orkestra eşliğinde
gösterilen filmlerinden biri. 1930’larda ses
ve görüntü senkron teknolojisi sinema
sektörünü ele geçirecek popülaritesini yakalamaya
başlasa da canlı orkestranın sinemaya
getirdiği akustik deneyimin geleneği
günümüzde hâlen tüm ihtişamıyla devam ediyor.
Geçtiğimiz nisan ve ekim aylarında Zorlu PSM sahnesinde gerçekleşen Lord of the Rings in Concert: “The Fellowship of The Ring” ve Titanic Live etkinlikleri beyazperdenin modern klasiklerini senfoni orkestralarının ihtişamlı performansları eşliğinde seyretme deneyiminin ilk örnekleriydi. Üç özel filmle devam edecek olan Movies in Concert serisinde bizi bekleyen bu görkemli konserlere kısaca göz atıyoruz.
AMADEUS LIVE Klasik müzik tarihinin en önemli isimlerinden Wolfgang Amadeus Mozart’ın hayatını mercek altına alan 1984 yapımı Amadeus; Man on the Moon, One Flew Over the Cuckoo’s Nest, Hair, The People vs. Larry Flynt gibi filmlerle de tanıdığımız usta Çek yönetmen Miloš Forman’a ikinci Oscar’ını kazandıran, sinema tarihinin efsanevi müzik filmlerinden bir tanesi.
Peter Shaffer’in 1979 tarihli oyunundan uyarlanan film, Mozart’ın ihtişamlı müzik kariyerini başarılı bir şekilde beyazperdeye yansıtırken, Mozart’ın ölümsüz bestelerinin yanına 20. yüzyıl klasik müziğinin dehalarından biri olan John Strauss’un bestelerini de ekleyerek hem işitsel hem de görsel anlamda bir şölen yaratmıştı.
ZORLU PSM MAG. 65 Ka s ım -A ra l ı k
Sekiz Oscar, dört BAFTA ve dört Golden Globe ödülü kazanan ve pek
çok eleştirmen tarafından klasik müzik üzerine çekilmiş en iyi film olarak gösterilen Amadeus, yirmi parçalık
soundtrack’i ile de ciddi övgü toplamış, billboard listelerinde hızla tırmanmıştı.
Dünyanın en prestijli performans merkezlerinde sahnelenen Live in
Concert: Amadeus, filmin kendisi kadar değerli müziklerini ve dolayısıyla
Wolfgang Amadeus Mozart’ı teatral bir performansla onurlandırıyor. Mozart ve Strauss’un dev bir orkestra ve koro
tarafından icra edilecek müziklerini filmden sahneler eşliğinde dinlemek,
klasik müziğin efsanevi dehasının hayatını kutlayan, özel bir deneyim
olacak.
ALIENS LIVERidley Scott’ın anında bilim kurgu
klasikleri arasına giren filmi Alien’ın (1979) ardından yönetmen koltuğunu
James Cameron’a devrettiği devam filmi Aliens (1986) serinin ilk filminin
başarısını, yedi adaylığı arasından en iyi ses ve görsel efekt dallarında kazandığı
Oscar ödülleri ve 180 milyon dolarlık gişesi ile seriyi bir kült hâline getirerek
devam ettirdi.
Aliens, James Cameron’ın ikonik Ellen Ripley karakterini canlandıran Sigourney
Weaver’ın yanına serinin başka bir favori karakteri Bishop’u canlandıran
Lance Henriksen ve bir diğer Movies in Concert filmi olan Titanic’de de karşımıza
çıkan Brian Pox gibi isimleri eklediği bir kastla karşımıza çıkıyor. Filmin Oscar
ödülünü ‘Round Midnight’ın (1987) müziklerini besteleyen ünlü caz ustası
Herbie Hancock’a kaptıran müzikleri ise Titanic, Braveheart, Avatar gibi filmlerde imzası bulunan, Oscar, Golden Globe ve
Grammy ödüllü James Horner’a ait. Sinema tarihinin en iyi bilim kurgu
filmlerinden biri kabul edilen Aliens’ın 30. yıl kutlamaları kapsamında, Ludwig Wicki şefliğindeki Kraliyet Filarmoni Orkestrası
tarafından Londra’daki Royal Albert Hall’da ilk defa geçtiğimiz kasımda gerçekleştirilen bu
özel sine-konser, filmden sahneler eşliğinde, hem işitsel hem de görsel anlamda bambaşka
bir atmosfer sunuyor. Londra’dan hemen sonra İstanbul’da Zorlu PSM sahnesinde
Movies in Concert serisinin beşinci konseri olarak gerçekleşecek etkinlik, filmin
tutkunlarını bu stilize uzay gerilimine yakışır görkemde bir izleme deneyimine davet ediyor.
THE LORD OF THE RINGS IN CONCERT: THE TWO
TOWERSGeçtiğimiz Nisan ayında Zorlu PSM
sahnesinde gerçekleşen ve Movies in Concert serisinin başlangıcını işaretleyen The Lord of
the Rings in Concert: The Fellowship of the Ring etkinliği, serinin ikinci filmi olan The Two
Towers ile devam ediyor. J.R.R Tolkien’in bu ölümsüz üçlemesinin sinema uyarlamalarıyla
imkânsızı başaran Peter Jackson’ın seriden ikinci filmi The Two Towers’ın sadece kendi
adına iki Oscar dahil olmak üzere 113 ödülü bulunuyor.
Serinin üç filmindeki orijinal müziklerin etkileyiciliğini üs üste kazandığı Akademi ve Grammy ödülleri ile tescilleyen; A Dangerous Method, Eastern Promises, Hugo, The Departed, The Aviator, Gangs of New York, Ed Wood, The Silence of the Lambs ve Philadelphia gibi filmlerin müziklerine imza atan Howard Shore’un film için bestelediği kompozisyonlar Tolkien’in epik hikâyesinin zenginliğine ve Ortadünya’nın tüm kültürel çeşitliliğine cevap verecek nitelikte. Howard Shore’un J.R.R. Tolkien’in yarattığı Quenya, Sindarin, Khuzdul, Adûnaic ve Kara Lisan dillerini kullanarak yazdığı bestelerin dev bir koro tarafından bu orijinal dillerde seslendirileceği, The Two Towers’dan sahnelere senfoni orkestrasının görkemli icrası eşliğinde yer verecek olan konser, izleyicileri Ortadünya’nın karanlıkla savaşına sürükleyecek.
ZORLU PSM MAG. 67 Ka s ım -A ra l ı k
Burcu
Bul
ut
yapıyor olmak benim birincil görevlerim arasında. Tabii Zorlu
PSM ile medya arasındaki ilişkiyi her zaman sıcak tutmak da var... Aslında
Marketing planlama yapıyor, biz de satışa destek oluyoruz diyebiliriz. Pazarlama iletişimi de yapıyoruz.
Bunun yanı sıra Kurumsal İletişim olarak sürdürülebilirlik, itibar, sosyal
sorumluluk projeleri, dijital dünya, sosyal medya paylaşımlarını takip
etmek, dünyadaki gelişmeleri takip etmek, iç iletişim, paydaşlarla ve sponsorlarla yapılan iletişim ve
hosting bizim iş alanımızı kapsıyor. Elbette kurumsal iletişim, bir ekip
işi. Biz burada ekipçe bu işleri takip ederek marka bilinirliğimizin
artmasında rol oynuyoruz. Aslına bakarsanız, “kültür sanat ve eğlence sektörü iletişimi” bir yaşam şeklidir.
Çok iyi bir iş, konser veya performans olduğunu ancak
yeterince tanınmadığını düşündüğün projelerin iletişimini
yürütmekteki püf noktalar neler? Dediğim gibi bu sektördeysen işin
aslında yaşam biçimin olmalı... İletişimini yaptığımız işlere de
böyle bakmalıyız. Araştırmak ve farklı özelliklerini öne çıkartarak
sanatçılar üzerinden iletişim yapmak püf noktalardan sadece birisi. Doğru
etkinliği doğru kişilere ulaştırmak önemli, her zaman ana akım kanallar yeterli olmuyor. Bu gibi durumlarda
eş-dost-ahali iletişimi de çok önemli. WOM bazen en iyi iletişim
yöntemine dönüşebiliyor.
Şu ana kadar yapılan yüzlerce etkinliğin içinden en çok geri dönüş
aldığınız, insanlar tarafından en çok
konuşulan gösteriler hangileriydi? Geçen sezon getirdiğimiz Hugh
Jackman. Bir Hollywood yıldızının
bir müzikalde karşımıza çıkması Türkiye izleyicisini şaşırttı. Jackman’ın pozitif, insancıl ve kompleksiz tavırları ve hem seyirci hem de bizim ekiple kurduğu pozitif iletişim de inanılmazdı. Ayrıca elbette Phantom of the Opera... Sahne, ekip, müzikler ve avize sahnesi hâlâ konuşuluyor. Tam altı hafta süren bu prodüksiyonu bir gün bile kaçırmadan izledim desem bana “deli” der misiniz? Bir de Patti Smith konseri... İmza gününden, basın toplantısına ve konserine kadar her şey mükemmeldi. Verdiği bu mesaj da bizim mottomuzda yer etti: “Dünyayı insanlar değiştirir. Müzik ilham verir”.
Yeni sezonunda hangi performansları heyecanla bekliyorsun? Wicked şüphesiz... Şu ana kadar 14 ülkede 50 milyonu aşkın insan tarafından izlenmiş, 300 ödüllü, etkileyici kadroya sahip bir müzikal! Oz cadılarının anlatılmamış hikâyesini dinlemek için sabırsızlanıyorum. Diğerleri ise Kasım ayı içinde Studio’da izleyeceğimiz Hollandalı ikili Weval ve sahnemizde ağırlamaktan mutluluk duyduğumuz, elektronik müziğin tartışılmaz iyi gruplarından biri olan Moderat. Heyecanla beklediğim bir diğer etkinlik de Sonar Festivali. İlk kez deneniyor olması biraz korkutmuyor değil. Ama bu ekiple elbette altından kalkacağımıza inanıyorum.
Son dönemde Zorlu PSM sahnesinde izlediğin, seni en çok
etkileyen performans neydi? Bu soruya hiç düşünmeden cevap
verebilirim; Patti Smith. Punk-rock’ın ve gençliğimin kahramanı.
Muhteşemdi. Hele o gitarının tellerini parçaladığı ve “Silah
istemiyoruz, savaş istemiyoruz bizim enstrümanımız işte bu” diyerek
gitarını havaya kaldırdığı anı hiç unutamam.
Zorlu PSM’de bir günün nasıl geçiyor?
Gün 48 saat olsa bile bana yetmez. İnanılmaz yoğun ve adrenalin dolu
geçiyor desem yalan olmaz. Çok şanslı olduğumu tekrar belirtmek isterim ki yıllardır çok sevdiğim bu işi yapıyorum. Her gün yeniliklerle iç içe olmaktan mutluyum. Böylece zamanın nasıl geçtiğini de anlamıyorum aslına bakarsanız.
Kurumsal iletişim yöneticisi olarak senin sorumlulukların neler? Hemen hemen tüm etkinliklerin, festivallerin, konserlerin, müzikallerin ve hattâ son dönemde yenilenen yüzüyle Studio’da yapmaya başladığımız partilerin, önemli rock grupları ve sanatçıların önünde ve arkasında çalan DJ’lerin iletişimini
sahne arkası
KURUMSAL İLETİŞİMZorlu PSM sahnesinde izlediğimiz tüm etkinlik ve şovlarla birebir ilgilenen, Zorlu PSM Kurumsal Iletişim Yöneticisi
Burcu Bulut ile eğlence sektörü iletişiminin bir yaşam biçimi olması üzerine sohbet ettik.
ZORLU PSM MAG. 69 Ka s ım -A ra l ı k
Miss
Kitt
inAu
diofl
y
#STUDIO
ZORLU PSM’NİN YENİLENEN YÜZÜ
30 Eylül-1 Ekim tarihlerinde Zorlu PSM’de yeni sezonun açılışını yapan MIX Festival ’da ilk defa müzikseverlere kapılarını açan ve
büyük ilgi gören STUDIO, bundan böyle alternatif etkinliklerle dolu bir programla ziyaretçileri karşılayacak.
Zorlu PSM’de yeni sezonun sunduğu heyecan uyandıran yeniliklerden biri,
müzikseverlere kapılarını açan Studio adlı mekân. Bundan böyle ziyaretçileri ilham
verici ve alternatif programlarla karşılayacak Studio’da sezon boyunca tiyatro oyunlarının
yanı sıra, DJ etkinlikleri, canlı elektronik müzik performansları, müzikte çığır açan
ve yenilikçi tınılara yön veren alternatif konserler ve genç yeteneklerin mini
performansları izlemek mümkün. Ayakta 600 kişi ağırlayabilen ve haftanın farklı
günleri izleyicilere farklı etkinlikler sunacak bir mekân olarak tasarlanan Studio, Kasım
ve Aralık aylarında kafa açıcı tınıları müzikseverlerle buluşturuyor.
Audiofly // 18 KasımFuchs: 22:00 - Audiofly: 00:30
Cure-Shot: 02:30Kapı Açılış: 22:00
Anthony Middleton ve Luca Saporito’nın 2002 yılında başlattığı, İspanya merkezli
elektronik müzik ikilisi Audiofly, güçlü house ve tech house ritimleriyle Studio’da!
Get Physical etiketiyle yayınlanan ilk albümleri Follow My Liebe ile house ve
tech house sahnesinin aranan isimlerinden biri hâline gelen Audiofly, kendi plak
şirketi Flying Circus Records çatısı altında kendi kayıtlarının yanı sıra Francesca
Lombardo’ya da yer veriyor.
Actress “DJ Set” // 25 KasımActress “DJ Set”: 01:00
Kapı Açılış: 22:00
2000’lerin ilk yıllarından bu yana üretkenliğini sürdüren İngiliz müzisyen
ve prodüktör Darren J. Cunningham, türler arası DJ setiyle Studio’da. Son
albümü Ghettoville ile özümsediği ambient, deneysel, R&B ve house gibi tınılara
Detroit techno ve hip-hop etkileşimlerini de dahil eden, prestijli plak şirketi Ninja
Tune sanatçılarından olan Actress, DJ setlerinde de müziğindeki çeşitliliği
sürdürüyor.
Miss Kittin // 26 KasımMiss Kittin: 01.00 Warm-Up & After-Party: Mabbas Kapı Açılış: 22:00
İlk albümüyle dünya çapında 50 binin üzerinde satış yakalayan Fransız elektronik müzik sanatçısı Caroline Hervé, kulaklara yapışan sözleri techno altyapılarla buluşturan şarkılarıyla Studio’da sürprizlerle dolu bir performansa imza atıyor. Günümüzde elektronik müziğin en önemli temsilcilerinden olan ikonik sanatçı, bugüne kadar Felix da Housecat ve Golden Boy gibi isimlerle yaptığı işbirlikleriyle de tanınıyor.
Weval “Live” // 10 AralıkVillettemusic: 22:00 - Gidge “Live”: 00:00 Weval “Live”: 01:00 - Villettemusic: 02:15Kapı Açılış: 22:00
Ünlü plak şirketi Kompakt aracılığıyla dinleyiciye ulaşan Hollandalı ikili Weval, caz, hip-hop, krautrock, pop ve funk dinamiklerine alan tanıyan üretimleriyle güncel elektronik müzik sahnesinin en çekici ve en çok konuşulan isimlerinden biri. Weval’den önce ise 2014 tarihli ilk albümü Autumn Bells ile elektronik çevrelerde sükse yapan İsveçli ikili Gidge, Studio sahnesinde.
Cola & Jimmu (Nicole Willis & Jimi Tenor) - deephouse revival 16 AralıkCervus: 22:00 Cola & Jimmu (Nicole Willis & Jimi Tenor) - deephouse revival: 00:00 Kapı Açılış: 22:00
Finlandiyalı müzisyen Jimi Tenor ve aynı zamanda eşi olan ABD’li sanatçı Nicole Willis’in bu çok özel projesi, 2013 yılında Enigmatic isimli ilk albümle dinleyiciyle tanıştı. Deep house ve electronica altyapılarını canlı vokaller ve üflemeli çalgılarla destekleyen Cola & Jimmu, sıra dışı ve yenilikçi tınılarında techno, funk, soul ve caz etkileşimlerine de yer veriyor.
Kendi albümleri kadar diğer müzisyenlerle ortaklaşa yaptığı
çalışmalarla da adını duyuran, Mercury Prize adayı İngiliz şarkıcı ve söz yazarı
Ed Harcourt, ilk kaydı olan Maplewood adlı EP’sini 2000’de Heavenly Records
etiketiyle yayınladı. Mercury Prize’a aday olması ise bir sonrasında gelen ilk
albümü Here Be Monsters ile gerçekleşti. 2002’de yorumladığı Brian Wilson
şarkısı “Still I Dream Of It”le dikkatleri üzerine bir kere daha çeken Harcourt;
İsveç’te altıncı sıraya kadar yükselen ve içinde “All of Your Days Will Be
Blessed” ile “Watching the Sun Come Up” gibi başarılı şarkılarını barındıran
ikinci albümü From Every Sphere’ı 2003’te; “This One's For You”, “Born in the '70’s” ve “Loneliness” gibi şarkıların yer aldığı üçüncü albümü Strangers’ı ise
2004’te yayınladı.
2005’te Wild Boar adlı yan projesine başlayan İngiliz müzisyen, kendi adıyla devam ettirdiği solo kariyerinde de hız kesmedi ve geçtiğimiz Ağustos ayında yedinci albümü Furnaces’ı dinleyiciyle buluşturdu. Fransız caz trompetçisi Erik Truffaz’a hem 2007’nin başında yayınlanan Arkhangelsk’de hem de sahnede eşlik eden sanatçı, 2005’teki Meltdown Festival’da ve 2014’teki turnesinde Patti Smith’le, 2015’teki Glastonbury Festival’da da The Libertines’le aynı sahneyi paylaştı. Diğer müzisyenler için yazdığı şarkılarla da adından söz ettiren Ed Harcourt, özellikle yapımcılığını da üstlendiği Sophie Ellis-Bextor’ın Wanderlust albümüyle bu alandaki iddiasını kanıtladı. Ayrıca kariyeri boyunca Marianne Faithful, Jamie Cullum, James Bay ve Lisa Marie Presley gibi isimler için de şarkılar yazdı. Üretkenliğiyle yeteneklerini kanıtlamış şarkıcı ve şarkı yazarı Ed Harcourt, 15 Aralık’ta Studio’da İstanbullularla buluşuyor.
Ed H
arco
urt
Ed Harcourt // 15 AralıkKapı açılış: 20:30 - Miss Crowley: 21:00 - Ed Harcourt 22:00
Studio'da Aralık ayında gerçekleşecek diğer etkinlikler
Betoko // 3 AralıkLondra'da yerleşik Meksikalı prodüktör Beto Cohen, techno, minimal ve house
müzik arasındaki noktaları stil sahibi dokunuşlarla birleştiriyor.
Francesco Tristano // 9 AralıkLüksemburg doğumlu klasik ve deneysel piyanist ve besteci, klasik müzik ve elektronik müziği buluşturan olağanüstü üretimleriyle tanınıyor.