WARHOLA Magazine 02

48
2 AYDA 1 YAYINLANIR - ÜCRETSİZDİR / BY MOUNTLY- FREE- 2013 - 02

description

Warhola Magazine 2

Transcript of WARHOLA Magazine 02

Page 1: WARHOLA Magazine 02

2 AYD

A 1 YA

YINL

ANIR

- ÜCR

ETSİ

ZDİR

/ BY M

OUNT

LY- F

REE-

2013

- 02

Page 2: WARHOLA Magazine 02
Page 3: WARHOLA Magazine 02

3

4- Selma Gürbüz: Uzun Gece. Uzak Yolculuklar. Long Night. Faraway Voyages.12- Murat Pulat - NY15- İlerlemenin Kutsallığı ve Zorbalığı Sanctity And Despotism Of Progress20- Emin Hitay Koleksiyonu The collection of Emin Hitay26- Komet: Kalktım Baktım Bensiz Gitmişler! I Got Up and Saw They’d Left Without Me!28- Tasarım Bienali Design Biennial32- Bahar Oganer Dreamland36- Contemporary İstanbul 39- Renart 2013 40- Sanatorium42- Kısa - Film Projesi Short - FilmProject44- A.Cem Şahin - Şu An! Right Now!46- Açılış Opening

WARHOLA No: 2

Ocak - Şubat sayısı / January - February İssue

Yayınlayan / Published by: ALAN İstanbul

Editör / Editor: Seçil Alkış

Koordinasyon / Coordination: Bengi Başaran

Tasarım / Design: Bürkan Özkan

Fotoğraf / Photograph: Kayhan Kaygusuz

Adres / Address: Asmalı Mescit Caddesi No: 5/2 Tünel – Beyoğlu

[email protected]

Baskı / Print House: Altan Basım

Destek ve katkılarından dolayı AVANTGARDE HOTEL İSTANBUL’a teşekkür ederiz. Special Thanks to AVANTGARDE HOTEL ISTANBUL.

www.alanistanbul.com www.warholamagazine.com

2013-02

Merhaba

Sanatsal bilincin ve sanatsal yatırımın ivme kazandığı bu günler-de, bu duruma katkı sağlayacağını düşündüğümüz WARHOLA’nın ikinci sayısını çıkarmaktan mutluluk duyuyoruz.

Güncel dolaşım ağları ile çağdaş sanatın birbirlerini –yeniden- üretme ilişkisi üzerine odaklanan WARHOLA sergisi ile hayat bu-lan dergimizin bu sayısı; yılın ilk sergilerinden haberler ve söyle-şiler, geçtiğimiz günlerde sona eren Tasarım Bienali’ne ve Çağdaş Sanat Fuarı’na bir bakış yazısı ve önemli koleksiyonerlerimizden olan Emin Hitay ile yaptığımız sohbet’den bir bölüm içeriyor.

Daha fazla soru sorabildiğimiz, sorgulayabildiğimiz bir platform oluşturmayı amaçlayan WARHOLA, mevcut sanat gündemine farklı bir bakış açısı sunuyor. Çağdaş sanat dünyası denilen ’’gi-zemli’’ alanın şeffaflaşmasına olanak sağlayarak samimi bir du-ruş sergileyen WARHOLA için asli olan Sanatın ve Sanatçının ön-celiğidir.

Her yeni sayısına yeni bir ivme kazandıracağımıza inandığımız WARHOLA’nın gelecek sayısında görüşmek üzere.

Hello

We are with you once again, in days of growing artistic conscious and art investment, with something we think could aid this situa-tion – WARHOLA’s second issue.

This issue coming to life by the exhibition WARHOLA that focuses on the inter-reproducing properties of modern networks of circulation and modern art includes; news and reports from the first exhibi-tions of the year, a review on the recently ended Istanbul Design Bi-ennial and Contemporary Art Fair and a conversation we had with one of the most important collectors of Turkey, Emre Hitay.

WARHOLA, aiming to create a platform where we can ask more and investigate more, provides a different angle towards the art agen-da. Art and the Artist are always of greatest importance to WAR-HOLA, proving to be sincere by helping the “shady” area we call the “Contemporary Art World” become more transparent.

We hope to see you in the next issue of WARHOLA, while we hope to add new ways of acceleration every new release.

Seçil Alkış

Page 4: WARHOLA Magazine 02

4

2013

-02

Uzun Gece. Uzak Yolculuklar.Long Night. Faraway Voyages.

elma Gürbüz

SÖYLEŞİINTERVIEW

1

Efe Korkut Kurt

Page 5: WARHOLA Magazine 02

5

Japonya’dan Fransa’ya, Kore’den Güney Amerika’da Dünyanın bir çok önemli yerin-de kişisel sergiler açtınız. Yerel ile evrensel aralığında sanatınızı nereye konumlarsınız?

Batı eğitimi alıp, Türkiye’ye döndükten son-ra zaman içinde kültürümüz ve doğduğum coğrafya ile bir etkileşim içerisinde olduğu-mu hissettim çünkü burası benim doğdu-ğum coğrafya, burada öğrendiğim çok şey var. Yurtdışındayken ortaya çıkardıklarımda, öğrencilik yıllarımda da bir farklılık olduğu hissedildi ve söylenildi. Sonra gezgin bir sa-natçı olduğumu, yerleşik olamadığımı anla-dım. Uzun yıllar Paris’te çalıştım.

17 seneye yakın gidip geldim. İstanbul’dan da kopmadım. Daha sonra bu seyahatlerim uzakdoğuya doğru kaydı, sergi davetleri ne-deniyle, oradan oraya seyahat eder buldum kendimi. Japon ve Çin sanatı beni çok etkile-di. Ondan sonra Uzak Doğu sanatıyla birlik-te Osmanlı sanatı arasındaki ilişkileri görür oldum. Bir İran minyatürü ile Türk minya-türünün, Hint minyatürünün birleştiği iliş-kileri görür oldum. Bütün bunlar benim için keşifti ve bundan büyük keyif almaya başla-dım. “Accumulation” denilen şey başladı, za-ten bence sanatta en önemli şey birikimdir. Aldıklarınız, gördükleriniz…Her gittiğim yerde bir şey bulurum. Ya da karşıma çıkar, beni oraya doğru çeken bir şey olur her za-man. Ve hala geziyorum. Mesela Mısır beni çok etkilemiştir. Ben sanatçı olarak doğruyu söylemek gerekirse hiçbir yere ait değilim. Doğu olsun, batı olsun hepsi bana ait gibi hissederim. Kabaca hepsi benim malım gibi.

Tabii bu gezen bir sanatçı için geçerli.Doğal olarak bakmanın tadını çıkarırken, batı sa-natına da bakmaya başladım. Doğulu gözler-le, bu bazen batılı bir kostüme giriyor ama doğulu duruşu var. Sanatımda bugün benim önümü açan şey, batıyla birlikte ilişki kura-bilmek.

Türkiye’de de sanat tarihine geçecek nite-likteki Antrepo serginiz bir ilk niteliğindey-di ve hala belleklerden silinmedi. Sergi me-kanı ile nasıl bir ilişki kuruyorsunuz?

Sergi mekanları tasarladığım sergiyi yerleş-tirmektir ya bunu mekan için özel tasarlar-sınız ya da varolanı çalışmalarınızı yerleş-tirirsiniz. Her ikisi de çözüm ister. Antrepo benim için çok özel bir deneyim oldu. İlk defa bu kadar büyük alanda bir sergi oluştur-dum. Daha iyi olabilirdi, kısa sürede plan-landı, mekana karar verildi. İleride tekrar Antrepo’da sergi açmak isterim.

Farklı teknikler kullanıyorsunuz. Kağıt, tu-val ve çeşitli malzemelerde heykeller. Bu teknikler arasında sizin için duygu ve ifade yönünden fark var mı?

Teknik çok önemli. Bir insan, bir sanatçı tek-niğini iyi çözebilmişse özgürdür. Benim için teknik her şeyin başlangıcı oldu. Ondan son-ra bir sürü şeyi görmeye başlarsınız; accu-mulation. Sanatçının özgürlüğüdür teknik, rahatlığıdır. Nefesinizi tutmayı öğretir size teknik.

Kağıt işlerimin tekniği farklı ve yorucu. Ka-ligrafi ustası gibi çalışmanız gerekiyor, duru-

Teknik çok önemli. Bir insan, bir sanatçı tekniğiniiyi çözebilmişse özgürdür. Benim için teknik her şeyin başlangıcı oldu.

Technique is extremely important. A person, an artist can be free only if he or she can

understand his or her own technique.

You had exhibitions in many places includ-ing Japan, France, Korea and South Ameri-ca. How do you rate your art in scale of local and global?

After studying abroad, I returned to my home-land and noticed that I was part of this geog-raphy and its culture. I was told that my work was different when I was a student working abroad. This let me to believe that I was a trav-elling artist and could not belong to one place. I worked in Paris for many years. I traveled back and forth to Istanbul for 17 years. Then I started to travel more to the Fareast. I start-ed liking the Chinese and Japanese art. I was seeing similarities between Ottoman and Far-east art styles. The Iranian, Turkish and In-dian styles looked similar. I started experienc-ing “Accumulation” which I believe to be very important in art. I find something different from all the places I have been or there is al-ways something that attracts me to a specific destination. I still keep traveling. For example, Egypt has impressed me a lot. As an artist, I feel like I do not belong to a specific country or location. I like the east and the west, I feel at home at each location. I also started looking at the western art; I must say that I feel like I partially owe my success today to my interest in the western art styles.

Your very successful exhibit in Turkey is still in the minds of many people. What is the importance of the exhibition’s location for you?

The exhibition hall is very important. You have

to adapt and adjust your art according to the hall you are exhibiting. Antrepo was a special experience for me. This is the by far the biggest exhibition hall I have ever used in my career. I could have been better; it was planned in a short time. I would like to have another exhibi-tion in Antrepo in the future.

You are using different techniques. Paper and other different materials for sculp-tures. Are there any differences among these techniques in terms of expression?

Technique is extremely important. A person, an artist can be free only if he or she can un-derstand his or her own technique. Technique was everything for me. My technique on the paperwork is very difficult and exhausting. It is similar to a calligraphy master’s act, the concentration, the work, everything. It is tough but I like it a lot. There are so many de-tails, the picture is full of details and you have to focus to those. I try to have pictures with-in pictures; it is like a trip inside the picture. There are many surprises in the picture that are waiting to be discovered.

I initially used iron in my sculptures. The iron gave me the look of the paper. I used the two dimensional effect in these works. I built cat sculptures, I did the “Europeans” in Istanbul Modern, I also worked on spheres from iron. I worked on animal sculptures for a long time. My upcoming exhibition in Rampa will have many different styles. In fact, the figures I wanted to create selected their own materials that would best fit them. For example, here is

Page 6: WARHOLA Magazine 02

6

2013

-02

2

şunuz, konsantrasyonunuz, her şeyiniz. Aynı zamanda çok da keyif alıyorum.İçine girebi-liyorsunuz, çıkabiliyosunuz. Ne kadar büyük çalışırsanız o kadar detay giriyor. Zaten re-sim detaylardan oluştuğu için fokuslanabi-liyorsunuz bu boyutlarda. Parçalarla, resmin içinde resim oluşturmaya çalışıyorum. Resim sizi gezdiriyor. Gezinebiliyorsunuz resmin içinde. Resimle bir yolculuk gibi. Bana uygun içinde hareket edebileceğim boyutları seçiyo-rum. Süprizler var resimlerim içinde, detay-ların süprizleri keşfediliyor resmin içinde.

Heykellerde demir kullandım ilk başlarda. O demirler kağıt etkisi veriyordu. Gölge oyunu-nu, iki boyutu çok kullandım bu malzemede. Kedi heykelleri oldu, İstanbul Modern’deki “Avrupalılar”, küreler üzerinde bir süre çalış-tım, onlar da demir kesmelerden. Tek tek fi-gürleri biraraya getirerek. Uzun süre hayvan heykelleri üzerinde çalıştım, ondan sonra da meninaslar çıktı. Rampa’da açılacak olan ser-gimde çok daha farklı malzemeler girdi işin içine. Bu heykellerde tercih ettiğim figürler malzemeyi seçti aslında. Mesela sergide yer alan King Kong’ların hikayesi şöyle;

“Çok bilinen üç maymun hikayesi, var olu-şundan bu yana Japonya’da, “şeytan”ı gör-memek, konuşmamak, duymamak anlamına geliyor. Hindistan’da ise görmezsek, işitmez-sek, konuşmazsak şeytan da bize dokunmaz, işimize karışmaz anlamında.

Bu maymunlar yüzyıllardır yazı ile zor anla-tılacak bir mesajı etkileyici bir şekilde insan-lara görsel olarak iletiyor.

Ben bir yılda ortaya çıkardığım bronz dö-küm heykellerimde, kendi figürümü may-munlara dönüştürerek, gördüm, duydum ve konuştum. Üzüldüm ama görmeseydim, duy-masaydım, konuşmasaydım üzülmezdim, ağ-lamazdım, kırılmazdım.

“İşte benim maymunlarımın ortaya çıkış öyküsü.” Bütün malzemeleri kullanmakta

rahat olduğumu hissederim çalışırken. Yağ-lıboyada, mürekkepde, heykelde, hepsinde.

İstanbul özellikle çağdaş sanat açısından son yıllarda çok dinamik ve hareketli bir dönem geçiriyor. Bunun kalıcı olacağını dü-şünüyor musunuz; yoksa geçici bir dinamik mi yaşadığımız?

Demek böyle bir ihtiyacı vardı bu şehrin, İs-tanbul sanat şehri olmaya başladı. Çok yoğun bir heyecanı taşıyor, çok şeyler yapılıyor ama bu çokluğun içinden muhakkak ayıklanma-lar da olacaktır. Şu an güzel bu heyecan, bu hareket, yeni koleksiyonerlerin olması da güzel, en azından sanatı anlamaya çalışıyor insanlar.

İstanbul Bienali’nin önemli etkisi oldu, İs-tanbul Modern’nin kurulması, yeni müze projelerinin olması. Bu yolculuk sevda yolcu-luğudur ve öğrenmek, anlamak için de emek gerekir.

İzliyorum şu anda. Dinamik bir süreç, ben de içindeyim ama dışındayım aynı zamanda.

2013 Ocak ayında RAMPA galeride gerçek-leşecek olan solo serginiz hakkında neler söylersiniz?

Sergim 5 Ocak – 9 Şubat tarihleri arasında Rampa Galeri’de gerçekleşecek. “Uzun Gece. Uzak Yolculuklar.” Başlığı ile. 2011-12 yılla-rındaki eserlerimi görecek izleyiciler. Daha önceki sergilerim devamı niteliğinde, gizem-li, büyülü bir dünya var. İnsan figürleri var, onlara eşilk eden hayvan ve bitkiler var,. İn-sanlar doğanın hem bir parçası hem de doğa tarafından korunuyorlar. İnsanların rahat-sızlıkları, acıları, dinledikleri masallar, kendi rüyaları vs. Benim yaratıcı sürecimi ifade ediyor. Hem gizemli hem şiirsel karakterle-rim izleyiciyi kendi iç dünyasını sorgulama-ya, anlamaya ve dışa vurmaya davet edecek.

Bu sergiden sonra yurt dışındaki proje ha-zırlıkları nelerdir?

Rampa sergisinin hemen arkasından Lond-ra, Rose Issa Projects’in yeni yerinde bir sergi planlamaktayız. Ama önce yolculuk...

the story of the King Kong:

“they well know three monkeys story has dif-ferent meanings in different places. In Ja-pan, it means not seeing, speaking or hear-ing the “Satan”. In India, it means, if we don’t see, speak or hear, Satan cannot do us any harm.

These monkeys convey a complex message to the humanity which would have been though to do in writing.

In my adaptation of the three monkeys, I spent over a year to built three bronze sculp-tures of myself seeing, hearing and speaking. This let me to sad days, if I have not seen, spo-ken or heard, then I would have not been sad or impacted by events.

This is how my monkeys came to life” I am equally comfortable at using various tech-niques and materials in my works. Painting, ink, sculptures.

Istanbul is experiencing a very dynamic pe-riod in terms of modern art. Do you think this is a permanent situation or more of a temporary one?

Looks like Istanbul needed this and was wait-ing for it. There are a lot of things going on but we need to be careful with the good and

the bad. I think this is great, I think that the city and its citizens are trying to understand the art.

I think that Istanbul Bienal had a big impact. The foundation of Istanbul Modern and new exhibitions were also important. This is a very dynamic process and I’m in it and also looking from outside at the same time.

What can tell us about your upcoming ex-hibit in RAMPA this coming January?

My exhibition is in Rampa between January 5th and February 9th. The title will be “Long Night. Long Journeys.” I am going to exhib-it my works from 2011 and 2012. This is sup-posed to be a continuation of my previous exhibitions. There are human figurines, also animals and plants. Humans are part of the nature but also being protected by it. You can see the pains, the dreams and the experienc-es of the figurines. I think that this exhibit is going to let the visitors look deeper into their own life and experiences and find a lot of in-teresting things.

What are your future plans after this one?

Right after the Rampa exhibit, we will have a new exhibit in London at Rose Issa Projects. But before that, new journeys…

SÖYLEŞİINTERVIEW

Page 7: WARHOLA Magazine 02

7

3

Page 8: WARHOLA Magazine 02

8

2013

-02

4

5

SÖYLEŞİINTERVIEW

Page 9: WARHOLA Magazine 02

9

6

1. Dans. Arınma. / Dance. Purification. 2011, el yapımı kağıt üzeri mürekkep/ ink on hand made paper, 3.00x153cm2. Hasat. / Harvest. 2012, tuval üzerine yağlıboya/ oil on canvas, 155x230cm3. Nijinsky. Düş. / Nijinsky. Reverie. 2012, el yapımı kağıt üzeri mürekkep / ink on hand made paper, 200x115cm4. Asena, 2011, el yapımı kagit üzerine mürekkep/ ink on hand made paper, 155x300cm5. Güpegündüz Dolunay. Köprü. Deniz. Gezinti./ Full moon in broad daylight. Bridge. Seaside. Promenade. 2012, el yapımı kağıt üzeri mürekkep/ ink on hand made paper, 300x153cm6. Güneş, şemsiye. kadın. / Sun. Parasol. Woman, 2012 el yapımı kağıt üzeri mürekkep/ Ink on handmade paper, 240x122cm

Page 10: WARHOLA Magazine 02

10

We lost Grand Master Burhan Dogancay ...

Büyük Usta Burhan Doğançay Aramızdan Ayrıldı…

Sanat dünyamız 16 Ocak 2013 tarihinde Çağdaş Sanatın öncülerinden Burhan Doğançay’ı 84 yaşında kaybetti. Uluslararası anlamda nadide çalışmalarıyla birçok ödüle layık görülen ve eserleri dünya müzelerinde sergilenen Burhan Doğançay, yaşamı boyunca ülkemizin ismini dünyaya duyuran çok değerli bir sanat temsilci-miz oldu. Dünyanın en değerli 250 sanatçısından biri olan Doğançay’ın resimleri dünyanın en önemli müzelerinde sergilendi, hakkında yabancı sanat eleştirmen-leri tarafından kitaplar yazıldı. Son yıllarının büyük bölümünü Bodrum Turgut Reis’teki evinde geçiren sanatçı tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti.

1929 yılında dünyaya gelen sanatçı, sanat eğitimini ilk olarak babasından ve ta-nınmış ressam Arif Kaptan’dan aldı.Babasının teşvikiyle başlayan resim çalışma-ları, Ankara Üniversitesi’nde aldığı hukuk eğitiminin ve 1955’te Paris’te bitirdiği ekonomi doktorasının önüne geçerek sanat serüveninin başlangıcı oldu. Paris’teki öğrencilik yıllarında La Grande Chaumiere’de resim çalışmalarına katıldı. 1961’de 22. Devlet Resim ve Heykel Sergisi’ne beş resmi kabul edildi. 1962 yılımda New York’a gitti. New York duvarlarıyla başlayacak önemli esin kaynağı olan ‘’Duvarlar’’ serisine de aynı yıllarda başladı.1975 yılında buradan yola çıkan sanatçı, 114 ülkeyi kapsayacak olan “Dünya Duvarları” fotoğraf projesine başladı. 1982’de bu projenin ürünlerini, Paris’te Georges Pompidou da “Fısıldayan Duvarlar” adı altında ilk kez sergiledi. 1983’te Fransa’nın ünlü halı merkezi Aubusson’dan sanatçının tasarım-ları duvar halısı olarak dokunmaya başlandı. 1986’da büyük bir onarım geçiren Brooklyn Köprüsü’nün 19 adet büyük boy fotoğrafı New York kentinin 100.yıl kutla-malarında (1998) JFK Uluslararası Havaalanı’nda iki yıla yakın bir süre sergilendi. Daha sonra bu fotoğraflar ‘’Walls of the World’’ adı altında kitap olarak yayınlandı. 2001 yılında Dr. Nejat Eczacıbaşı Vakfı desteği ile ilk Retrospektif Sergisi’ni İstanbul Dolmabahçe Sarayı’nda gerçekleştirdi. 2003 Haziran ayında sanatçının, ‘’Hat Sana-tına Saygı’’ isimli çalışması Brüksel’deki yeni Avrupa Parlamentosu binasına asıldı. Sanatçının son sergisi İstanbul Modern Sanatlar Müzesinde gerçekleşen Kent Du-varlarının Yarım Yüzyılı adlı retrospektifiydi.

Our art world lost Burhan Dogancay, a pioneer of modern art on January 16th 2013, at the age of 84. Burhan Dogancay, owner of countless international awards and an artist whom his precious works were exhibited all around the globe, has been the one who made our country’s name be heard the most throughout his lifetime. Being one of the 250 most important artists in the world, his paintings were exhibited in the most important museums around the globe; books were written on him by art critics. Living his last years in his house in Bodrum Turgut Reis, the artist passed away in the hospital he was being treated.

The artist, born in 1929, had his first training in art from his father, the well-known painter Arif Kaptan. The lessons he took from his father, were his first steps in his journey of art, perhaps outshining his education in Law in Ankara University and his PHD in Economics he was awarded in 1955 in Paris. He attended art workshops in La Grande Chaumiere during his years as a student in Paris. In 1961, five of his paint-ings were admitted to the 22nd State Painting and Sculpture Exhibition. He went to New York in 1962. He started the series “Duvarlar – Walls” during these years. The art-ist then started his photography project that was to visit 114 countries “Dunya Duvar-lari - Walls of the World” from there. The first results of his project were exhibited in 1982 in Georges Pompidou, Paris, under the name “Fisildayan Duvarlar - Whispering Walls”. In 1983, famous carpet manufacturer Aubusson started to weave the artist’s works as wall hangings. 19 of his grand photos of the Brooklyn Bridge being renovat-ed in 1986 were exhibited for almost two years during New York City’s 100th anniver-sary celebrations (1998) in JFK International Airport. These photos, later, were pub-lished in the book “Walls of the World”. He went through with his first Retrospective Exhibition in Istanbul Dolmabahce Palace with the support of Dr. Nejat Eczacibasi foundation. In June 2003, the artist’s work “Respect to the art of Calligraphy” was displayed in the new European Parliament building in Brussels. His last exhibition was “Kent Duvarlarinin Yarim Yuzyili – Fifty Years of Urban Walls” that took place in Istanbul Modern Arts Museum.

Page 11: WARHOLA Magazine 02

11

Page 12: WARHOLA Magazine 02

12

2013

-02

SERGİ HABEREXHIBITION NEWS

Türkiye ve uluslararası alanda İstanbul mer-kezli genç kuşak çağdaş sanatın en çok parla-yan isimlerinden Murat Pulat, 2013’ün Nisan ayında Leila Heller Gallery’de açılması plan-lanan kişisel sergisi için yoğun bir şekilde hazırlanıyor.

Murat Pulat çok sık kişisel sergi açmayı seven bir sanatçı değil. Bugüne kadar 3 adet kişisel sergi gerçekleştirdi ve her biri izler çevre-de önemli düzeyde beğeni yarattı. Hatta ilk iki sergi kataloğu internet üzerinden satılır hale geldi. Murat Pulat sergileri ne tanıtım ve dolaşım ağlarının çokça kullanılması ne de toplumsal bağlamlı köpürtme içeriklerin sergiye pompalanma stratejilerine hiç başvu-rulmadan gerçekleşti bugüne kadar. Her bir sergi kendi bağlamını tutarlı ve birbirlerini takip eden bir içerikle oluşturdu. Sanatçı genç kuşakta az görülen uzun vadeli değer taşıyan, etkilerini zaman içinde hissettirecek bir sanatsal üretimi gerçekleştirmekte ve bu-nun açık sonuçlarını almaktadır.

Murat Pulat’ın uluslararası sanat izleyicisi-ne belki de ilk görünürlüğü Sotheby’s Lond-ra müzayedeleri ile oldu. Bu sınırlı bir alan olan müzayede mekanizmasına Chrsities Dubai’nin daha güçlü müzayedeleri de ek-lenince ismi hızla uluslararası sanat camia-sında izlemeye alındı. 2011 yılında Basel’deki çağdaş sanat fuarında ALAN İstanbul stan-dında gösterilen çalışmaları büyük bir etki yarattı. Böylece Uzakdoğu’dan Amerika’ya,

Dubai’den Londra’ya kadar birçok hatırı sa-yılır koleksiyonerin talep ettiği bir sanatçı haline geldi.

Murat Pulat New York sergisinde yeni bir seri resim hazırlıyor. Bu serinin ortak özelliği imajı oluşturan akışların yeni renk katman-ları ile dinamize olması olarak yorumlanabi-lir. Bu açıdan yeni bir renk paleti bu serinin belirleyici biçimsel özelliğini verirken, sanat-çının uvertür sinema sekansları üzerinden oluşturduğu içerik korunuyor. Yine bu seri-nin ayırt edici özelliklerinden birisi birbir-lerini takip eden yani Deleuzen anlamda bir hareket-imaj yaratan resim gruplarının varlı-ğı. Bu resim gruplarının büyük bir müze ko-leksiyonunu hakkettiğini söylemek ise yanlış olmayacaktır.

Son yıllarda İrfan Önürmen, Kezban Arca Batıbeki gibi önemli sanatçılar New York’un en prestijli galerilerinde sergiler açtırlar ve bu sergiler New Yorklular tarafında büyük bir ilgi ve beğeni ile izlendi. Sürecin yüksek kalitede yeni sanatçıların sergileri ile devam etmesi İstanbul’dan daha merkezi bir konu-ma sahip şehirlerde dolaşıma girecek Türk çağdaş sanatının daha sağlam bir zemin ha-zırlayacağı anlamına geliyor. Bu sanatçıların açtığı yol kaliteli üretim yapan sanatçılara uluslararası talebi arttırarak Türk sanat izleyicisi, kurumları ve aktörlerinin daha yüksek bir standart yakalamasını sağlaması mümkündür.

Murat Pulat New York Yolunda.Murat Pulat is on His Way to New York.

1. Ter / Sweat, 2012, Tuval üzerine yağlı boya / Oil on canvas, 220x160 cm2. Stüdyo / Studio, 2012, Tuval üzerine yağlı boya / Oil on canvas, 180x180 cm3. Cam / Glass, 2012, Tuval üzerine yağlı boya / Oil on canvas, 160x220 cm

1

Page 13: WARHOLA Magazine 02

13

Murat Pulat is an artist based in Istanbul, he is currently one of the most outstanding names in contemporary art among the young-er generations on the international stage. He is currently intensively preparing for his per-sonal exhibition with is due to open in April of this year at the Leila Heller Gallery, New York.

Murat Pulat, is known for not being too in-terested in opening his own personal exhibi-tions on a regular basis. In his career he has had three personal exhibitions, each are said to have made a significant impression on the viewing audiences. His first two exhibition catalogues were sold online. Up to this day, Murat Pulat’s exhibitions weren’t brought to life through extreme efforts of publicity or artificial social contexts being pumped in to the exhibition as a strategy. Each of the ex-hibitions have consistency with one another following each with a flowing context. Murat takes a long-term value when approaching his art production that cannot be seen in the younger generation of artists, which effects can be felt over time showing that it has clear conclusions.

Murat’s first appearance happened at one of Sotherby’s London auctions. However when Chrisitie’s Dubai auctioned a strong lot for Murat, he was starting to be watched by the International art communities. At the Ba-sel Contemporary Art Fair 2011, he chooses to show his work at the ALAN Istanbul stall, this created a major effect and following. From the Far East to the United States, Dubai to London, he became a demand for all respectable col-lectors.

For his exhibition in New York, Murat is pre-paring a new series for paintings. These paints share common traits that can be inter-preted as flows creating dynamism with new layers colour. In this respect a new colour pal-ette determines the formal features of the new work along with cinematic sequences created through the overture of the content. Again, one of the most distinguished features of the series of works is the existence of Deleuzen, meaning the presence of moving image crea-tion. It would not be wrong to say that these paintings deserve a grand museum collection of their own.

In recent year’s important artists such as Ir-fan Önürmen and Kezban Arıca Batıbekı, both opened exhibitions in New York’s pres-tigious galleries, these exhibitions were be-ing watched intensively by New Yorkers. This means that when the cycle continues with new artists displaying high quality exhibitions, cit-ies with a more central location that Istanbul will set the stage for the more robust mean-ings in Turkish Contemporary Art. These art-ists increase the International demand for Turkish artists to continue to produce high quality art works. It is then possible for the Turkish art collectors, followers, institutions and buyers to be able to catch a higher and higher standard of work.

2 3

Page 14: WARHOLA Magazine 02

14

2013

-02

Page 15: WARHOLA Magazine 02

15

İlerlemenin Kutsallığı ve Zorbalığı

MURAT GERMEN-VAHİT TUNA-BORGA KANTÜRK-EROL ESKİCİ-T.MELİH GÖRGÜNALAN İstanbul, Küratör/Curator: Emre Zeytinoğlu

İnsanlık tarihi üzerine her tür bakış açısı-nın hemfikir olduğu durum, bu tarihin bir zulüm süreci olduğudur. Theodor Adorno tarih denilen şeyi, son derece belirgin biçim-de “felaketler fablı” olarak tanımlamıştı. Ve Adorno’nun sadık takipçisi Terry Eagleton ise “felaketler fablı”na bir açıklık getirmişti: “Evrensel tarihin herhangi bir temeli varsa, o tarih, mutluluğun birikimine dair bir masal değil, sapandan megatonluk bombalara uza-nan bir hikâye olmalıdır.”1 İnsanlığın “iler-leme” üzerine verdiği mücadeleler, elbette onurlu ve övgü dolu sözleri hak edecek bir süreci de öne çıkartabilmiştir. Ama işte bu süreç her zaman o “felaketler fablı” ile iç içe olmaktan da kurtulamamıştır. Walter Ben-jamin gibi düşünürsek: Leonardo da Vinci uçma tasarımları yaparken, o tasarımların ağır bombardıman uçaklarına kadar varaca-ğını tahmin edememişti.

Zor kullanma, tarihin değişmez bir parçası haline gelmişse, o halde bu, insanın doğası ile ilgili bir durum muydu? Belki de öyleydi; yani zor kullanma, bir “üstünlük” elde etme-de ya da onu elde tutmada, insanın (çevre-sindeki diğer insanlara karşı) ilk başvuracağı doğal davranış biçimiydi. Ne var ki iş bu ka-dar basit olamazdı; toplumsal yapıların sah-ne olduğu örgütlü çatışmalarda ortaya konu-lan zor kullanma eyleminin anlamı neydi ve bu nasıl açıklanabilirdi? Basit bir örnekle, Leonardo’nun “tek irade” doğallığında ortaya koyduğu bir tasarım, sonradan nasıl olmuş-tu da kolektif üretimin en “ileri” boyutuna ulaştığında tam ters bir içeriğe dönüşerek, zor kullanmaya hizmet eder makineleri do-ğurmuştu?

Zor kullanma makinelerinin kolektif bilin-çaltında meşruluk kazanması, asla tarihin gözden kaçırılmış bir durumu değildir. “İler-leme” ile birlikte büyüyen imha etme eyle-mini fark edenlerin sayısı, yalnızca Adorno, Eagleton ve Benjamin ile sınırlı kalmamıştır. “İlerleme”nin aslında “ölüm düşüncesinin ruhlara sinme süreci” olduğunu vurgulayan pek çok yazar ve onların ortaya koyduğu bin-lerce sayfa vardır. Örneğin, Friedrich Engels “Endüstri Devrimi, devrim olma niteliğini 1830’da yitirmiştir” diye yazmıştı. Engels’e göre “burjuvazi, feodal gericilikten daha çok devrimci işçilerden, burjuva devriminin gerçekten de bir sosyalist devrime doğru ‘taş-masından’ korkuyordu.”2 Engels’in sözlerini izleyen Werner Sombart 1913 yılında “ilerle-menin saçma bir fikir olduğunu ve insanda-ki her tür ideal hareketi boğduğunu” belirt-mişti. Henry James 1914 yılında “uygarlığın kanlı ve karanlık bir uçuruma düştüğünden” söz etmişti. Max Ferdinand Scheler ise 1915 yılında “modern uygarlık ruhunun bir iler-leme olmadığını, tam tersine, insanlığın ge-

rilemesi olduğunu” iddia ediyordu. İtalyan felsefeci Paolo Rossi, “İlerleme” hakkındaki bu olumsuz yaklaşımların, 1930’lu yıllarda büyük bir koroya dönüşmüş olduğuna dik-kat çeker.3

Eleştirel düşünceler içinde belki de en ilginç olanlardan biri Emile Zola’dan gelmiştir ki bu, Engels’in “ilerleme” konusundaki eleş-tirileri ile yakın bir döneme rastlar. Zola, 1890 yılında yazdığı “Hayvan İnsan” (La Bête Humaine) adlı romanında, başıboş kalmış bir lokomotifi anlatmaktadır: “Lokomotif, kendi nefesinin gıcırtılı korkusuyla, gittik-çe daha fazla allak bullak olmuş bir halde hızla, amaçsız ilerliyordu...” Romanda, lo-komotifin ateşçisi ile makinisti, kıskançlık nedeniyle bir kavgaya girişmiş ve ikisi de bu kavga sırasında aşağı düşüp parçalanmışlar-dır. Makinisti olmayan tren ise kendi başına ilerlemekte, ocağa doldurulmuş kömürle-rin kor hale gelmesiyle, denetimsiz bir hıza ulaşmaktadır. Hiçbir şeyden haberi olmayan yolcular (ki bunların çoğu askerlerdir) hızın büyüsüyle sarhoş olup keyiflenmişler, şarkı-lar ve marşlar söylemeye başlamışlardır; ka-ranlıklar içinde ölüme doğru ilerlediklerini düşünmeleri, bu sarhoşluk yüzünden ola-naksızdır. Yazar romanda, lokomotifi sık sık dizginlerinden kurtulmuş bir hayvan gibi gösterir. Zola’ya göre, trendeki insanların hızdan duydukları haz, onların bu makine ile özdeşleştiğinin, dolayısıyla hayvanlaştık-larının işaretidir. Fakat şu var ki 19. yüzyıl-dan itibaren tam anlamıyla bir inanç haline gelen “ilerleme”nin, toplumsal şiddeti gizle-yen yanıyla bir yozlaşmaya yol açtığını söyle-yen yazarlar, o “ilerleme”yi kutsal bir kavram halinde algılayan ve sunanlar tarafından yok sayılmış, her biri önemsizleştirilerek tarih-ten çıkartılmıştır. Rossi bu konuda, “o bin-lerce sayfa sanki hiç yazılmamış gibidir” der.4

Özellikle 19. yüzyılın sonunda örgütlü sınıf-lar arasındaki mücadeleleri anlamlandır-mak ve bu noktada, “salt makineleşme”nin ötesindeki “ilerleme”nin niteliğini belirle-mek adına, geniş bir tartışma alanı ortaya çıkmıştı: Tartışma alanında yer alan iki ana düşünceden (ve diğerine göre daha eski olan-dan) biri, “ilerleme” sürecindeki sömürünün bir zor kullanma sonucu doğmuş olmasıydı. Yani ekonomik sistemin sömürü boyutu, si-lah marifeti ile sürdürülüyordu ve böylece sömürü-karşıtı devrimci güçlerin, ahlâki ba-kımdan bu zor kullanımına karşı durması gerekiyordu. Bu düşüncenin (ilk bakışta son derece insani bir gerekliliği vurguluyor olsa da) sakıncalı olduğu açıktı: Her şeyden önce sömürü-karşıtı devrimci güçlerden, o ahlâki yapıya sarılmaları ve bir bakıma zorbalar ta-rafından kendilerine biçilen bir kadere rıza göstermeleri isteniyordu. Diğer yandan da

Emre Zeytinoğlu

Sanctity And Despotism Of Progress

What is commonly accepted by all points of view on the history of humanity is that this continuum is actually a process of cruelty. Theodor Adorno defines what we call history as a “fable of catastrophes”. Terry Eagleton, a strict follower of Adorno, on the other hand brought clarity on the topic: “If there is to be any basis on the universal history, that this continuum is not a story of some happiness accumulated through time but a story that ex-tends from the invention of the sling to meg-aton bombs.”1 The struggles humanity took part in, in the name of “progress” also brought forward a process that deserves honorable compliments. Yet, even that process could not find its part in history on its own - free from the so-called “fable of catastrophes.” If we are to think like Walter Benjamin did: When Leon-ardo da Vinci worked on his designs of flight, he had no idea that the process would end with us inventing bombers…

Yet, if resorting force became an essential part of history, could this mean that this is some-thing to do with human nature? Perhaps it is correct; meaning that resorting force is one of the first things to be used to gain or to keep some sort of superiority over others by all hu-man beings. Yet this could never be so simple. What was this act of resorting force in reality that was put on display during clashes where social structures were involved in? The simple example where Leonardo’s design of “one pur-pose” could become something totally oppo-site, such as machines of destruction, through the peak of collective production serving des-potism?

Justification of these devices in the collective sub consciousness was never something that went through unnoticed in history. It was not only Adorno, Eagleton or Benjamin whom re-alized how the act of destroying evolved with “progress.” There are many other authors and literally thousands of written pages tak-ing notice of how “progress” is actually “our souls getting used to the notion of death.” Frie-drich Engels, as an example, openly said, “the Industrial Revolution stopped being a revolu-tion in 1830.” According to Engels “the bour-geoisie was more afraid of the workers trans-forming the revolution into a socialist one – rather than being afraid of conservatism.”2 Werner Sombart, following the words of En-gels, said the following in 1913: Progress is a non-sense idea – It makes everything that is ideal in a human being lost. Henry James, on the other hand, spoke about how “the civiliza-tion was lost in a dark and bloody abyss in 1914. Max Ferdinand Scheler claimed in 1915 that “the soul of modern civilization has noth-ing to do with progress but merely an act of regression on humanity. Italian philosopher

Paolo Rossi underlines that these negative approaches on “progress” became the main-stream during 1930’s sang by a quite a large chorus.3

Among these thoughts of criticism, the most unlikely one is perhaps the one of Emile Zola. This also coincides more or less with Engels’ comments on the topic. Zola, in 1890, talks about a rogue locomotive in his work “La Bête Humaine”. “The locomotive was moving quickly and without a purpose while becom-ing even more lost and confused every pass-ing moment, thanks to the creaky fright of its own breath…” In the novel, the fireman and the driver of the locomotive has a fight due to jealousy. This fight results with both of them falling off the train and suffer painful deaths. The train, without the people to manage it, moves forward hastily and aimless, getting to scary speeds as the newly lit coal powers it even more. Passengers, having no idea what is going on – and most of these passengers are soldiers – starts singing and feasting, blinded by the feelings let out with the uncanny speed. They become so drunk with these thoughts that they can never foresee their deaths in darkness – what is about to come true. The author many a time describes the train as an animal that broke its restraints. Accord-ing to Zola, the delight the passengers feel by the speed is something that shows how they slowly become one with the machine – there-fore becoming animals of the same sort. Yet, “progress” as a notion that became almost a belief on its own in the 19th century, was pro-tected thoroughly by the authors that consider it a sacred concept. These authors effectively made sure that they do not take the authors who regard the concept negatively. They were ripped apart from their importance and were removed one by one from the written history. Rossi says on this regard that “it is almost like these pages of ten thousands in numbers were never even written.”4

Especially towards the end of the 19th centu-ry, a broad area of discussion has emerged to attach meaning to the struggles between organized classes – and at this point to clar-ify the properties of “progress” rather than sole mechanization. One of the two main ap-proaches in the field of discussion (consid-ered “older” than the other) was that exploita-tion was a result of despotism in the process of “progress.” In other words, the colonization part of the economical system was sustained through militaristic means - and this way, it was a expected that revolutionist powers of anti colonization were to submit to this sys-tem and in a way become content with what they were force fed. On the other hand, it was impossible for those who acclaimed machines

04 Ocak 2013 – 02 Şubat 2013 / Jan 04-2013 – Feb 02-2013 ALAN İstanbul

SERGİ HABEREXHIBITION NEWS

Page 16: WARHOLA Magazine 02

16

2013

-02

1. Murat Germen, Kısır Denge / Vicious Balance, 2012, Fotoğraf- Enstalasyon /Photography - Installation2. Vahit Tuna, Kirli ve Kibirli / Dirty and Arrogant, 2012, Enstalasyon / Installation3. Erol Eskici, Nesil İnşası / Generation Construction, 2012, Entalasyon / Installation 4. T. Melih Görgün, Talihsiz Yabancı / Unfortunate Stranger, 2012 Enstalasyon - Belgesel Çalışma / Installation - Documentary5. Borga Kantürk, Cinayeti kör bir kayıkçı / A Blind fisherman witnessed the murder, 2012 Entalasyon / Installation

1

32

Rahatça iddia edilebilir ki “ilerleme” kutsallığı altında korunmuş bir zulüm tarihi, bu bağlamda bir “bellek silici” görevini de üstle-nir. Benjamin’in bu durum üzerine yaptığı bir saptama son derece çarpıcıdır: “Faşizmin bir şansı da faşizme karşı olanların, onu iler-leme adına tarihsel bir kural saymalarıdır.”

We can certainly consider the possibility of evaluating this tool from its “memory wiping” nature – one that covers a history of cruelty hidden under the “sanctity of progress.” Benjamin’s take on this matter is of fascinating nature: “One reason why Fascism has a chance is that in the name of progress its opponents treat it as a historical norm.”

SERGİ HABEREXHIBITION NEWS

Page 17: WARHOLA Magazine 02

17

“ilerleme” boyunca zorbalık makinelerini eline geçirmiş olan iktidarın, ahlâki bir yapı-nın telkinleri ile bu makinelerden vazgeçme-si asla mümkün değildi.

Fakat tartışmanın diğer karşıt ucunda yer alan ikinci (ve diğerine göre daha yeni) dü-şünce, sömürü ile “ilerleme” arasındaki iliş-kiye daha farklı bakmış ve zor kullanmayı bu ilişkide hayli geri plana atmıştı. Örneğin Engels, siyasi yapı ile üretim tarzı arasında mutlak bir bağlantının olduğunu yazıyor ve iktidarın ancak bu iki etken arasındaki uyum sayesinde ayakta kalabileceğini vurgu-luyordu. Bu düşüncenin itiraz götürmeyecek yanı, siyasi yapının, kendisini üretim tarzı-nın gereklerine göre esnek kılabilmesi ve ona (her an) uyum gösterebilmesiydi. Bu uyumu yakalayamayan iktidar dağılıp gitmeye mahkûmdu. Demek ki zor kullanma, tarihte iktidarları belirleyen ilk ve değişmez etken değildi. Engels’in başını çektiği bu düşünce yapısı, aslında sömürü-karşıtı devrimci güç-ler için her zaman ufuk açıcı ve aynı zaman-da da cesaretlendirici olmuştur. Çünkü siyasi yapı ve üretim tarzı arasında ortaya çıkacak bir uyumsuzluk, tüm zorbalık makinelerine rağmen o mevcut iktidarı yerle bir edecektir; “ilerleme”nin doğası budur.

Aslında Engels’in öne sürdüğü “ilerleme” tanımı hayli karmaşık görünür. Söz konu-su tanım sınıfsal yapılar arasındaki çatış-maları öne çıkartır ve bu çatışmaları da “ilerleme”nin bir göstergesi olarak öne sürer. Engels bir yandan modernliğin sinsi yanının, köleliği gizlemesi olduğunu söyler; ama diğer yandan da o modernliği Antik dönem ile kar-şılaştırarak, “şimdi en azından köleliğe karşı bir özgürlük düşüncesi doğmuştur” diye ek-ler. İşte Engels’in bu eki, “ilerleme”nin son derece esnek ve göreceli bir “şey” olduğuna vurgu yapar. Öyle ki Engels, tarihin ürettiği her ilerlemenin, kesinlikle karanlık bir yüze sahip olduğunu vurgulamış, bu kavramın bir anlamda da “eşitsizliğin ilerlemesi” demek olduğuna dikkat çekmiştir. Engels’in, “ilerle-me” üzerine kurduğu bu diyalektik, Marx’ın da konusudur; o da burjuva sistemini tam bir “üretim anarşisi” halinde tanımlamış, oysa bu anarşiyi, bir yandan da “ilerlemenin gerçek nedeni” diye işaret etmişti.5 Marx ve Engels’in perspektifinden baktığımızda (ki bunlara Hegel’i de eklemek mümkündür el-bette) gerçek bir “ilerleme”, karanlık yüzü ile birlikte işlerlik kazanır. Bu yüzden bu kav-ram, şu ya da bu sınıfın tek başına yüklen-diği bir sorumluluk dahilinde hedefleyeceği bir iktidar düşüncesi ile tanımlanamaz. Ve

bu yüzden “ilerleme”nin, yalnızca “ilerleme sahipleri” tarafından saptanacak (ve bu sap-tamalara göre dayatılacak) yöntemlerle ya da o sahiplere karşı muhalif katmanların diren-mesiyle başarılamayacağı ortadadır.

Yukarıda söz edilen tartışma üzerine derin yorumlar oluşturmak, başka bir yazının ko-nusu olabilir. Ama burada (yorumları biraz da “aşırı” düzeye yükselterek ve madalyonun ters yüzüne bakarak) şu söylenmeli: “İler-leme” ile zor kullanma eylemi arasındaki ilişkinin “tartışılabilir” olması, “ilerleme” kavramının psikolojik açıdan tarihe “temiz” geçmesinin de yolunu açmakta gecikmedi. Bu kavram, aynı psikolojinin verdiği ivme ile giderek “ne pahasına olursa olsun” erişilmesi gereken toplumsal bir hedef haline geldiği gibi, içine sızmış olan tüm şiddetin de gizle-yicisi oldu. Yeniden konunun başına döne-cek olursak, “felaketler fablı” olarak adlandı-rılan zulüm sürecinin, kutsal bir “ilerleme” tarihi halinde yazıldığına ve böylece egemen sınıfların dayattığı bir biçime dönüştüğüne dikkat etmeli (burada Rossi’yi bir kez daha anımsamalı: “İlerleme”nin kutsallığını eleşti-ren binlerce sayfa, sanki hiç yazılmamıştır).

Sömürü sistemi, üretim tarzı ile siyasi yapı arasındaki tüm çelişkileri en fazla “ilerleme”nin kutsallığı yardımıyla gizler-ken, zor kullanma eylemini de yine bu yolla normalleştirebilmiş, dahası önemsiz bir ay-rıntıya indirgeyebilmiştir. Türkiye özelinden bakacak olursak, tarihin her satırının “iler-leme” payandası ile sağlamlaştırıldığı ve o payandanın gerçekte, siyasi yapıyı meşrulaş-tırdığı bellidir. Bu durum o siyasi yapı ile üre-tim tarzı arasındaki tüm uyumsuzlukların ve buradan ortaya çıkan sömürülerin, geleceğe meşruluklar şemsiyesi altında aktarılmasına yardımcı olmuştur. Rahatça iddia edilebilir ki “ilerleme” kutsallığı altında korunmuş bir zulüm tarihi, bu bağlamda bir “bellek silici” görevini de üstlenir. Benjamin’in bu durum üzerine yaptığı bir saptama son derece çar-pıcıdır: “Faşizmin bir şansı da faşizme karşı olanların, onu ilerleme adına tarihsel bir ku-ral saymalarıdır.”6

Bir kavramı yörüngesinden oynatırsanız, yani onu tüm bağlamlarından soyarsanız, ar-tık onu istediğiniz biçimde tanımlayabilir ve rahatça kullanabilirsiniz. Bugün siyasi yapı, üretim tarzı, “ilerleme” ve tarih arasındaki ilişkilerin keyfi tanımlar ile derme çatma kurulmuş olması ortaya “tuhaf” bütünlükler çıkartıyorsa, bu noktada belleğin korumaya çalıştığı ayrıntıların önemsizleştiğine dair bir enformasyon yaymanız da mümkün ola-

of “despotism” to give up this power through suggestions of a moral nature.

Yet, according to the other approach (the one that is relatively newer) exploitation and “pro-gress” were in a looser connection scheme – a scheme where exploitation is quite an unim-portant aspect. Engels, for example, suggested that there is an inevitable connection between the political structure and the ways of produc-tion – and that the governing powers could only exist through the harmony between these two factors. What is undeniable in this way of thinking is that the political power always has the ability to shape the methods of production to its benefit and perhaps (always) fit in with it. It was impossible for a governing power to stay intact unless this harmony was captured. Therefore, it was not despotism what defined rulers as the first and unchangeable factor. This approach, lead by Engels, was always in-spirational and encouraging for revolution-ary powers of anti-colonization nature. Since, any disparity that takes place between the po-litical structure and the means of production meant that the ruling power could be overrun despite all acts of despotism. That is, in fact, the very essence of “progress.”

In reality, the definition of “progress” by En-gels is considered quite a complicated one. This definition puts forward the clashes be-tween classes and claims them to be indicat-ing factors of “progress.” Engels defines the de-vious part of modernity as how it lets slavery be disguised. Yet, on the other hand, by com-paring that modernity to the antique era he underlines that there at least is the notion of freedom existing against slavery. This exten-sion put forward by Engels is what under-lines that “progress” as an elastic and relative “thing.” Building his thoughts on this, Engels, tells how every sort of “progress” history pro-duced also has a dark side to it. In his point of view, this also is the “progress” of inequal-ity. This conversation Engels crafted is the very subject of Marx as well. He also defined the bourgeoisie as “an anarchy of production” and also marked this anarchy as the rea-son behind “progress.”5 When we duplicate Marx’s and Engels’ points of view – and it is also very possible to add Hegel’s to these – a real “progress” gains operability through its own dark side. Therefore this concept cannot be defined through some mere responsibility this or that class outtakes on its own in the name of sovereignty. For this reason it is not possible to achieve “progress” through meth-ods identified (and then forced) by the owners

of this “progress” against the multiple layers of opposition.

Forming in-depth arguments about the dis-cussion mentioned above could and should be the topic of another article perhaps. Yet one thing (through exaggeration and thorough thinking) has to be said: the fact that there is an arguable connection between “progress” and “resorting force” also crafted the way of justifying “progress” in history with regards to psychology of the masses. This very no-tion, again through the acceleration provided by this very psychology not only became the “only goal to be undertaken” by the entire so-ciety but also the very factor that is responsi-ble of covering all the violence that comes with it. If we go back to the beginning of it all, we have to realize how the continuum of suffering that is named “the fable of catastrophes” was recorded as the history of “sacred progress” – and therefore how it became something en-forced by the ruling classes. Once again, as Rossi said: It is almost like those thousands of pages criticizing “sanctity of progress” were never written.)

This system of exploitation while reducing all the conflicts between the political structure and methods of production with the help of the “sanctity of progress” was also able to normal-ize acts of brutality through the same method in people’s eyes. Most importantly, the system was able to degrade the entire dark side with-in the notion of “progress” into a mere detail. If we take Turkey into question, we see that each and every sentence within history is solidified through the notion of “progress” and in return this fact justified the manners and properties of those who rule and will rule. This situation is what made it possible for such dire exploi-tations to live on to this day under curtains of justification. We can certainly consider the possibility of evaluating this tool from its “memory wiping” nature – one that covers a history of cruelty hidden under the “sancti-ty of progress.” Benjamin’s take on this mat-ter is of fascinating nature: “One reason why Fascism has a chance is that in the name of progress its opponents treat it as a historical norm.”6

If you shift a concept off its orbit, or in other words if you rob it off its context, then you are free to define it the way you want – and you are free to use it the way you want. Today, if it’s possible for the connections between po-litical structures, methods of production and “progress” to form a “weird” integrity through arbitral definitions – then it’s perfectly possi-

4

Page 18: WARHOLA Magazine 02

18

2013

-02

Kaynakça / References1 Terry Eagleton, Estetiğin İdeolojisi, Çev: Ayhan Çitil, Doruk Yay. S. 418.2 William Z. Foster, Üç Enternasyonalin Tarihi /1848’den 1955’e Dünya Sosyalist ve Komünist Hareketleri, Çev: Can Saday, Yazılama Yay. 2011, s. 52.3 Paolo Rossi, Gemi Batıyor Seyreden Yok / İlerleme Fikri, Çev: Durdu Kundakçı, Dost Yay. 2002, s. 110.4 A.g.e. s. 108.5 Reinhart Koselleck, İlerleme, Çev: Mustafa Özdemir, Dost Yay. 2007, s. 113.6 Walter Benjamin, Pasajlar, Çev: Ahmet Cemal, Yapı Kredi Yay. 1995, s. 37.

bilir. İşte dünyada olduğu gibi Türkiye’deki yeni kuşak kitlelerin de söz konusu “bellek silici” enformasyona şiddetle maruz kaldığı açıktır.

Yeni enformasyon araçları yardımıyla, uyumsuzluklar üzerine kurulmuş iktidar yapısının normalleşmesi, 19. yüzyıl tartışmalarının odağına yerleşmiş silah gücünü de (bir kez daha) gündeme taşıyor. Daha açık olarak şunu belirtmeli: Bugün iktidar yapısının bu normalleşme-yi yalnızca bir takım enformasyon araçlarıyla başarmadığı, deneyimlerle sabittir. Bağlamdan soyulmuş kavramların çarpıtılarak kullanılıyor oluşu her ne kadar bir enformasyon gücüne gereksinim duysa da, bu tek başına yeterli değildir. Bunun yanı sıra siyasi yapı, üretim tarzı, “ilerleme” ve tarih arasındaki bozuk ilişkileri normalleştirerek savunacak kitlelerin iktidar adına örgütlenişine, felsefi ve siyasi metinlerin tahrif edilerek yeniden sunuluşuna, estetiğin eleştirel gücünün yok edilişine de gereksinim vardır. Fakat bunların uygulanışı sırasında hâlâ bir sorun varsa (yani hâlâ sömürünün sürdüğüne dair düşünce yürütenler varsa), onların imha edilmesi de kaçınılmaz olur. Silahlı zorbalığın devreye gireceği yer burasıdır; silah, bir iktidarın devamına yarayacak biçimde geri dönmüştür.

Yukarıda sunulan bu sahne, tarih üzerinde ustaca uygulanmış bir manipülasyonun eseri ola-rak, bir “unutturmayı” başarabilmiş ve her tür toplumsal düzeyde bir “normalleştirme” ger-çekleştirebilmiştir. Böylece sömürü üzerine temellenen üretim tarzı ile siyasi yapı arasındaki her uyumsuzluğu yeniden ve yeniden deforme ederek, “yeni siyaset”in biçimleri gibi sunan ve kendisini “ilerleme”nin olmazsa olmaz bir gerekliliği halinde tanıtan bu sistem normalleşti-ği sürece, sömürü-karşıtı devrimci güçlerin “önemsizleştirilmesi” de kaçınılmaz olmaktadır. Hatta devrimci güçler bir yana, sömürünün sürdüğünü öne süren daha liberal görüşler bile “çağdışı” ve romantik sayılmakta, baskı sistemlerinin daha fazla ağırlık kazandığı yerlerde ise sömürüyü dile getirmek, terörizm ile açıklanmaktadır. Bugün yeni nesiller arasında, tarihe dair kimi noktaların hiç anımsanmaması ya da anımsamaya değer görülmemesi bu yüzden-dir. Üstelik artık “ilerleme”nin anlamının, insanlığın “özgürleşme” ve “refah” yönünde attığı paylaşımcı adımların da dışına çıkartıldığı, yalnızca “zenginleşme özgürlüğü”ne dönüştürül-düğü düşünülürse, bozulan tarihsel kavramların baştan biçimlendirilmesi de yeni bir çalışma alanı ortaya koymaktadır.

Son olarak şu söylenmelidir ki “unutturulma” ve “önemsizleştirilme”, yalnızca bir takım zi-hinsel telkinler ile gerçekleşmemektedir. Aynı zamanda (bir “deformasyon” sürecine bağlı olarak) toplumsal kurumların işleyişleri de bu “normalleşme”ye hizmet eder duruma sokul-maktadır. Örneğin Kemal Türkler ve Hrant Dink cinayetleri, Sivas ve 16 Mart katliamlarının vb. faillerinin devletin üst seviyelerine hızla tırmanmaları, yakın zamanda bunlar hakkında açılan davaların düşmesi, davaların yeniden açılması yönünde gösterilen çabaların asla ge-rekli sonuçlara ulaşamaması ve söz konusu davaların “zaman aşımı”na uğraması, toplumun belleğinin yanında ona işlerlik kazandıran mekanizmaların da manipülasyona maruz kaldı-ğını gösteriyor bize.

Söylemler değişmiştir: Siyaset, toplum, adalet, tarih, ilerleme, özgürleşme vb. başka türlü tanımlanmaktadır. Bugün hiçbir faşist, “ilerleme”nin kutsallığının peşinden gittiği için, kendisinin faşist olduğunu kabul etmiyor ya da öyle hissetmiyor. Şu durumu bir kez daha vurgulamakta yarar vardır: Bugüne kadar faşizm üzerine Batı’da yazılanlara bakarsak, hep geçmiş-kültürlere yapılan göndermeler ön plana çıkartılır. Yani faşizmin “ilerleme” kavra-mıyla değil, tarihsel bir “döngü” ile hareket ettiği iddia edilir. Ne var ki bu, kültürel bir bakış açısından böyledir. Ama faşizm ile devlete dair siyasi yöntemler birleştirildiğinde, “ilerleme” konusunun en büyük akıl çelme aracı olduğuna tanıklık edilecektir. Ne diyordu Benjamin: “Faşizmin bir şansı da faşizme karşı olanların, onu ‘ilerleme’ adına tarihsel bir kural sayma-larıdır.”

Faşistlerin kendilerini faşist olarak görmemeleri adına, bundan daha iyi bir tümce kurula-bilir mi?

ble to spread successful disinformation claiming what the collective memory vaguely holds are nothing but unimportant details. It is clear like day that just like it is in the world, in Turkey newer generations are subject to this very effort of disinformation – in a very heavy manner.

Normalization of the structure in how people exercise power through incompatibilities brings the subject of weaponry that was the very center of 19th century discussions once again under the spotlight. This perhaps should be clarified: It is certain that the structure of power today does not only accomplish this process of normalization through various tools of disinformation. Usage of concepts ripped off from their contexts does, but not only, requires the power of infor-mation. Other tools such as defending groups of people of this normalization, republishing of deviously edited texts of philosophical and political nature and destruction of aesthetics’ power of criticism. Only after these if any residue of thoughts on how exploitation continues it is needed for a total wipeout of those who claim it. This is where weaponry and force comes into the equa-tion. Weapon comes back into the context as a tool that keeps power intact.

The scene presented above successfully made people “forget” while executing its act of normali-zation as the result of careful planning and master manipulation. As this normalization pro-cess continues, and as the system republishes its old self as innovation on social governing it is inevitable that masses against “exploitation” will be crushed and deemed worthless under the notion of “progress.” This disaster is at such a point that not only for revolutionist movements are marked with such claims – liberal minds noticing how the exploitation continues are named romantic and frivolous, or at worst “outdated”. Others who actually call out for an end to it are marked terrorists. This is the reason why some points of historical realities are not recognized by new generations today – or worth recognizing. Moreover, since the fake meaning of “progress” is no longer about collective notions of “freedom” or “wealth” but only about “freedom of getting richer” – reshaping historical facts that are already deformed in ways that help the process be-came a new area of expertise.

Last but not the least, this has to be told: Deeming the abovementioned notions unworthy or ef-forts shown to make people forget are not mere results of psychological suggestions. How social organizations work and operate is also being shaped into becoming tools to this end. Murders of Kemal Türkler and Hrant Dink, the fact that the doers of Sivas and 16 Mart massacres getting fancier positions in state affairs, or the reality that all cases against them being dropped one by one – or deemed “timed out” are all indicators that not only the public but also the public’s mechanisms are being manipulated.

Statements changed: Politics, society, justice, history, progress, freedom and similar are all de-fined in different ways now. No Fascist of today calls or accepts them being Fascists since they “just” follow the “sanctity of progress.” We have to notice the fact that all mentions of Fascism in western literature are of those events in past centuries. In other words it is claimed that Fascism has nothing to do with “progress” but everything to do with such loops of history. Unfortunately this is only correct through such a point of view. Yet when we merge Fascism with political meth-ods of any state we can witness how “progress” becomes the greatest tool to seduce minds. Once again, as Benjamin said:

“One reason why Fascism has a chance is that in the name of progress its opponents treat it as a historical norm.”

Is it possible to say another sentence than this to express how the fascist not call themselves fascist?

5

SERGİ HABEREXHIBITION NEWS

Page 19: WARHOLA Magazine 02

19

Page 20: WARHOLA Magazine 02

20

2013

-02

KOLLEKSİYONCOLLECTION

Emin Hitay KoleksiyonuThe collection of Emin Hitay

Emin Hitay is not only a successful entrepreneur that is the CEO of Hitay A.S or the honorary consul of Indonesia. He’s not only a businessman, a world citizen… Perhaps all of the above are correct, one by one. Yet this will only be an incomplete description if we do not state that he is a collector having a history of more than 26 years within art and an art lover. Most important of it all, he is an art audience and a supporter whom could be consistent in his values for many years.

Emin Hitay’ı sadece Hitay A.Ş Yönetim Kurulu Başkanı başarılı bir girişimci, fahri Endonezya konsolosu olan dünya vatandaşı bir gezgin, öngörü sahibi bir işadamı olarak ya da bu sayılanların tek tek hepsi demek doğru olabilir , ancak sanatla ilişkisi 26 yılı aşan bir koleksiyoner, sanatsever ama hepsinden önemlisi, yıllarca çizgisini özenle koruyup sürdürebilmiş bir sanat izleyicisi ve destekçisi için olduğunu söylemezsek eksik kalacaktır…

Bengi Başaran

Page 21: WARHOLA Magazine 02

21

1

Page 22: WARHOLA Magazine 02

22

2013

-02

Koleksiyonerliğe nasıl başladınız?

26 yıl önce AKM’deki bir sergiden aldığım iki Bedri Baykam tablosuyla başladı. Sonrasında ya-vaş yavaş büyük bir keyifle devam ettim. Bu noktada, zamanla, sergileri, fuarları ve galerileri gezdikçe belli bir göz eğitimi kazanılıyor.

Ben de bunu sormak istiyordum, zamanla beğenilerinizde bir değişikliğe tanık oldunuz mu?

Tabii ki, mesela benim başlangıçta koleksiyonum için aldığım eserler ağırlıklı olarak Cum-huriyet Dönemi Ressamları’ydı. Sonrasında çağdaş’a döndüm ve şu anda tamamen hem Türk hem yabancı sanatçıların çağdaş eserlerini alıyorum.

Koleksiyon oluşturmadaki motivasyonunuzdan biraz bahseder misiniz?

Ben aslında iyi bir koleksiyoner değilim çünkü bu anlamda koleksiyonumun tanımlayabi-leceğim bir karakteristiği yok. Seçimlerimde iki önemli kriterim var. İlki beğeniyor olmak, ikincisiyse bana olumlu bir duygu vermesi. Olumsuz duygular yansıtan eserleri almamaya gayret ediyorum. Eserleri günlük hayatımda evde ve işyerimde sergileyen biri olarak olumsuz mesajlara maruz kalmamayı tercih ediyorum.

Peki sanatı yatırım aracı olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sanatı yatırım aracı olarak görmüyorum Bu benim için bir yerde stresle savaşım aracı ve ho-bim. Bugüne kadar aldığım eserler içinde değer kazanmış olanlar ve kazanacak olanlar mutla-ka vardır ama aynı şekilde ilerde kaybolacak, devam etmeyecek sanatçıların işleri de olacaktır aralarında.

Sanatçılarla ilişkinizin rolü nedir bu bağlamda?

Sanatçıyla olan ilişkim tercihlerimi etkilemez. Yani tanıdığım sanatçıların daha fazla işine sahip değilim koleksiyonumda, ya da daha fazla bağlanmıyorum işine. Ama eserin dilini anla-mak adına, sergiyi anlamak adına sanatçısını tanımanın, görüşmenin rolü çok önemli. Yoksa benim için zaten eserle karşılaştığım ilk on saniye önemli, kararımı o aşamada vermiş oluyo-rum.

Türkiye’de çağdaş sanatı piyasasının gelişimini nasıl buluyorsunuz?

Gelirle çok bağlantılı, sanat piyasasının gelişmesi ve büyümesi. Türkiye’de kişi başına düşen gelir son yıllarda çok arttı. Son on seneye baktığımız zaman üç misli bir artış var. Dolayısıyla sanat eserlerinin alımı yaygınlaştı. Ayrıca Contemporary İstanbul gibi Art Basel gibi dünya ça-pındaki sanat fuarlarının katılımcı sayısının artması ve bunlara bağlı olarak basının ilgisinin artmasıyla ilgilenen kişi sayısında ciddi bir artış oldu ve Pazar çok büyüdü. Ama benim şahsi fikrim daha gidilecek çok yol var, bu Pazar çok daha fazla büyür…

Türkiye’deki sanat üretimini dünyayla kıyasladığınızda durum nasıl peki, çok fark görüyor musunuz teknikler, yönelimler bakımından?

Ülkemizde çok iyi sanatçılar olduğu kesin. Ama yurtdışında da çok iyi sanatçılar olduğu bir gerçek. Teknik anlamda farkları Art Basel’e gittiğinizde bunu kolaylıkla görebiliyorsunuz. Çok farklı teknikler kullanan yabancı sanatçılar var. Örneğin, benim Art Basel’de beğenip uzun uğraşlar sonucu aldığım Kohei Nawa’nın “Pix-cell Deer” heykeli bu bakımdan istisnai bir özel-liğe sahip. Doldurulmuş gerçek bir geyiğin tamamen el işçiliği cam baloncuklarla kaplanmış halinden oluşuyor. Yani tekniği açısından çok dünya çapında özgünlüğe sahip bir eser. Diğer edisyonunun Metropolitan Müzesi tarafından alınmış olması ise koleksiyoneri olarak, benim açımdan oldukça hoş ve tatmin edici bir durum.

KOLLEKSİYONCOLLECTION

How did you become a collector?

It all started 26 years ago with the Bedri Baykam painting I purchased in an exhibition in AKM. After that, I continued on slowly but with great pleasure. At this point, as you attend fairs and galleries you get an education of the eye.

That is what I wanted to ask; did you witness a change in your taste within time?

Of course, for example at start the works I purchased for my collection were mainly of Republic Era Artists. I then turned to modern, and today I only purchase modern works of Turkish and foreign artists.

Could you tell us briefly about your motivation behind forming collections?

I am not a good collector in reality for there isn’t a certain characteristic feature I can define my collection with. My choices have two main criteria though: First to like it and the second is to get a positive feeling of it. I try not to purchase works giving me negative feelings. As some-one who displays these works at my home and at work every day, I choose not to be exposed to negative messages.

How do you consider art as a method of investment?

I do not view art as an investment method. This is a tool to fight stress for me, and it’s my hobby. Of course, there are works within the ones I purchased and the ones I will be purchasing that will gain quite increments on their values, yet in the same way, there are and will be works of artists that will stop producing or be forgotten.

What is the role of your connection with artists in regards to that?

My relationships with artists do not affect my choices. What I mean is, I do not possess more works from artists I know; or I cannot say I get more attached to their works. But in the name of understanding the language of the work, to understand the exhibition, knowing the artists and having discussions are extremely important. It is the first ten seconds when I encounter an artwork is the most important actually, I usually make up my mind within those 10 seconds.

How do you find the progress of modern art market in Turkey?

Growth and progression of art market is tightly connected to income. Income per person in Tur-key increased a fair amount lately. When we consider the last 10 years, we see that it almost tri-pled. That is why artworks are purchased more commonly today. On the other hand, increase in the numbers of people visiting fairs of global stature such as Contemporary Istanbul and Art Basel – and increased attention from media – caused the market to grow considerably. My per-sonal opinion, however, is that there is still much room for improvement and this market will still grow to become so much more…

When you compare art production in Turkey to the world, what do you see then? Do you see many differences in techniques or directions?

We certainly have many great artists in our country. But it is a reality that many great artists are abroad. You can clearly see the technical differences in Art Basel. There are foreign artists using completely different techniques. For example, the sculpture “Pix-cell Deer” by Kohei Nawa which I purchased in Art Basel through intense efforts is quite special with this regard. It con-sists of a taxidermied deer carefully ornamented by glass bubbles. It is an artwork of great im-portance in terms of technique. Knowing that the other edition was purchased by the Metropoli-tan Museum is quite a satisfying feeling for me, the collector.

Page 23: WARHOLA Magazine 02

23

Genç sanatçılar daha yaratıcı ancak onlarında dünyayı gezip tanımaları gerekiyor.

Young artists are more creative yet they need to travel the world and learn.paintings

by escaping from actual time and space.

2

Page 24: WARHOLA Magazine 02

24

2013

-02

Koleksiyonunuzu sergileme ve depolama tercihleriniz ne şekilde?

Henüz koleksiyonumun bir yerde sergileyecek kadar kapsamlı olduğunu düşünmüyorum. O yüzden evime ve iş yerime gelenlerin görebileceği şekilde sergilemeyi tercih ediyorum ve belirli aralıklarla bu sergileme düzeninde değişikler yaparak koleksiyona yeni katılan eserlere yer veriyorum.

Piyasadaki tüm bu hareket içinde müzayedelere bakış açınız nasıl?

Müzayedeler tabii ki çok önemli sanat piyasasında, galeriler de keza. Ama ben müzayede-lerden ziyade galerilerden ve fuarlardan eser alıyorum. Özellikle dünyanın en büyük sanat etkinliği olan Art Basel’i takip ediyorum. Yurtdışı seyahatlerimde galerileri geziyorum. Ama yurtiçinde galerileri tercih ediyorum diyebilirim.

İşiniz nedeniyle çok sık seyahat ediyorsunuz, son yıllarda sanatsal anlamda dikkatinizi çe-ken bir ülke var mı?

Yakın zaman kadar Çin vardı ancak Çin şimdi fiyatlarda doygunluğa erişti. Şu anda ben Endonezya’yı görüyorum. Endonezya’da çok iyi sanatçılar var ve şu anda fiyat aralıkları da oldukça makul. Kişi başına düşen gelir orda da 3500 dolar, büyümesi çok hızlı. Türkiye’nin 10-12 yıl önceki hali gibi. Orda da yakın zamanda büyük bir patlama olacak. Çok iyi çağdaş sanatçıları var. Ben Endonezya’daki ofisimde örneğin tamamen lokal sanatçılarının işlerine yer verdim.

Farklı kuşaklardaki sanatçıları tanıma imkanınız olmuş, bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Genç sanatçılar daha yaratıcı ancak onlarında dünyayı gezip tanımaları gerekiyor. Hatta ben dokuz yıldır Art Basel’i takip eden biri olarak bu anlamda genç sanatçılara destek olmak istedim ve MSGSÜ ile işbirliği yaptığımız bir program oluşturduk. Seçilen üç öğrencinin Art Basel 2013’e gidip ve gezmeleri için sponsor olacağım. Sonuçta sanat görmekle çok bağlantılı ve görmek bir öğrenme biçimi insanlar için. Bunun gerekliliğine çok inanıyorum, farklı sa-natçılardan ilham almalarının, teorinin pratiği dökülmüş farklı hallerini görmelerinin yeti-şen sanatçılarımız açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu açıdan küçük bir katkı olarak ben üç öğrenciyi Art Basel’e götüreceğim umarım bu başka işadamlarımıza da örnek olur ve onlarda böyle etkinlikleri desteklerler.

Koleksiyonerliğinizin çevrenizle etkileşimi ne şekilde oldu?

Son yıllarda koleksiyon yapan insan sayısındaki artışı kendi çevremde de gözlemledim. Bu-nun gelir seviyesi ve arz taleple elbette doğrudan bağlantısı var. Talep artınca fiyatlarda da gözle görülür bir artış oldu. Fakat fiyatlardaki aşırı artmasının yabancı sanatçılara ve eserle-rine yönelimi artırdığını söyleyebilirim. Yurtdışı bir alternatif oluşturuyor ve fiyatlarda hızlı artış olduğunda kıyaslama söz konusu olabiliyor. Tabii ki eserlerin çok ucuz olması doğru değil sanatçı ve galerilerin geliri açısından, ancak fiyatları çok yukarı çekerek koleksiyoneri de kaybetmemek gerekiyor.

Son olarak, geçmiştekiyle kıyasladığınızda, koleksiyoner profili nasıl değişti sizce?

Eski kuşak koleksiyonerler antika ve klasik eserlere yönelirken mevcut ve genç koleksiyoner-ler için çağdaş sanat daha çekici. Bunu Contemporary’den anlamak da mümkün yapılan en kapsamlı sanat fuarının adında “çağdaş” geçmesi tesadüf değil. Zihniyette de bir değişim var mutlaka, insanlar için sanat gösterişin ötesine geçti ve yaşamımızın bir parçası haline geldi, bugün evlerde ve ofislerde sanat eserlerinin olmazsa olmaz haline gelmesinden netlikle an-laşılıyor bu durum.

What are your preferences in exhibiting and storing of your collection?

I do not think my collection is comprehensive enough to be exhibited somewhere. That is why I prefer to display it at my home and at work. I regularly edit and change the order, in order to provide space for newly purchased works.

How do you consider auctions regarding the activeness of the market?

Auctions, of course, hold great importance in art markets – so do galleries. Yet I purchase more from galleries and fairs. I especially follow the greatest art even in the world, Art Basel. I visit gal-leries during my travels abroad. But I can say that I prefer galleries when I’m in Turkey.

You travel quite often for work. Is there any specific country that drew your attention in terms of art in the last few years?

China was quite interesting until a short while ago, but it is well saturated in terms of price today. I do find Indonesia today worth mentioning. There are many great artists in Indonesia and price ranges are quite good. Income per capita is 3500 USD in Indonesia at the moment and growth is in quite high numbers. It resembles the Turkey of the past decade. A quite sensational bloom will soon take place there as well. They have many great artists of modern art. I, for exam-ple, decided to display only local artists in my office in Indonesia.

You had the chance to know artists of different generations, what are your views

in this subject?

Young artists are more creative yet they need to travel the world and learn. Actually as a per-son following Art Basel for 9 years, I wanted to meet and support young artists and started a program together with MSFAU. I will sponsor three chosen students to visit Art Basel 2013. At the end, art is extremely related to seeing more things and seeing is a great way of learning. I sin-cerely believe in the necessity of this, being inspired by different artists, seeing different ways in how theories are formed into reality, in practice. I believe these are extremely important for our coming to be artists. From this perspective, perhaps as a small support, I will be taking three students to Art Basel. I hope this will prove an example for other businessmen as they support similar programs.

How did being a collector affect the way you interact with your environment?

I witnessed a great increase in the number of people collecting around me as well in the last few years. This is directly related to the level of income and supply/demand. When the demand in-creased, prices followed. However I can say that this increase in prices made many people prior-itize foreign artists and works. Other countries can quickly become alternatives and comparison is always possible when prices become this high. It is of course not right for works to be too cheap for the sake of artists and galleries, yet having too high prices mean losing collectors’ interest.

At the end, how do you think collector profile changed compared to the past?

Older generation collectors generally prefer antique and classic works whereas younger and current collectors approach modern works. This is very clear from what we have seen in Con-temporary. It is not a coincidence that the word “contemporary” is in the name of the most com-prehensive art fair today. There of course is a shift in mentality as well. Art transcended the point of being just a factor of vanity – it became a part of our lives. This can be seen through art works being practically essential for both homes and offices in the current day.

KOLLEKSİYONCOLLECTION

Seçimlerimde iki önemli kriterim var. İlki beğeniyor olmak, ikincisiyse bana olumlu bir duygu vermesi.My choices have two main criteria though: First to like it and the

second is to get a positive feeling of it.

Page 25: WARHOLA Magazine 02

25

Talep artınca fiyatlarda da gözle görülür bir artış oldu. Fakat fiyatlardaki aşırı artmasının yabancı sanatçılara ve

eserlerine yönelimi artırdığını söyleyebilirim.

When the demand increased, prices followed. However I can say that this increase in prices made many people prioritize foreign artists

and works.

1. Kohei Nawa, Pix-cell Deer, 2010, 210x187x150 cm2. Selma Gürbüz, İstanbul-Kadın-Erkek / Istanbul-Woman-Man, 2008, 174x100 cm3. Julian Opie, Caterina Dancing in Jeans 2, 2010, 190x184 cm4. Leonid Lamm, Glasnost - Dollara, 1990, 53cm 4

3

Page 26: WARHOLA Magazine 02

26

2013

-02

Komet’in Kasım ayı içerisine yayılan kişisel sergiler serisi içerisinde yer alacak olan “Kalktım Baktım Bensiz Gitmişler!” ile 17 Kasım 2011 – 17 Aralık 2011 tarihleri arasında ALAN Istanbul’da yerini alıyor.

Büyük boyutlu fotoğraflar ile video çalışmaları mekanın kendi ola-sılıkları içerisinde gerçekleşen bir enstalasyon olarak bir araya geti-riliyor. Sanatçının bir yandan geçmiş sergileri ile diğer taraftan da güncel sergiler dizisi ile ilişkisel bir düzlemde ortaya çıkan imgeler ve videolar izleyicileri Komet ile birlikte gerçekleştirecekleri karşılıklı bir aktarım sürecine davet ediyor. Bu açıdan bir yandan sanatçının kişisel tarihi ve sanatsal oluşu ile; diğer taraftan da kendisinin nak-şoldu kültürel, sosyal ve hatta siyasal alanların ortak bilinçdışı üze-rinden ortaklaşa bir deneyim alanı ortaya çıkıyor.

Komet’in Bu kimi zaman teşhirci kimi zaman nüktedan kimi zaman çocuksu aurasının çekiciliği ile serginin katmanlı alt metinlerinin yoğunluğu arasında zorlu ve zamana yayılarak açımlanabilecek bir ilişki ortaya çıkıyor. “Kalktım Baktım Bensiz Gitmişler!” özellikle genç izleyiciler için Komet’in güncel sanat içindeki özgün yerini anlayabil-meleri adına iyi bir fırsat sunuyor.

“Hiç kimseyi okurken Shakespeare’de olduğu gibi parçalanmaz yüre-ğim: Soytarılığı böyle gerekli bulmak için nasıl acı çekmiş olmalıdır bir insan!”

Friedrich Nietzsche (Ecce Homo)

“Who are you?”

“I–I hardly know, sir, just at present–at least I know who I was when I got up this morning, but I think I must have been changed several times since then.”

Lewis Carroll (Alice’s Adventures in Wonderland)

Komet sergileri dizisi sanatçının 60lardan günümüze dek uzanan çok boyutlu sanatsal üretim ve eylemleri üzerinde düşünce geliştirebil-mek adına iyi bir fırsat sunuyor. Sergi serisinin kendine has düzene-ği (ve bu düzeneğin oluşma biçimi) bile en kaba haliyle bu sanatsal hareketin göstergelerini barındırıyor. Birisi sanat fuarı dahil olmak üzere çok sayıda mekana yayılan, her bir mekanın kendi işleyişi içeri-sinde yerleşerek, her bir yerin mekansal, yönetsel, sosyal dinamikleri içerisinde özgünleşen; diğer taraftan kendi aralarındaki geçişlilikleri Komet’in kendi sanat geçmişi ile güncel üretimi aralığında ikinci bir hareket kazanan sergiler dizisi. Böylesi statik olmaktan uzak, (aynı artarda patlayan fişekler gibi) kentin içerisinde ardışık açılışlar ile Kasım ayı içine yayılan bu sergiler dinamiği sanatçının Paris geçmi-şinden miras aldığı situationist (durumcu) tavrın açık bir göstergesi değilse nedir?

Komet (ve) sanatı için söylenebilecek en öncelikli şeyin söylemsel sa-bitlemeye gelmemesi ve buna açıkça direnmesi olacaktır. Bu noktada zorlu bir alanda top koşturduğumuzu söylemek gerekiyor. Çünkü Komet’in zihinsel ayartısının çeperinde kolayca tavlanabileceğiniz tekinsiz bir alan esasen burası. Tuval’den, fotoğrafa, hazır nesneler-den videolara farklı araçlarla kendisi ile izleyici arasında ilişkisel bir zeminde temasa geçen sanatçının kimi zaman mizahi sayılabilecek eğretilemeleri sempatik ama sert bir gerçekçilik çekirdeğine sahip. Bu yönden kimi zaman kendisi üzerinden, kimi zaman kendi bakışı üzerinden oluşturduğu sergilerdeki karşılaşmalar bilinç düzeyinde davetkâr fakat ötesinde derinleşen ve bu ölçüde de yorucu bir etkile-şim süreçlerine açılıyor.

Nedir peki bunun sebebi? Bu noktada Komet’i kendi oluşu ile tüm sanatsal hareketinin bir parçası olarak anlama zorunluluğu ile karşı karşıyayız. Komet her şeyden önce Gürkan Coşkun isminin önüne geçen lakabı ile bu oluşu isimlendiriyor. Komet bir kişi olmanın öte-sinde kendisi ile iç içe geçen bir sanatsal üretim halidir diyebiliriz en basit haliyle. Bu açıdan eylemi ile üretimi, kendisi ile kendisine bakışının daha da açık bir ifade ile bir özne olma halinin bir yandan parçalanması bir yandan çoğalması hali. Bunu Lacan üzerinden an-lamaya çalışmanın daha açıklayıcı olabileceğini düşünebiliriz. Lacan öznenin üstünü çizerek bütüncül ve sabit bir özne olma halinin im-kansızlığını ortaya koyar. Özne tabiatı gereği bir yarığa sahiptir ve boşluk ancak fantezi ile doldurulur. Bu açıdan dilde yerini bulama-yan Şey esasen Gerçeğin nüfuz edilemez çekirdeğidir. İşte tam da bu noktada simgeleştirilerek dilin içinde yerini bulan kurmaca, öznenin imkansızlığının da açık bir ifadesidir. İşte Komet’in dahice ve kendi-sine özgü stratejisinin gücü bu noktada kendisini gösterir: “Komet”. Bu yönden kendisini sabitlemeye çalışıp ta biteviye başarısızlığa uğ-rayan modernist bireyin yerini imkansızlığının içsel sınırlarını aşan bir sanatsal oluş hali alır.

Bu kimi zaman teşhirci kimi zaman nüktedan kimi zaman çocuksu oluş, modern çağın sanatçılara verdiği ayrıcalıklı bir alanda müm-kün elbette. Bu performansın yoğun bir libidinal enerjiye gereksini-mi olduğunu tahmin etmek çok da güç değil. Komet’in sanatında ön-celikle içine nakşolduğu sosyal, siyasal tüm toplumsal; diğer yandan da kendi kişisel tarihinin tüm bastırılan veya söylem dışına itilmiş alanlarına bir geri dönüş yolu açılıyor. Bu yolu açan doğaldır ki arzu-dur. Bu arzu 70 yaşındaki bir sanatçıyı güncel ve etkin çağdaş sanatçı olarak bir yandan sanatın iç hesaplaşmasının diğer yandan da top-lumsalın antagonisttik çatışma alanında konumlandırır. Bu konum izleyici – sergi ve Komet arasında kurulacak yoğun bir duyumsamayı gerekli kılar veya ortaya koyar. Bunun sonucu ise gerçek anlamda iliş-kisel bir estetiktir.

Efe Korkut Kurt

MAKALEARTICLE

Kalktım Baktım Bensiz Gitmişler!

I Got Up and Saw They’d Left Without Me!

Tuval’den, fotoğrafa, hazır nesnelerden videolara farklı araçlarla kendisi ile izleyici arasında ilişkisel bir zeminde temasa geçen sanatçının kimi zaman mizahi sayılabilecek eğretilemeleri sempatik ama sert bir gerçekçilik çekirdeğine sahip.

Page 27: WARHOLA Magazine 02

27

Komet’in Kasım ayı içerisine yayılan kişisel sergiler serisi içerisinde yer alacak olan “Kalktım Baktım Bensiz Gitmişler!” ile 17 Kasım 2011 – 17 Aralık 2011 tarihleri arasında ALAN Istanbul’da yerini alıyor.

Büyük boyutlu fotoğraflar ile video çalışmaları mekanın kendi olasılıkları içerisinde gerçekleşen bir enstalasyon olarak bir araya getiriliyor. Sanatçının bir yandan geçmiş sergileri ile diğer taraftan da güncel sergiler dizisi ile ilişkisel bir düzlemde ortaya çıkan imgeler ve videolar iz-leyicileri Komet ile birlikte gerçekleştirecekleri karşılıklı bir aktarım sürecine davet ediyor. Bu açıdan bir yandan sanatçının kişisel tarihi ve sanatsal oluşu ile; diğer taraftan da kendisinin nakşoldu kültürel, sosyal ve hatta siyasal alanların ortak bilinçdışı üzerinden ortaklaşa bir deneyim alanı ortaya çıkıyor.

Komet’in Bu kimi zaman teşhirci kimi zaman nüktedan kimi zaman çocuksu aurasının çekiciliği ile serginin katmanlı alt metinlerinin yoğunluğu arasında zorlu ve zamana yayılarak açımlanabilecek bir ilişki ortaya çıkıyor. “Kalktım Baktım Bensiz Gitmişler!” özellikle genç iz-leyiciler için Komet’in güncel sanat içindeki özgün yerini anlayabilmeleri adına iyi bir fırsat sunuyor.

“Hiç kimseyi okurken Shakespeare’de olduğu gibi parçalanmaz yüreğim: Soytarılığı böyle ger-ekli bulmak için nasıl acı çekmiş olmalıdır bir insan!”

Friedrich Nietzsche (Ecce Homo)

“Who are you?”

“I–I hardly know, sir, just at present–at least I know who I was when I got up this morning, but I think I must have been changed several times since then.”

Lewis Carroll (Alice’s Adventures in Wonderland)

Komet sergileri dizisi sanatçının 60lardan günümüze dek uzanan çok boyutlu sanatsal üretim ve eylemleri üzerinde düşünce geliştirebilmek adına iyi bir fırsat sunuyor. Sergi serisinin kend-ine has düzeneği (ve bu düzeneğin oluşma biçimi) bile en kaba haliyle bu sanatsal hareketin göstergelerini barındırıyor. Birisi sanat fuarı dahil olmak üzere çok sayıda mekana yayılan, her bir mekanın kendi işleyişi içerisinde yerleşerek, her bir yerin mekansal, yönetsel, sosyal di-namikleri içerisinde özgünleşen; diğer taraftan kendi aralarındaki geçişlilikleri Komet’in kendi sanat geçmişi ile güncel üretimi aralığında ikinci bir hareket kazanan sergiler dizisi. Böylesi statik olmaktan uzak, (aynı artarda patlayan fişekler gibi) kentin içerisinde ardışık açılışlar ile Kasım ayı içine yayılan bu sergiler dinamiği sanatçının Paris geçmişinden miras aldığı situ-

ationist (durumcu) tavrın açık bir göstergesi değilse nedir?

Komet (ve) sanatı için söylenebilecek en öncelikli şeyin söylemsel sabitlemeye gelmemesi ve buna açıkça direnmesi olacaktır. Bu noktada zorlu bir alanda top koşturduğumuzu söylemek gereki-yor. Çünkü Komet’in zihinsel ayartısının çeperinde kolayca tavlanabileceğiniz tekinsiz bir alan esasen burası. Tuval’den, fotoğrafa, hazır nesnelerden videolara farklı araçlarla kendisi ile iz-leyici arasında ilişkisel bir zeminde temasa geçen sanatçının kimi zaman mizahi sayılabilecek eğretilemeleri sempatik ama sert bir gerçekçilik çekirdeğine sahip. Bu yönden kimi zaman kend-isi üzerinden, kimi zaman kendi bakışı üzerinden oluşturduğu sergilerdeki karşılaşmalar bil-inç düzeyinde davetkâr fakat ötesinde derinleşen ve bu ölçüde de yorucu bir etkileşim süreçler-ine açılıyor.

Nedir peki bunun sebebi? Bu noktada Komet’i kendi oluşu ile tüm sanatsal hareketinin bir parçası olarak anlama zorunluluğu ile karşı karşıyayız. Komet her şeyden önce Gürkan Coşkun isminin önüne geçen lakabı ile bu oluşu isimlendiriyor. Komet bir kişi olmanın ötesinde kendisi ile iç içe geçen bir sanatsal üretim halidir diyebiliriz en basit haliyle. Bu açıdan eylemi ile üreti-mi, kendisi ile kendisine bakışının daha da açık bir ifade ile bir özne olma halinin bir yandan parçalanması bir yandan çoğalması hali. Bunu Lacan üzerinden anlamaya çalışmanın daha açıklayıcı olabileceğini düşünebiliriz. Lacan öznenin üstünü çizerek bütüncül ve sabit bir özne olma halinin imkansızlığını ortaya koyar. Özne tabiatı gereği bir yarığa sahiptir ve boşluk an-cak fantezi ile doldurulur. Bu açıdan dilde yerini bulamayan Şey esasen Gerçeğin nüfuz edile-mez çekirdeğidir. İşte tam da bu noktada simgeleştirilerek dilin içinde yerini bulan kurmaca, öznenin imkansızlığının da açık bir ifadesidir. İşte Komet’in dahice ve kendisine özgü strate-jisinin gücü bu noktada kendisini gösterir: “Komet”. Bu yönden kendisini sabitlemeye çalışıp ta biteviye başarısızlığa uğrayan modernist bireyin yerini imkansızlığının içsel sınırlarını aşan bir sanatsal oluş hali alır.

Bu kimi zaman teşhirci kimi zaman nüktedan kimi zaman çocuksu oluş, modern çağın sanatçılara verdiği ayrıcalıklı bir alanda mümkün elbette. Bu performansın yoğun bir libidi-nal enerjiye gereksinimi olduğunu tahmin etmek çok da güç değil. Komet’in sanatında önce-likle içine nakşolduğu sosyal, siyasal tüm toplumsal; diğer yandan da kendi kişisel tarihinin tüm bastırılan veya söylem dışına itilmiş alanlarına bir geri dönüş yolu açılıyor. Bu yolu açan doğaldır ki arzudur. Bu arzu 70 yaşındaki bir sanatçıyı güncel ve etkin çağdaş sanatçı olarak bir yandan sanatın iç hesaplaşmasının diğer yandan da toplumsalın antagonisttik çatışma alanında konumlandırır. Bu konum izleyici – sergi ve Komet arasında kurulacak yoğun bir duyumsamayı gerekli kılar veya ortaya koyar. Bunun sonucu ise gerçek anlamda ilişkisel bir estetiktir.

1 3

4

2

1. Orada, o projede nerede / Over there, where the project is, 2007, Tuval üzerine yağlı boya / Oil on canvas, 55x46 cm2. Gölge nü / Shadow nüde, 2006, Tuval üzerine yağlı boya / Oil on canvas, 22x27 cm3. Geçince başlayacak gece / The night will begin when it passes, 2008, Tuval üzerine yağlı boya / Oil on canvas, 65x54 cm4. Hep Aklımda / Always on My Mind, 2009

From canvases to photographs, objects and videos, the artist makes use of different mediums and aims to establish a good relationship between himself and his audience, at times humorous, but always with a stern grip on reality.

Page 28: WARHOLA Magazine 02

28

2013

-02

BİENALBIENNIAL

imperfec-

tion

Hande İlkbay

kusurlu-

luk

1

After The Istanbul Design Biennialİstanbul Tasarım Bi̇enali̇’ni̇n Ardından

1

Page 29: WARHOLA Magazine 02

29

Emre ArolatDeyan Sudjic Joseph Grima Özlem Yalım Özkaraoğlu

İstanbul Tasarım Bienali İstanbul Kültür Sanat Vakfı, Türkiye’de bir ilke imza atarak, 40. yılında İstanbul’un ilk tasarım bienalini hayata geçirdi. İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından Eren Holding, Koray Şirketler Topluluğu, Vestel ve VitrA eş sponsorluğunda düzenlenen İstanbul Tasarım Bienali, 13 Ekim 2012 - 12 Aralık 2012 tarihleri arasında gerçekleşti. İstanbul Tasarım Bienali, kamuoyundaki tasarım farkındalığını arttırmayı, ülke için tasarım ve yenilikçilik politikalarının oluşumuna katkı sağlayacak bir platform oluşturmayı, ulusal ve uluslararası ölçekte tasarım arşivinin ve kaynakçasının oluşturulmasına katkıda bulunmayı, global tasarım problemlerine çözümler sunmayı ve bu coğrafyadaki yaratıcı potansiyeli ortaya koymayı hedefledi. Tasarımın, üreti-me, ekonomik kalkınmaya, sosyal ve toplumsal gelişime, kültürel etkileşime ve bireylerin ya-şam kalitesine olumlu etkisini vurgulamayı amaçlayan İstanbul Tasarım Bienali’nin çalışma-ları, alanlarının önde gelen isimlerinden oluşan bir danışma kurulunun katılımı ile yürütüld

Tema: Kusurluluk

İstanbul Tasarım Bienali’nin teması, İstanbul Tasarım Bienali Danışma Kurulu Üyesi ve Lond-ra Tasarım Müzesi Direktörü Deyan Sudjic’in önerisi ile “Kusurluluk” olarak belirlendi. De-yan Sudjic kaleme aldığı tema metninde, sonsuz katmanlara ve sürekli gelişen kentsel, sosyal, kültürel değişimin getirdiği canlılığa sahip İstanbul’un bu temanın içeriğini incelemek için en uygun şehir olduğunu ifade etti. İstanbul’un kusursuzluktan çok uzak buna karşın dün-yadaki en enerji verici ve en hareketli şehirlerinden birisi olduğunu söyleyen Sudjic tema metninde, şehrin kendine has özelliğinin bu kusurluluğun doğurduğu belirsizlik ve geçicilik durumu olduğunun altını çizdi. İstanbul Tasarım Bienali, “Kusurluluk” teması ile İstanbul’un kendine has yaratıcı potansiyeline övgüde bulunurken, günümüz dünyasında tasarım ile il-gili geniş̧ bir bakış̧ açısının oluşumunu destekledi. Deyan Sudjic’e göre bu tema, dünyaya İs-tanbul hakkında bir şeyler söyleme imkanı yaratırken, çağdaş̧ tasarımın doğası adına keskin bir bakış̧ açısı sundu.

İstanbul Tasarım Bienali’ni Farklı Kılan Özellikler İstanbul Tasarım Bienali, tasarım dünyasının bienal kavramına değil yarışma kavramına alış-kın olduğu gerçeğinden yola çıkarak, diğer bienallerde eşi görülmemiş bir uygulamayla ka-tılım için açık çağrıda bulundu. Önemli tasarımcıların eserlerine odaklanılmaması ve hazır içerik tercih edilmemesi, İstanbul Tasarım Bienali’ne yenilikçi bir farklılık sağladı. İstanbul Tasarım Bienali, “Gelin fikirlerinizi küratörle tartışın!” çağrısı aracılığı ile Türkiye’deki tasa-rım ve mimarlık potansiyeline ifade imkanı sundu. Toplam 600’e yakın proje başvurusu oldu. 200’e yakın proje başvurusu Türkiye’den geldi. Seçilen ve küratörler tarafından davet edilen yaklaşık 100 proje sergilendi.

İstanbul Tasarım Bienali, İstanbul halkı için oluşturuldu. Musibet ve Adhokrasi sergileri, İs-tanbulluların günlük yaşamlarını doğrudan ilgilendirdi ve şehre yönelik birtakım öneriler sundu. Küratörler Emre Arolat ve Joseph Grima, bienalin toplumsal bir etkinlik olması için emek verdi. İstanbul Tasarım Bienali kapsamında, iki küratöryal serginin yanı sıra çok sayıda etkinlik gerçekleştirildi.

Musibet SergisiMusibet Sergisi : İstanbul-O-Matik, Cem Kozar ve Işıl Ünal (Pattu Mimarlık)

Emre Arolat’ın küratörlüğünde gerçekleşen “Musibet: Büyük Dönüşüm Ekseninde, Tasarım-da Bağlam ve Anti-Bağlam’ın Estetizasyonu” başlıklı sergi, İstanbul Modern’de yer aldı. Emre Arolat, sergisinin küratöryel çerçevesini, bugünün İstanbul’unu mimari tasarım ve kentsel dönüşüm çalışmaları açısından irdeleyerek ve sorgulayarak oluşturdu. “Musibet” sergisi, 95 tasarımcı ve mimarın, 30’un üzerinde projesini bir araya getirdi. Küratörün, seçilen çalışma-ların sergi alanındaki konumlandırılmasını göz önünde bulundurarak bir yerleştirme olarak tanımladığı “Musibet” sergisi, sorunlara çözüm üretmek yerine yeni sorular sorulması için bir platform yaratmayı amaçladı. İstanbul Modern’de, EAA-Emre Arolat Architects tarafından

Istanbul Design Biennial On their 40th year anniversary the Istanbul Culture and Art Foundation organized Istanbul’s first ever design biennial. The Istanbul Biennial which was open between October 13, 2012 and December 12, 2012 was co-sponsored by Eren Holding, Koray Şirketler Topluluğu, Vestel and Vit-rA. The Istanbul Design Biennial had many goals including creating a diversification in the designs, create a new point of view nationally, create an international and national design ar-chive and find solutions to the problems faced in the design world. The Istanbul Design Biennial had many economic, social and cultural targets to achieve and was led by a board of consult-ants experienced in their own subject matters.

Theme: Imperfection The theme of the Istanbul Design Biennial was imperfection; this theme was pushed by the Dey-an Sudjic, who is a member of the board of consultants as well as the head of the London Design Museum. Deyan Sudjic thought that Istanbul was the perfect fit for this theme given the dynamic nature and quick changes that the city is experiencing in social, cultural and economic fronts. Deyan also noted that Istanbul was so far from being perfect but this also gave the city its cur-rent dynamic and attactive state. By using the imperfection theme, The Istanbul Design Biennial supported the creative potential of the city and helped create a new point of view to design. Mr. Sudjic believes that this theme helped the world understand Istanbul better and provide sup-port for the creation of new point of views.

Things that made the Istanbul Design Biennial differentThe Istanbul Design Biennial tried to differentiate itself from the competitive nature of the de-sign world. Instead of having designers and designs compete, they tried a new approach. They called upon the designers to come in with their ideas and not with their pre-made designs, each idea was discussed with the curator and the ones that were selected were displayed in the Istan-bul Design Biennial. There were a total of 600 applications, 200 of which came from Turkey. The curators selected the best 100 projects and invited the designers to the Istanbul Design Biennial.

The Istanbul Design Biennial was organized for the people of Istanbul. Nuisance and Adhocracy exhibitions were tied to the daily lives of the citizens of Istanbul and proposed different things for the city. The curators, Emre Arolat and Joseph Grima did their best to make the Istanbul Design Biennial open to all the citizens of Istanbul. As part of the Istanbul Design Biennial, there were two curatorial exhibitions and many more events.

Nuisance ExhibitionThe Nuisance exhibition took place in The Istanbul Design Biennial and its curator was Emre Arolat. Emre Arolat set his curator framework based on the architectural and cultural back-ground of the city. The Nuisance exhibition had 95 designers and more than 30 projects to dis-play. The curator made very well thought selections about the placements of each project with the aim to ask more questions rather than trying to answer existing questions. EAA-Emre Arolat Architects specially designed this 1.400 square meter exhibition hall which included models, vid-eos, pictures, and other interactive games. The main message was that a design is not far apart from the daily lives of the people but rather it is a part of it.

One of the sub-themes of the Nuisance exhibition was “Transformation”, under the Transforma-tion title the exhibition displayed some of the recent transformation that are pushed through in Istanbul and the debates that are going on regarding these suggested changes to the city. The exhibition touches this subject by comparing and contrasting Istanbul with similar big cities around the world. The new transformation laws in Istanbul are seen by many people as a “Nui-sance” so they were the headlines of the exhibition. One of the main players of this transforma-tion projects is TOKI, who is building non-stop and in big quantities schools and various other buildings with a certain character that does not really fit the city. The latest TOKI buildings and their nuisance was one of the main topics of this exhibition.

Page 30: WARHOLA Magazine 02

30

2013

-02

özel olarak tasarlanan 1.400 metrekarelik alana yayılan “Musibet” sergisinde, maket, video, fotoğraf ve interaktif oyun gibi farklı çalışmalarla musibetin çeşitli yansımaları gösterildi. Tasarımın gündelik hayattan uzak olmadığı ve değdiği her şeyi meşrulaştıran bir gücü bulun-madığı fikrinin altı çizildi.

“Musibet” sergisinin birinci ana başlığı olan “Dönüşüm” altında, son dönemde İstanbul’un gündeminde olan kentsel dönüşüm ve toplu konut projeleri ile bu projelerin ortaya çıkardığı toplumsal gerginlikler, dünyadaki diğer kentlerle karşılaştırmalar yapılarak irdelendi. Son dönemde İstanbul’da bir tür musibet olarak gündemde yer alan kentsel dönüşüm yasası ve bu yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte bir mutenalaştırma çabası olarak ortaya konan kentsel dönüşüm projeleri sorgulandı. Bu süreçlerin aktörlerinden biri olan TOKİ’nin gerçekleştirdi-ği büyük toplu konut projeleri ile son dönemde inşa edilen adalet sarayları, okullar, bazı yöne-tim binaları kanalıyla devreye giren bir tür kimlik dayatması üst üste çakıştırılarak irdelendi.

“Musibet” sergisinin ikinci ana başlığı olan “Anti-Bağlam” altında, ağırlık merkezinde İstanbul’un bulunduğu coğrafi paletteki yerel ve küresel aktörlerin ürettiği düşünceler, yeni dünyanın evrensel kabulleri ve teknolojilerdeki değişimler, mimari tasarım ve moda tasarımı pratikleri arasındaki paralellikler tartışıldı.

Adhokrasi Sergisi Adhokrasi Sergisi : Imagine, Pedro Reyes Küratör Joseph Grima, Galata Özel Rum İlköğretim Okulu’nda yer alan sergisinin kavramsal çerçevesini, “Adhokrasi” olarak belirledi. Tasarımcı, kullanıcı, üretici arasındaki geleneksel ilişkilere ve ağır işleyen bürokratik süreçlere meydan okuyan, dinamik ve yenilikçi sergi, baş-lığını bürokrasinin tam karşıtı olan “Adhokrasi” kelimesinden aldı. Robert H. Waterman’ın ortaya koyduğu bir kuram olan “Adhokrasi” ile paralellikler kuran Joseph Grima, bu kavramı, yeni fırsatlar yakalamak, öz-örgütlenmeyi hayata geçirmek, beklenmedik üretim metodolo-jileri geliştirmek için kabullenilmiş gelenekleri ve iktidar yapılarını teğet geçmek olarak ta-nımladı.

“Adhokrasi” sergisi, Galata Özel Rum İlköğretim Okulu’nun katlarında, yaklaşık 2.300 met-rekarelik alana yayıldı. 120’ye yakın tasarımcı ve mimarın mevcut ürün ve objelerinin yanı sıra, bienale özel hazırladıkları projeleri, video ve fotoğraf çalışmaları, maket ve prototipleri yer aldı. Joseph Grima, İstanbul Tasarım Bienali’ni bir sergileme platformu yerine bir labo-ratuvar olarak değerlendirerek, “Adhokrasi” sergisini tasarım dünyasının son dönemde yaşa-makta olduğu devrimsel değişimlerin bir sahnesi haline getirmeyi amaçladı. Son kullanıcının artık tasarım ve üretim süreçlerinin parçası olduğu konseptinden yola çıkan “Adhokrasi” ser-gisi, tasarım eylemini ekonomik ve politik bağlamda yeniden yorumlamayı amaçladı.

“Adhokrasi” sergisinde, yaratıcılığın çevredeki pek çok unsurda yakalanabileceğinin gösteril-diği projeler ve ziyaretçilerin kendi tasarımlarını üretebilecekleri interaktif yerleştirmeler yer aldı. Açık-kaynak hareketinin ortaya çıkması ve kültür üreticilerinin patlaması gibi önemli gelişmeleri izleyiciler ile buluşturuldu. Galata Özel Rum İlköğretim Okulu’nun giriş katında yer alan salonda gerçekleştirilen söyleşilerde ve panellerde “Adhokrasi” kavramı tartışıldı.

Etkinliklerİstanbul Tasarım Bienali kapsamında, iki küratöryal serginin yanı sıra çok sayıda etkinlik gerçekleştirildi. Ön etkinlikler kapsamındaki toplantılar ve atölye çalışmaları, paralel katılım-cı etkinlikleri, seminer programı, tasarım yürüyüşleri, tasarım odaklı filmlerden oluşan ya-ratıcı film kuşağı gösterimleri ve üniversitelere yönelik akademi programı projeleri, tasarımı İstanbul’daki kültür yaşamının gündemine taşıdı. İstanbul Tasarım Bienali etkinlikleri, iki ay boyunca şehrin farklı noktalarına yayıldı. İstanbul Tasarım Bienali kapsamında yer alan tüm etkinlikler için “Kusurluluk” teması belirleyici oldu.

Ön Etkinlikler

İstanbul Tasarım Bienali ön etkinlikleri kapsamında, “Neden Bienal?” başlıklı yuvarlak masa toplantısı, “Neden Tasarım?” başlıklı uluslararası tasarımcılarla soru-cevap etkinliği, “Neden Tasarım, Neden Bienal?” başlıklı İstanbul Tasarım Sempozyumu gerçekleştirildi. 22-27 Mart 2012 tarihleri arasında, profesyonel tasarımcıları tasarım öğrencileri ile buluşturarak birbir-lerinden etkilenmelerini sağlayan atölye çalışmaları düzenlendi. Altı günlük süre içinde, eş zamanlı olarak, 9 farklı mekanda yürütülen, 11 atölye çalışmasında toplam 201 üniversite öğ-rencisi, 30’a yakın uluslararası tasarımcıyla çalışma olanağı buldu.

Paralel Katılımcılar

İstanbul Tasarım Bienali çerçevesinde, yaratıcı alanlarda etkinlik gösteren firmalara yönelik paralel katılımcı programı hazırlandı. Bu sayede, tasarım dünyasından firmalar, kurumsal kültürlerini bienal izleyicileri ile paylaştılar. Kendi mekanlarında “Kusurluluk” teması ile bağ-lantılı etkinlikler gerçekleştirerek, kendi özgün yorumlarını ziyaretçilere sundular.

Seminer Programı

İstanbul Tasarım Bienali kapsamında, mimarlık, tasarım ve iş dünyasından çeşitli kurum ve kuruluşların katkıları ile, bir dizi tartışma oturumu, söyleşi ve konferans düzenlendi. Se-minerler dizisinde, tasarım, mimari, kent, toplum, sosyal ve kamusal mekan gibi kavramlar çeşitli bakış açılarıyla tartışıldı.

Tasarım Yürüyüşleri

İstanbul’un farklı bölgelerindeki tasarım odaklı ofis, mağaza, atölye, imalathane ve mima-ri yapıların gezildiği tasarım yürüyüşleri, katılımcılarını İstanbul’a yeni bir gözle bakmaya davet etti. Tasarımın farklı disiplinlerine ve evrelerine dair bilgi edinme olanağı sağlayan yürüyüşler, Kuzguncuk, Beyoğlu-Cihangir-Galatasaray, Şişhane-Galata, Nişantaşı-Teşvikiye, Sultanahmet, Fener-Balat, Karaköy ve TasaPlatform ile Tasarım Yürüyüşü olmak üzere 8 ayrı rotadan oluştu.

Yaratıcı Film Gösterimleri

Tasarım fikrinin bazen kendisine, bazen tasarımcıya bazen de tasarım nesnesine odaklanan yaratıcı belgeseller ve video işlerinden oluşan bir programla ilk İstanbul Tasarım Bienali se-yircisine bir de kameranın gözünden bakmak ve farklı yerlerden ve farklı tasarım disiplinle-rinden ünlü isimlere ulaşma imkanı sundu.

Akademi Programı

İstanbul Tasarım Bienali, eğitim dünyasının etkinliklerine katılımını sağlamak ve “Kusur-luluk” teması hakkında farklı bakış açıları sunan bir içeriğe ulaşmak amacıyla, İstanbul, Ankara, Eskişehir, İzmir ve Kıbrıs’ta bulunan 26 üniversitenin ilgili 76 bölümü ile işbirliği gerçekleştirdi. 2011-2012 akademik yılında, üniversitelerin, kentsel tasarım, mimarlık, endüst-riyel tasarım, grafik tasarım, yeni medya tasarımı ve moda tasarımı gibi bölümleri tarafından, “Kusurluluk” üzerine atölyeler, projeler ve yarışmalar düzenlendi.

2

BİENALBIENNIAL

3

Page 31: WARHOLA Magazine 02

31

1. Akademi Programı: Haliç Üniversitesi Tekstil ve Moda Tasarımı Bölümü / Academic Program: Haliç University Textile and Fashion Design Department2. Pedro Reyes, Hayal Et / Imagine3. Sergiden Görsel / Exhibition Shot4. Ön Etkinlikler: Atölye Çalışmaları / Pre-Events: Workshop activities5. Walter Nicolino and Carlo Ratti, Açık Kaynak Mimarlık Manifestosu / Open Source Architecture Manifesto

Another topic under the Nuisance Exhibition was the “Anti-Relation” sub-theme. This exhibit cov-ered the local and global players’ point of views about Istanbul, about the new trends in the world as well as technological advancements in architecture and the fashion world.

Adhocracy ExhibitionJoseph Grima was the curator of the exhibit which took place in the Private Greek Elementary school in Galata. The main theme of the exhibit was “Adhocracy”. The title, Adhocracy is the oppo-site of bureaucracy which the exhibit is criticizing for its slow moving processes. The concept of Adhocracy was first introduced by Robert H. Waterman. Joseph Grima, the curator of the exhibit tried to draw some parallels to this concept by highlighting topics such as creating new opportu-nities, inventing unexpected productions methods and ignoring the expected.

The Adhocracy exhibition covered almost a 2,300 square meter space in the Private Greek El-ementary school in Galata. There were close to 120 designers with their projects and objects, in-cluding photos, videos, models and prototypes. Joseph Grima saw the Istanbul Design Biennial as a laboratory rather than a simple platform to display projects. Acknowledging the fact that the end-users became more and more involved in the design of their products, the exhibition tried to redefine the design process.

The Adhocracy exhibition gave the visitors an opportunity to create their own products in an interactive way. The exhibtion also underlines the importance of some new trends such as the expansion and the popularity of open source. There were also panels and discussions in the first floor of the Private Greek Elementary school in Galata where the concept of Adhocracy was discussed.

EventsThe Istanbul Design Biennial hosted many other events in addition to the two exhibitions. There were various events such as interactive visitor discussions, seminars, panels, movies and aca-demic projects geared toward universities. The Istanbul Design Biennial lasted for two months and covered many different locations in the city. The main theme for all the events within the Istanbul Design Biennial was the “Imperfection”.

Pre-EventsAs part of the pre-events of the Istanbul Design Biennial, there was a roundtable discussion names “Why Biennial?”, a question and answer session names “Why Design?” and a seminar names “Why Design, Why Biennial?” There were also several workshops between March 22nd and 27th that created a collaboration environment for students and experienced designer. The

event covered 6 days, 9 different locations, 11 workshops, 201 university student and around 30 professional designers.

CollaboratorsAs part of the Istanbul Design Biennial, there were also some planned creative session geared toward companies in this space. These sessions gave several companies the opportunity to share their view with the visitors. They have organized several events in their own locations and of-fered different experiences to the visitors under the “imperfection” theme.

Seminar ScheduleAs part of the Istanbul Design Biennial there were also several planned discussions and semi-nars. As part of the seminars, several topics including architecture, society, city, private and public locations were discussed.

Design WalksThere were several design walks organized to various locations within Istanbul to visit stores, workshops and architectural pieces, which led the visitors see Istanbul through a different set of eyes. These walks helped the participants see and understand the design process and included 8 routes such as Kuzguncuk, Beyoğlu-Cihangir-Galatasaray, Şişhane-Galata, Nişantaşı-Teşvikiye, Sultanahmet, Fener-Balat, Karaköy and Tasaplatform walk.

Creative Movie ShowingsThe Istanbul Design Biennial also hosted many different video showings that touched on vari-ous aspects and processes of the design. This gave the visitors the opportunity to look at the de-sign and its components from a different point of view.

Academic ProgramThe Istanbul Design Biennial collaborated with 76 department from 26 universities in İstanbul, Ankara, Eskişehir, İzmir and Cyprus. The main theme was “imperfection”. During the 2011-2012 academic year there were various workshops organized within these colleges on the topics of ar-chitecture, industrial design, graphic design, city design and new media design all within the “imperfection” theme. There were many workshops, competitions and projects as well.

5

4

Page 32: WARHOLA Magazine 02

32

2013

-02

SERGİ HABEREXHIBITION NEWS

BaharOganer

Dreamland27 Aralık ‘12 – 26 Ocak 2013 – Dirimart

1

Bahar Oganer’in işleri; yapay kurgudan daha çok hayatın kendisine sunduğu düzenden ibarettir. Bu durum Bahar Oganer’in üretim sürecini basitleştirdiği değil, bir yaratım tarzı olduğunu iddia eder.

Bahar Oganer’s works consist of the order of life, rather than artificial fiction. This reality does not mean that Bahar Oganer simplifies her process of creation; it implies that she has a style in creating her works.

Seçil Alkış

Page 33: WARHOLA Magazine 02

33

2

Page 34: WARHOLA Magazine 02

34

2013

-02

SERGİ HABEREXHIBITION NEWS

Dreamland isimli yeni serisinde, Oganer, oto-portrelerinde kullandığı, kendisini sembo-lize eden, sırtı izleyiciye dönük, genç kadın figürünü, yeni bir mekansal boyut içinde res-mediyor. Sanatçının, eski serilerinde

şehrin kapalı ya da açık alanlarında yarattığı kompozisyonlar, yerini şehir dışı alana, doğaya bırakıyor. Şehrin kaotik ortamının dışına çıkardığı figürünü, ren-kçi bir tavırla boyanan bir manzara içinde, kendine dair ilkel bir özgürleşme, arınma arayışına bırakıyor.

Sanatçı, eserlerinde bugüne kadar bir kent sakini olarak gördüğümüz modern kadın figürünü, kendi sınırları dışına çıkarak, ger-çekte ait olmadığı bir kompozisyon içinde res-mediyor. İmgeyi özgürleştirirken, izleyiciyi de tutsaklıktan kurtarıyor.

Fotoğrafı kurgulayarak, çıkış noktası olarak kullanan Oganer, doğanın en temel elemanı olan renk üzerinden kendi gerçekliğini seyir-ciye sunuyor. Sanatçının resmettiği doğanın yarattığı sadelik; hem kendisini, hem de seyirciyle arasında oluşturduğu şeffaflığı yansıtıyor.

Sanatçının, önceki serilerinde olduğu gibiar-ka planda yer verdiği renkli ve göz alıcı imgel-er, yerini güçlü gölgelendirmelerin yer aldığı monokrom formlara bırakıyor. Yine önceki gibi, seyirci figürün kadrajından belirlenen kesite bakarken, ‘Dreamland’ serisinde aynı anda zamansız ve sınırsız bir alanın içine de hakim oluyor. Bu kez odak noktası, figürün kendisi ya da arka planı değil; resmin bütünü.

Bahar Oganer, 1980 yılında Ankara’da doğdu. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel San-atlar Fakültesi Resim Bölümü’nde lisans eğitimini tamamlayan sanatçı, Cité Interna-tional des Arts’ta burslu olarak sanat ihtisası programına katıldı. Sanatçının kişisel serg-ileri: Secret Garden ( Ozan Oganer’le birlikte) AlanIstanbul 2011, İstanbul; Crystal Dirimart 2008,

İstanbul; Dream Dirimart 2008, İstanbul. Grup sergilerinden bazıları: Encounters Turk-ish Contemporary Art in Korea Seul, 2012; Who Left Behind Plevne/Ankara, 2012; Exhibition of Turkish Contemporary Art by Various Artists ArtSpace London, 2012; Turkish Contemporary Art at Close Proximity New York, 2010.

3

1. Serin sular / Cool Waters, 2012, Tuval üzerine akrilik / Acrylic on canvas, 140 x 130 cm2. Karanlıktaki aydınlık / The Light in the Dark, 2012, Tuval üzerine akrilik / Acrylic on canvas, 250 x 200 cm3. Sakin sular / Still Waters, 2012, Tuval üzerine akrilik / Acrylic on canvas, 170 x 220 cm4. Ufuğa doğru / Towards the Horizon, Tuval üzerine akrilik / Acrylic on canvas, 140 x 130 cm

Dreamland isimli yeni serisinde, Oganer, oto-portrelerinde kullandığı, kendisini sembo-lize eden, sırtı izleyiciye dönük, genç kadın figürünü, yeni bir mekansal boyut içinde res-mediyor. Sanatçının, eski serilerinde

şehrin kapalı ya da açık alanlarında yarattığı kompozisyonlar, yerini şehir dışı alana, doğa-ya bırakıyor. Şehrin kaotik ortamının dışına çıkardığı figürünü, renkçi bir tavırla boya-nan bir manzara içinde, kendine dair ilkel bir özgürleşme, arınma arayışına bırakıyor.

Sanatçı, eserlerinde bugüne kadar bir kent sakini olarak gördüğümüz modern kadın figürünü, kendi sınırları dışına çıkarak, ger-çekte ait olmadığı bir kompozisyon içinde resmediyor. İmgeyi özgürleştirirken, izleyici-yi de tutsaklıktan kurtarıyor.

Fotoğrafı kurgulayarak, çıkış noktası olarak kullanan Oganer, doğanın en temel elema-nı olan renk üzerinden kendi gerçekliğini seyirciye sunuyor. Sanatçının resmettiği do-ğanın yarattığı sadelik; hem kendisini, hem de seyirciyle arasında oluşturduğu şeffaflığı yansıtıyor.

Sanatçının, önceki serilerinde olduğu gibiar-ka planda yer verdiği renkli ve göz alıcı imge-ler, yerini güçlü gölgelendirmelerin yer aldığı monokrom formlara bırakıyor. Yine önceki gibi, seyirci figürün kadrajından belirlenen kesite bakarken, ‘Dreamland’ serisinde aynı anda zamansız ve sınırsız bir alanın içine de hakim oluyor. Bu kez odak noktası, figürün kendisi ya da arka planı değil; resmin bütü-nü.

Bahar Oganer, 1980 yılında Ankara’da doğ-du. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nde lisans eğitimini tamamlayan sanatçı, Cité International des Arts’ta burslu olarak sanat ihtisası programı-na katıldı. Sanatçının kişisel sergileri: Secret Garden ( Ozan Oganer’le birlikte) AlanIstan-bul 2011, İstanbul; Crystal Dirimart 2008,

İstanbul; Dream Dirimart 2008, İstanbul. Grup sergilerinden bazıları: Encounters Tur-kish Contemporary Art in Korea Seul, 2012; Who Left Behind Plevne/Ankara, 2012; Exhi-bition of Turkish Contemporary Art by Vari-ous Artists ArtSpace London, 2012; Turkish Contemporary Art at Close Proximity New York, 2010.

4

Page 35: WARHOLA Magazine 02

35

Page 36: WARHOLA Magazine 02

36

2013

-02

FUARFAIR

Ci2012Ci2012

Bengi Başaran

Bu yıl yedincisi düzenlenen Contemporary İstanbul hazırlık aşamasından bitimine kadar, öncekilerinden farklı, sansasyonel ve daha kapsamlı bir seyir izledi.

The seventh annual Contemporary Istanbul this year followed a fairly different, sensational and a comprehensive course from its preparation stages to the very end.

Page 37: WARHOLA Magazine 02

37

ART İSTANBUL’la tanışma...

Bu yıl yedincisi düzenlenen Contemporary İstanbul hazırlık aşamasından bitimine kadar, öncekilerinden farklı, sansas-yonel ve daha kapsamlı bir seyir izledi. Hazırlık aşamasında, Basel’de Contemporary İstanbul ekibinin lobi oluşturmak için uluslararası sanat dünyasına verdiği özenli davet, med-ya ve PR unsurlarının maksimum kullanımı önemli bir yer tutarken, bu yıl ilk kez Contempo’yla eşzamanlı olarak “Art İstanbul” çağdaş sanat haftası düzenlendi. “ İstanbul’da yer-leşik sanat kurumlarının, galerilerin, müzelerin ve kültür kurumlarının düzenlediği etkinlikleri ortak bir yapı içinde Türkiye ve uluslararası çapta duyurması” mottosundan ha-reketle yola çıkan “Art İstanbul” ilk kez düzenlenmesinin kaosundan etkilenmekle birlikte, hem yerli ve yabancı sanat izleyicisi için, hem de galeriler adına fuar zamanı bir alter-natif sunmanın ilk adımı oldu.

Genç Bilinçlerle Beyin Jimlastiği

Contemporary’nin sıklıkla gündeme taşınan ve tartışılan, satış ve izleyici rakamlarını bir kenara bırakıp, katılımcıları olarak bizlerin hafızalarında iz bırakanlara baktığımızda,bu yıl daha farklı bir manzara gördüğümüzü söyleyebilirim. Örneğin; Ülker Çocuk Atölyesi’nin başarılı organizasyonu sa-yesinde, bu yıl hiç olmadığı kadar fazla sayıda çocuk sanat

izleyicisi kazandı Contemporary İstanbul. En hararetli so-ruları onlar sordu galerilere, en çok onlar öğrenip anlamak istedi altında yatanları sergilenenlerin... Bir an olsun ilgisini ve enejisini kaybetmeyen bu meraklı bakışlar , fuar süresin-ce hepimizi hem şaşırttı hem gülümsettiler. Ve anneleri de rahat bir nefes alarak gezebildi fuarı, tüm bunlar olurken.

Sanat öğrencileri geldi sonra, yakın şehirlerin güzel sanatlar fakültelerinin fuara otobüs kaldırıcak duyarlıkta olmasının bir sonucu olarak. Ve bu öğrenciler, yerli / uluslararası sanat-çıların işlerini inceleme fırsatı buldular , hatta okudukları , ilgi duydukları dünya çapında Damien Hirst, Picasso, Banksy, Warhol, H.R Giger, Lichtenstein , Bottero ve Basquiat gibi isimlerin orjinal işlerinden örnekler gördüler, tarzları, galeri ve nasıl temsil edildiklerini konusunda fikir sahibi oldular.

Bu yıl ki uluslararası katılım, sanat dünyası aktörleri ve sa-natçı işbirlikleri bakımından da olumlu etkiler yarattı. Hem fuar süresince hem de düzenlenen davetlerde, İstanbul’un , yabancı sanat çevrelerince nasıl değerlendirildiğini birinci ağızlardan dinleme şansımız oldu. Genel hatlarıyla yapılan değerlendirmeler, Çağdaş Türk Sanatı ve İstanbul’un global anlamda bir sanat odağı olması adına olumlu ve gelecek vaat ediciydi. Aktarılanlardan çıkan diğer bir sonuç ise , ulusla-rarası anlamda İstanbul’un ve Türk sanatçıların tanınırlığı-

nın artmasının yanısıra, net bir şekilde takip edildiği oldu; ki bunda yabancı sergi ve fuarlar kadar, Contemporary İstanbul’un etkisi olduğu yadsınamaz bir gerçek.

Son olarak, Contemporary’le beraber sanat ajandasında gör-meye alışık olduğumuz isimlerin, sanatçıların, küratörlerin ve cemiyet simalarının yanısıra yeni genç ve koleksiyon yap-mak isteyen , sanatla ilgilenen yeni bir kitlenin oluşmaya başladığını gördük henüz çok yeni de olsa mutluluk verici bir gelişmeydi bizim gibi genç sanatçılarla çalışan, genç olu-şumlar adına.

Diğer bir genç ve dinamik bir diğer ekip de Contemporary İstanbul’da gizliydi tüm bu süre zarfında. A’dan Z’ye her de-tay için yurtiçi ve yurtdışında koşturan organizasyonun bu saklı yüzleri her daim kilit noktalarda çözüm önerileri getir-mek için mücadele verdiler. Herkesi memnun etmenin başa-rısızlığın kesin formülü olduğuna inanmadan, her bir soru-na eğildiler ve tüm bunları yaparken sayıca çok az olmalarına rağmen zoru başardılar. Sonuç olarak, bu saklı kahramanlar gelecek yıl için daha “büyük umutlar” oluşturmamıza yol açtı bir kez daha hem kendi adımıza hem de CI’13 adına. Gelişme-leri takipte olacağız son sürat...

Page 38: WARHOLA Magazine 02

38

2013

-02

Meeting with ART ISTANBUL…

The seventh annual Contemporary Istan-bul this year followed a fairly different, sen-sational and a comprehensive course from its preparation stages to the very end. While elaborate invitations done by the Contempo-rary Istanbul crew in Basel for lobbying and maximum usage of media and PR elements held a great importance in the preparation stage, this year, for the first time, an “Art Istan-bul” modern art week was created at the same time with Contempo. “Art Istanbul”, formed to achieve the goal of “faming and gathering all events done by local art institutions, galler-ies, museums and culture foundations in Is-tanbul” – although being affected by the “first time ever” chaos – became the first step in pro-viding an alternative to both local and foreign art audience during the fair.

Mental Gymnastics with Young Minds

If we put the overly mentioned – and discussed – sales and viewer numbers of Contemporary aside, I can say that we, as the viewers wit-nessed something completely different judg-ing by whom had done something to remem-ber. To illustrate, thanks to the successful organization of Ulker Cocuk Atolyesi – Ulker Children’s Workshop – Contemporary gained a greater child art audience than it ever did before this year. They asked the most excited questions, they wanted to learn and under-stand what’s beneath the works exhibited… The curious minds, ever interested and ener-getic, made us all confused; made us all smile through the entirety of the fair. And their mothers, in the meanwhile, were able to expe-rience Contemporary Istanbul freely without worries.

Art students followed them, thanks to the Fine Arts faculties of close-by cities being thought-ful and arranging bus trips. These students had to chance to inspect works of local and international artists, to view original works

of those whom they read or are interested in such as Damien Hirst, Picasso, Banksy, War-hol, H.R Giger, Lichtenstein, Bottero or Basqui-at. They gathered ideas on the styles of these artists, on the gallery and how they were rep-resented.

The international participation of this year also created positive effects with regards to the actors of the art world and artist collab-orations. Both throughout the fair and in the invitations, we had the chance to listen in per-son how the foreign art world considers Istan-bul. Overall, the initial impressions were posi-tive for Istanbul’s journey to become a global center of attraction in art. Another conclu-sion of these impressions is that Istanbul and Turkish artists are not only becoming better known, but are clearly being followed; and Contemporary Istanbul definitely played a role in this progress along with foreign exhibi-tions and fairs.

Last, but not least, along with the usual Con-temporary crew we are used to see – such as artists, curators and fellowship members – we also noticed the start of a new segment: Young people interested in art, wanting to form col-lections. Although quite recent and small, it is very pleasing and exciting to see such a com-munity, especially for us young formations working with young artists.

Another young and dynamic crew was present behind the scenes of Contemporary Istanbul in the meanwhile. These hidden faces were try-ing their best to provide solutions in all key sit-uations, busy with all aspects of local and in-ternational elements of the organization. Not believing that trying to satisfy everyone is the key to being unsuccessful, they attended all is-sues – and while doing so, they accomplished a very hard task, despite their small numbers. At the end, these hidden heroes made us have even “bigger hopes” for both us and CI’13. We will be following what’s going on, at full speed.

FUARFAIR

Page 39: WARHOLA Magazine 02

39

RENART’ta 2013’nin ilk sergisi..

Düzenlenen birbirinden güzel sergi ve etkinlikler ile İstanbul’un kültür ve sanat hayatında kısa zamanda yerini alan RenArt Sanat Galerisi bu kez Metin Telçeker ve Serhan Yavaş’ın ‘’Kaybolan Şehrin Anları’’ isimli karma sergisine ev sahipliği yapıyor.

Sanatçı Metin Telçeker ve Serhan Yavaş’ın kağıt işlerinden oluşan ‘’Kayıp Şehrin Anları’’ kar-ma sergisi 16 Ocak – 6 Şubat 2013 tarihleri arasında RenArt Sanat Galerisi ‘nde gezilebilir.

Metin Telçeker, suluboya, lavi ve karışık teknikle rengi ve deseni sorgusuzca kullandığı, bazı yerlerde çok detaycı, bazı yerlerde çok serbest ve ihmalci tarzıyla şehir ve doğaya kendi kad-rajından bakıyor.

Serhan Yavaş, suluboya, karakalem ve mürekkep ile kağıda akıp giden zamanın içinden insan-lara, yüzlere, eşyalara, mekanlara, anlara dokunuyor.

Gündelik hayatta ve şehirde karşımıza çıkan nesne, bina ve insanda anlık görüşlerimiz arasın-da ihmal edilen detaylara, kayıp şehrin kayıp anlarına, bizi tekrar davet ediyor.

Sergi 16 Ocak 2013 Perşembe günü saat 18.00’de RenArt Sanat Galerisi’nde açılan sergi 6 Şubat tarihine kadar Pazar hariç hergün 11.00-19.00 saatleri arasında gezilebilir.

First exhibition of 2013, in RENART..

Renart, which made a prominent space in the Istanbul arts and cultural life due to the beauti-fully organized exhibitions and events, is housing a mixed exhibition of Metin Telçeker and Ser-han Yavaş, “Memories of the Lost City”.

“Memories of the Lost City”, which comprises of paper arts by the artists Metin Telçeker and Ser-han Yavaş, will be open to visits between 16th January, to 6th February 2013.

Metin Tekçeker is looking at the city and the nature from his own viewfinder and is using water color, lavi and mixed coloring techniques to create art with a free and negligent style.

Serkan Yavaş is touching the people who are flowing in time, faces, objects, places, moments with water color, pencil and ink on his paper.

They are inviting us to the lost moments, within a lost city, that is overlooked during the day to day life, an object, a building, a person that we see from the corner of our eye.

The exhibit will be opened in Renart art Gallery, at 18:00, on 16th of January, Thursday and will be open between 11:00 and 19:00 till the 6th of February, with the exception of Sundays.

Renart

SERGİ HABEREXHIBITION NEWS

Gündelik hayatta ve şehirde karşımıza çıkan nesne, bina ve insanda anlık görüşlerimiz arasında ihmal edilen detaylara, kayıp şehrin kayıp anlarına, bizi tekrar davet ediyor.

They are inviting us to the lost moments, within a lost city, that is overlooked during the day to day life, an object, a building, a person that we see from the corner of our eye.

Page 40: WARHOLA Magazine 02

40

2013

-02

SERGİ HABEREXHIBITION NEWS

Sevil Tunaboylu

&

Zeyno Pekünlü

- Ufukta Kaybolana Kadar İzledim I Watched It As It Disappeared on the Horizon

- Beni Osman Öldürdü Osman Killed Me

Sanatorium

1

2

Page 41: WARHOLA Magazine 02

41

Sevil Tunaboylu’nun “Ufukta Kaybolana Kadar İzledim” ve Zeyno Pekünlü’nün “Beni Osman Öldürdü”adlı kişisel sergileri eşzamanlı olarak Sanatorium’da:

Sevil Tunaboylu ve Zeyno Pekünlü’nün yeni kişisel sergileri; “Ufukta Kaybolana Kadar İzle-dim” ve “Beni Osman Öldürdü” , eşzamanlı olarak Sanatorium’da sanatseverlerle buluşuyor. 11 Aralık – 12 Ocak tarihlerinde ziyarete açık olan sergiler, Türk toplumunda genel geçer kabul edilen çeşitli kimliklerin ve söylemlerin; kadınlık, erkeklik, vatandaşlık, milliyet, günlük ha-yattaki yansımalarını, farklı perspektif ve iletişim araçlarıyla irdeliyor ve sorgulamaya davet ediyor.

Sevil Tunaboylu, “Ufukta Kaybolana Kadar İzledim” başlıklı kişisel sergisinde, kendi yaşamın-dan yola çıkarak, toplumun kadın-erkek tanımlarına hane içinde ulaşılması sürecini paylaşı-yor. Sanatçının bu konuya yaklaşımında; gündelik aile yaşamının içine gömülü olan anıları, kendi güncel kimliğiyle buluşturmasını gözlemlemek mümkün. Bu karşılaşmada bellek hatı-ra olma özelliğini koruduğu halde, olgun bireyin güncel konumuna yönelik bir sağlama işlevi de görüyor.

İsmini Osman F. Seden’in 1963 tarihli filminden alan, Zeyno Pekünlü’nün “Beni Osman Öldür-dü” adlı kişisel sergisi, İstiklal Marşı’ndan Yeşilçam melodramlarına kadar gündelik hayatı-mızın içinde karşılaşmaya, görmeye, duymaya alışkın olduğumuz imaj, sembol, ses ve metinle-ri yeniden düzenlenerek sunan, çoğunluğu video işlerden oluşuyor. Çalışmalar, malzemelerin toplumsal işlevlerini ters yüz ederek izleyiciyi geçici bir kafa karışıklığıyla ve özdeşleşememe haliyle baş başa bırakıyor. Bu sayede birbirinden bağımsız görünen milliyetçilik, militarizm ve patriyarka gibi tahakküm mekanizmalarının işleyişlerini birbirine bağlayarak eleştirel bir alan açmayı hedefliyor.

Türk toplumunda genel geçer kabul edilen çeşitli kimliklerin ve söylemlerin; kadınlık, erkeklik, vatandaşlık, milliyet, günlük hayattaki yansımalarını, farklı perspektif ve iletişim araçlarıyla irdeliyor ve sorgulamaya davet ediyor.

The exhibition opens the reflections of womanhood, manhood, citizenship and nationality to question and analyzes these notions from different perspectives using various media tools.

1. Sevil Tunaboylu, İlk Dans / The First Waltz, 2012, tuval üzerine yağlıboya / oil on canvas, 25x35.5cm2. Zeyno Pekünlü, Hep O Şarkı / Same Old Song, 2012, renkli video / colored video, 1.55’3. Zeyno Pekünlü, Erkek Erkeğe / Man to Man, 2012, siyah beyaz video / monocrome video, 5.32’4. Sevil Tunaboylu, Önce Adamlara Verin / Serve the Men, 2012, tuval üzerine yağlıboya / oil on canvas, 14.7 x14.7 cm

Sevil Tunaboylu’s “I Watched It As It Disappeared on the Horizon” – Zeyno Pekünlü’s “Osman Killed Me” titled individual exhibitions are simultaneously at Sanatorium:

Sevil Tunaboylu and Zeyno Pekünlü’s new individual exhibitions; “I Watched It As It Disap-peared on the Horizon” and “Osman Killed Me” will be mounted simultaneously and welcome artlovers at Sanatorium. The exhibitions that will be open for visits between 11th of December and 12th of January, addresses the common identities and discourses in Turkish society. The ex-hibition opens the reflections of womanhood, manhood, citizenship and nationality to question and analyzes these notions from different perspectives using various media tools.

In her exhibition, “I Watched It As It Disappeared on the Horizon”, Sevil Tunaboylu shares the process of reaching definitions of masculinty and femininity within the domestic settings and society at large, beginning from her personal life. From the way the artist approaches the sub-ject, its possible to recognise the encounters between her memories of daily, family life that have been burried in her memory and her current identity. During this encounter, memory serves the purpose of contrasting the mature individual’s present attitudes, while, at the same time, retain-ing the qualities of recollection.

Zeyno Pekünlü’s personal exhibition, named after Osman F. Seden’s 1963 dated movie; “Osman Killed Me”, mostly consists of video works that reorganize familiar images, symbols, sounds and texts that we grew accostumed to come accross, see and hear; from national anthem to Yeşilçam melodramas. By reversing the social function of these materials, the works leave the viewer in a state of temporary confusion and alienation. Thus, by connecting the processes of domination mechanisms that appear independent from each other such as; nationality, militarism and pa-triarchy, her work seeks to open a critical space.

3

4

Page 42: WARHOLA Magazine 02

42

2013

-02

Could you tell us about your project briefly?

We managed to make a 4 minute thriller with-in 48 hours. The intention of the 48 hour short film festival is in a way to help you under-stand what you are capable of doing within a short period of time. We randomly picked the genre and the festival team provided us with the props-lines-character names and the pro-fession of the characters. We focused on our civil servant Kursat’s process of self-discovery and the tensions he experiences in witnessing his own ordinary life.

How was the crew formed?

The crew was formed in a wedding in Kas. We met in that wedding, and when we were informed of this festival we got back together in Istanbul.

How was the scenario formed?

Due to having only 48 hours to complete the project, we didn’t really have time to write a proper scenario. We did many hours of brain storming though. Through the aspects of be-ing a civil servant and general properties of thriller genre, we kind of improvised.

What do you think about the short film au-dience in Turkey?

I believe a proper connection is not made yet with short films in Turkey. Short films are seen as works of university students only. A short

film however is a way with many alternatives to give messages you “have issues with” in a very short time.

How do you evaluate the short film festivals and/or contests in Turkey?

Many more festivals could be done in Turkey. It will help, especially students of cinema by letting them criticize themselves and figure what kind of a way they should follow through their own works – constantly trying and shoot-ing short films.

Do you think short movies reach their in-tended viewers?

I do not think so. There is no such audience who regularly follow short films.

Could you tell us about your plans in near future, with regards to this project?

One of the most important aspects of this pro-ject is that it proved my dream of “Shoot a movie, travel the world” dream once again to myself. Our plans of near future do not con-sist of getting trophies but by following a film and travel around the world with it. This is the most fun thing to do.

SÖYLEŞİINTERVIEW

Bize kısaca projenizden bahsedermisiniz

48 saat içinde gerilim türünde 4 dakikalık kısa bir film yaptık. 48 saat kısa film festivali-nin amacı bir anlamda kısa sürede neler ya-pabileceğinizi anlamanıza yardımcı olmak. Filmin türünü kura ile seçtik, aksesuar-rep-lik-karakter ismi ve karakterin mesleğini fes-tival ekibi verdi. Tüm bunları kullanarak bir film yaptık. Gerilim türünü

psikolojik gerilim üzerinden anlatmaya ça-lıştık. Devlet memurumuz Kürşat’ın kendini bulmaya çalışması ve sıradanlaşan hayatına tanıklık etmenin gerginliği üzerinde dur-duk.

Ekip nasıl bir araya geldi?

Ekip Kaş’ta bir düğünde ortaya çıktı. Düğün-de tanıştık, İstanbul’adönüp bu festivalden haberdar olunca tekrar film için bir araya geldik.

Senaryo nasıl ortaya çıktı?

Filmi tamamlamak için sadece 48 saatimiz olduğundan, tam anlamıyla

senaryo yazmaya vaktimiz olmadı ancak uzun saatler beyin fırtınası yaptık. Gerilim türü ve devlet memuru olmanın getirileri üzerinden, doğaçlama bir şeyler yazdık.

Türkiye deki kısa film izleyicisi hakkında ne düşünüyorsunuz..

Türkiye’de kısa film ile ilişki henüz tam ku-rulamamış gibi geliyor bana. Kısa filmler, sadece öğrencilerin ilgi alanıymış gibi anla-şılıyor. Halbuki kısa filmler, en kısa sürede “dert edindiğiniz” mesajı vermeniz için çok alternatifli bir yol.

Genel olarak türkiye deki kısa film festival-lerini ya da yarışmalarını değerlendirirmi-siniz..

Türkiye’de çok daha fazla kısa film festivalle-ri yapılabilir. Özellikle sinema okuyan öğren-cilerin kendilerini nasıl ifade ettiklerini ya da nasıl bir yol izlemeleri gerektiğini, sürekli deneyerek, kısa filmler çekerek, kendi filmle-ri üzerinden eleştirmelerine ve keşfetmeleri-ne yardımcı olacaktır.

Sizce kısa filmler izleyicisine ulaşabiliyor-mu?

Ulaşamıyor. Özellikle kısa filmleri takip eden bir kısa film seyirci kitlesi maalesef yok.

Yakın gelecek planlarınızdan bu proje bağlı olarak bahsedebilirmisiniz?

Bu projenin en önemli özelliklerinden bir tanesi; “Bir film çek, dünyayı gez” hayali-mi tekrardan bana kanıtladı. Yakın gelecek planlarımızın hepsi ödül almaktan çok; bir filmin peşine takılıp dünyayı bu sayede film-le birlikte gezmek, en keyifli şey bu.

Nil KemerBu projenin en önemli özelliklerinden bir tanesi; “Bir film çek, dünyayı gez” hayalimi tekrardan bana kanıtladı.One of the most important aspects of this project is that it proved my dream of “Shoot a movie, travel the world” dream once again to myself.

Bengi Başaran

Page 43: WARHOLA Magazine 02

43

Could you tell us about your project briefly?

Subject to some rules set by the festival team, attendees were expected to provide a short film within 48 hours. Character (Kursat-Kubra SA-RICICEK), profession (Civil Servant), lines (Not without you) and prop (Light bulb) were set by the team and the genre was to be randomized. All of these were being set 15-20 minutes before the contest. We, following the decision on the thriller genre and the rules set, tried to shoot a 4 minute psychological thriller – tried to cre-ate a tone. We tried to focus on the tensions our character Kursat experienced through his eyes as he questions his monotonous life.

2) How was the crew formed?

We could say that the crew was formed in Kas, approximately 1.5 months ago, in a wedding. We met for the first time in the wedding in Kas, and when we learned about the contest we got back together in Istanbul.

How was the scenario formed?

Following the declaration of the contest’s rules, we evaluated the aspects of the gen-re and tried to focus on the language of the film. I think this was the toughest stage after the setup stage. As a team we added a couple “bricks” on top of the plot I formed through the process of Nil being informed about contest rules and us getting together. Thus, our plot and our scenario were formed.

I do not fancy commenting on the audience to be honest. I evaluate what we offer the audi-ence.

How do you evaluate the short film festivals and/or contests in Turkey?

Turkey seems to lack a lot about this topic, for I believe Turkey does not consist of Istanbul or Ankara. I believe we can have new people in cinema if we can reach other audiences in other cities.

Do you think short movies reach their in-tended viewers?

Today, considering the existence of the Inter-net, I believe that we can say the viewers, if not at all the time, reach the short films. On the screen, however, I do not think that this is pos-sible.

Could you tell us about your plans in near future, with regards to this project?

With regards to this project, my near future plans consist of first attending “Filmapalooza” – a festival in Los Angeles, California on March 7th-10th 2013. Our film “Nevred” will take place in it along with many other participants from 75 different cities around the world. We will be able to view and experience many other lan-guages set by a variety of participants from different cities. But again, as I stated, this is just the plan. Considering the results of the sponsorship talks we have done so far, it will only stay as a plan it seems – thanks to the support not shown. It is not something we can cover with our own means at this stage. And as you can imagine, one cannot travel to the states with “Akbil”.

Bize kısaca projenizden bahsedermisiniz

Fastival ekibi tarafından belirlenen bazı kurallar dahilinde katılımcılardan 48 saat içinde bir kısa film bekleniyordu. Karakter (Kürşat-Kübra SARIÇİÇEK) ,meslek (Devlet Memuru), replik (Sensiz Olmaz) ve aksesu-ar (Ampul) festival ekibi tarafından belir-lenmiş, filmin türü ise kura ile çekiliyordu.Bütün bunlar yarışma başlamadan yaklaşık 15-20 dakika önce belirleniyordu.Biz de kura sonucunda çıkan “Gerilim” türü üstüne ve belirlenen kurallar dahilinde 4 dakikalık psi-kolojik gerilim türünde bir film yapmaya,dil oluşturmaya çalıştık.Karakterimiz Kürşat’ın gözünden yaşadığı gerilimi ve monotonlaşan - tekdüze hayatını sorgulayışını ele almaya gayret edip, yaşadığı gerginlik üstüne odak-landık.

Ekip nasıl bir araya geldi?

Ekip yarışmadan 1,5 ay evvel Kaş’ta bir dü-ğünde ortaya çıktı diyebiliriz.Düğünde ta-nışıldı ve İstanbul’a dönülüp festivalden haberdar olununca tekrar film için bir araya gelmeye karar verildi.

Senaryo nasıl ortaya çıktı?

Yarışma kuralları belirlendikten sonra fil-min türünü de ele alıp nasıl bir dil oluştur-mamız gerektiği üstüne odaklanmaya çalış-tık.Sanırım kurgu aşamasından sonraki en sancılı aşamaydı.Nil’in yarışma kuralları ve türünü öğrendikten sonra yola çıkıp ekip olarak bir araya gelmemize kadar geçen sü-reçte, kendimce oluşturmaya çalıştığım olay örgüsüne ekip olarak bir araya gelmemizle birlikte “bir kaç tuğla” daha ekledikten sonra senaryomuz ve olay örgümüz tamamlanmış oldu.

Türkiye deki kısa film izleyicisi hakkında ne düşünüyorsunuz..

İzleyici hakkında yorumda bulunmaktan yana değilim açıkçası.İzleyiciye ne sunuldu-ğundan yanayım.

Genel olarak türkiye deki kısa film festival-lerini ya da yarışmalarını değerlendirirmi-siniz..

Türkiye’nin sanırım bu konuda ciddi bir noksanlığı olsa gerek. Çünkü Türkiye sadece İstanbul yahut Ankara’dan ibaret değil diye düşünmekteyim.Farklı şehirlerde,farklı izle-yici kitlelerine ulaşılması durumunda yeni sinemacılar kazanabileceğimize inanmakta-yım.

Sizce kısa filmler izleyicisine ulaşabiliyor-mu?

Günümüzde internet’in varlığı sayesinde artık izleyici koşullar elverdiğince,kısmen de olsa kısa filmlere ulaşabiliyor diyebiliriz. Fakat bu perdede ne yazık ki pek mümkün olmuyor.

Yakın gelecek planlarınızdan bu proje bağlı olarak bahsedebilirmisiniz?

Bu proje bağlı olarak yakın gelecek plan-larım arasında öncelikli olarak 7-10 Mart 2013’de Los Angeles ,California’da gerçekleş-tirecek ve filmimiz “Nevred”in de yer alıp, dünya çapında 75’ten fazla farklı şehirden katılımcıların filmlerinin de gösteriminin yapılıp,yarışacağı “FILMAPALOOZA” ya katıl-mak.Orada dünyanın farklı şehirlerinden ge-len katılımcıların çektiği kısa filmleri -oluş-turduğu dilleri- gözlemleyebilmek,perdede izleyebilmek.Ancak bu sadece dediğiniz gibi bir plan.Yaptığımız sponsorluk görüşmele-rin sonrasında gösterilemeyen destek saye-sinde de bir plan olarak kalacak gibi geliyor.Kendi imkanlarımızla karşılayabileceğimiz bir şey değil şu aşamada.Bildiğiniz gibi de ak-bil basarak gidilemiyor Amerika’ya.

Baran Tokmakoğluİzleyici hakkında yorumda bulunmaktan yana değilim açıkçası. İzleyiciye ne sunulduğundan yanayım.I do not fancy commenting on the audience to be honest. I evaluate what we offer the audience.

Page 44: WARHOLA Magazine 02

44

2013

-02

SERGİ HABEREXHIBITION NEWS

A.CemŞahin

1

Şubat ayında açacağın kişisel sergin “ŞU AN!” için neler söylersin?

ŞU AN! Sergisi uzun soluklu bir üretim sürecinin sonuçlanacağı bir sergi niteliğinde benim için. Sergi öncesindeki son 6 ay bu serinin ortaya çıkması anlamında epey yoğun bir süreç yaşadım. Hem resim estetiği hem de içeriği anlamında ortaya çıkmasını arzu ettiğim seviyede bir resim serisi oldu. Bu anlamda da çok memnunum.

Türkiye ve Dünya takip edilmesi zor seviyede bir devinim içerisinde. Bu durum sanat üreti-mi anlamında neye tekabül ediyor sence?

Bu soru “ŞU AN!” sergim için de merkezi sorulardan bir tanesi niteliğinde. Bir yandan çok he-yecan verici diğer taraftan bu heyecana kaygılarında eşlik ettiği bir süreç yaşanıyor. Bu tip dö-nüşüm dönemlerinin içinde tam olarak sizi neyin beklediğini tam kavrayamayabiliyorsunuz. Bu açıdan en doğru yaklaşımın etik ve vicdani prensiplerimize bağlı kalmak ve sezgilerimize biraz daha güvenmektir diye düşünüyorum. Güncel bizi esiri haline getirmemeli. Ben sanatın yenilikçiliğine inanırım fakat geçiciliğini zayıflık olarak görürüm. Sanat kalıcı olmak ve sizin ömrünüzü çok aşacak ve hatta mümkünse insanlık tarihinin kalanı kadar yaşayabilmek adı-na yapılmalı. O zaman güçlü bir sanat, estetik seviyesi yüksek bir sanattan bahsedebilir hale gelme imkânlarımız artacaktır.

Mimar Sinan ekolünden gelen bir ressamsın. Devrim Erbil atölyesinden mezun oldun. 80ler ekolünden geldiğini söylememiz mümkün mü?

Bir bakıma mümkün. Türkiye sanat üretiminde Mimar Sinan’ın belirleyici olduğu bir dö-nemdi. Bugün durum epey farklı tabii. Belli ekoller ve gelenekler benim için de her zaman değer taşımaktadır. Bugün Türkiye sanatı uluslararası düzlemde saygı görmeye başladıysa o dönemlerden de öncesinden başlayan büyük bir arka plan sayesindedir. Sanat biz ne kadar avangart olmaya çalışırsak çalışalım belirli dizgeler üzerinde yükselir. Siz ustalarınızdan bir şeyleri alır bir şeyleri terk edersiniz. Her ikisi aynı aidiyet alanına gönderme yapar. Siz neyi reddettiğinizle de o reddettiğiniz şeyin bir parçasını içinizde barındırıyorsunuz. Bence böyle olması da çok anlamlı.

Serginizi hangi koşullarda başarılı adledersiniz?

Başarı belki de hayattaki en göreceli kavramlardan bir tanesi kanımca. Başarı başarılı olduk-tan sonra sorgulanması gereken bir şey daha çok. Fakat her şeyin ötesinde bir serginin başa-rısı bence kendinden menkul bir durum olarak nitelenmemeli. Yani mimari dilde söylersek biraz daha “konstrüktif” bir şey. Kendisi ve kendisine bağlanan diğer unsurlarla nasıl ve ne nitelikte bir ilişki kuruyor. Sanatçının geçmişi ile gelecek arasında nasıl bir düğüm atıyor. Bazı şeyler saman alevi gibi parlayıp sönüyorlar. Geçici bir başarı ne benim ne de herhangi bir sanatçı için tercih edilir olmaz doğal olarak. Ondan ziyade uzun vadeli ve sağlam zeminde ortaya çıkacak pozitif sonuçlar çok daha güçlü olacaktır.

What would you like to say about your personal exhibition in February “SU AN! – RIGHT NOW!” ?

“SU AN!” exhibition is the conclusive exhibition to a long production process for me. The 6 months leading up to this exhibition was quite an intensive period. I can say that, at the end, the exhibi-tion is fulfilling the levels I wanted to achieve in both painting aesthetics and content. For this, I can say that I’m pleased.

Both Turkey and the World are in a difficult to follow precession. What does this state cor-respond to in terms of art production in your opinion?

This question is perhaps one of the central questions within my exhibition “SU AN!” A lot of excite-ment and worries following these excitements happen at the same time in this period of time. You may not always comprehend what is to be expected in times like these. For this, I believe the best approach with this regard is to stay true to your principles and trust your instincts a little bit more. We should not fall captive to the current. I believe in innovativeness of art, yet I find be-ing temporary as a weakness. Art should be practiced to be everlasting, for things that will out-last your time and perhaps, if possible, for things that will live as long as the remaining time of human history. For then we will have the chance to talk about an art that is robust, an art that has high levels of aesthetics.

You are an artist following the Mimar Sinan school. You graduated from Devrim Erbil work-shop. Could we say you are a pursuer of the 80’s school in art?

That is correct in a way. It was an era where Mimar Sinan was quite dominant in Turkey’s art output. Today, it is quite different. Certain schools and traditions are always of importance to me. If Turkey’s art started to get international respect and interest, it is thanks to a greater back-ground that was started to be built in those days. Art, no matter how hard we try to be avant-garde, rises on certain systems. You get some things from your masters, and decide not to get some others. Both of these refer to the same field of belonging. You perhaps house a part of the things you reject within you. And I think it being this way is quite meaningful.

Under what conditions would you deem your exhibition successful?

Success is perhaps one of the most relative things in life, if you ask me. It is a thing to be judged after achieving it. But before it all, an exhibition to be successful is not necessarily a thing that comes from contents. Or, if we are to say this in the architectural language, it is a more of a “construction-related” thing. What sort of a relationship does it form with itself and the things that are being related to it? What sort of a knot it ties with the artist’s past and the future? Some things are just flashes in the pan. A temporary success is neither for me nor for any artist a pref-erence naturally. Perhaps, long term positive results founded on solid grounds will yield much better and much stronger results.

Şu An!Right Now!07-02-2013 – 02-03-2013 ALAN İstanbul

Efe Korkut Kurt

Page 45: WARHOLA Magazine 02

45

1. Paralel Evrenler / Parallel Universes, 2012, Tuval üzerine yağlı boya / Oil on canvas, 198x198 cm2. Bakmayın görünüşüme nice komik yanlarım var. / Do not look at my appearance I have many funny sides, 2012, Tuval üzerine yağlı boya / Oil on canvas, 195x195.5 cm3. Her şey değişti sandım, hiçbir şey değişmedi şu mıhlandığım odada. / I thought everything has changed, nothing has changed in the room I’ve naile., 2012, Tuval üzerine yağlı boya / Oil on canvas, 198x198 cm3

2

Page 46: WARHOLA Magazine 02

46

2013

-02

Murat Germen - Melih GörgünBorga Kantürk -Vahit Tuna - Erol Eskici

İlerlemenin Kutsallığı ve ZorbalığıSanctity and Despotism of Progress

04 Ocak 2013 – 02 Şubat 2013 ALAN İstanbul

AÇILIŞOPENING

Page 47: WARHOLA Magazine 02

47

Hüseyin Suna - Kağan Toros

Şeylere Farklı Bir BakışA Different Perception of Things

17.01.2013 - 09.02.2013 ARTNEXT

Page 48: WARHOLA Magazine 02

48

2013

-02

C

M

Y

CM

MY

CY

CMY

K